Şerif Hüseyin’in İhaneti… Birinci Kanal Harekatı ve Cemal Paşa…
Mekke ve Medine Nasıl Düştü…
Şerif Hüseyin’in İhaneti… Birinci Kanal Harekatı ve Cemal Paşa…
Mekke ve Medine Nasıl Düştü…
Osmanlı tarihinde ilk Nesturi isyanı 1839’da, yabancı misyonerlerin kışkırtması ile çıkarılmıştı. Misyonerlerin kışkırtması ile Nesturiler, Bedirhan Bey’e dolayısıyla da Osmanlı’ya isyan etmişlerdi.
Bedirhan Bey’in isyanı bastırması üzerine, Nasturiler bir yüzyıla yakın sessiz kaldılar, sessizce bölgede yaşadılar. Osmanlı güç kaybederek Birinci Dünya Harbi’ne girince, bu kez, Nesturiler Ruslarla anlaştı ve Osmanlı’ya karşı savaştılar.
Osmanlı’nın içine düşürüldüğü kaderin garip cilvesine bakınız ki, Anadolu’nun kadim Hıristiyan topluluğu bu Nasturiler Osmanlı’ya karşı bir daha isyan ettiler tıpkı Bedirhanoğulları gibi.
Nasturiler böylece Doğu’da isyana hazırlanırken, aynı tarihlerde ama Osmanlı topraklarının bu kez bir başka köşesinde bir başka isyan hazırlığı daha vardı. Medine ve Mekke’de bu kez Müslüman bir topluluk olan Mekke Şerifi Hüseyin’e bağlı Arap kabileleri Osmanlı’nın düşmanı olan İngilizlerle anlaşıyor ve Osmanlı’ya karşı isyana hazırlanıyorlardı.
Mekke ve Medine, Osmanlı idari yapısında Hicaz olarak adlandırılmıştı.
Hicaz, idari ve askeri anlamda, Osmanlı Padişahı tarafından atanan emirler tarafından yönetiliyordu.
Emir’in vazifesi kutsal yerlerin güvenliği ile Hac vazifesinin düzenli ve güvenli bir şekilde yapılmasını sağlamaktı. O süreçte Osmanlı Sultanı adına Hicaz’ı yöneten Hüseyin İbn-i Ali, Mekke Şerifi ve Emiri idi, Peygamber soyundan geliyordu.
Sadakatten ihanete durum nasıl gelişti…
Sultan Abdulhamit Han devrinde tam 17 yıl İstanbul’da göz önünde bulundurmuş, eşi ve oğulları ile birlikte münasip şekilde misafir edilmiş olan Şerif Hüseyin, 1908 yılının son aylarında serbest bırakılmış ve Hicaz’a dönmüştü.
Kendileri Halife Padişah tarafından Mekke Şerifi ve Emiri olarak atanmıştı. Osmanlı’ya ve Halife’ye bağlı gibi görünen bu Emir’in asıl amacı, Emir olarak durumunu güçlendirmek ve emirliğin sürekli olarak kendi ailesinde kalmasını sağlamaktı. Bu arada fırsat olursa, sırtını İngilizlere dayayarak bir Arap İmparatorluğu kurup, başına geçmek de hayalleri arasındaydı.
İşte tam bu dönemde Birinci Dünya Harbi başladı…
1914’te, Rus Orduları Kafkas sınırlarını geçerek Osmanlı topraklarına girdi.
2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da İngiltere Osmanlı’ya savaş ilan ettiler.
Buna karşılık, 14 Kasım’da, Osmanlı Devleti de ‘Cihad’ ilan etti…
Savaşın başladığı 1914 yılı itibariyle Osmanlı Orduları Kafkasya’da Ruslarla, Sina ve Filistin, ile Irak, Hicaz ve Yemen’de İngilizlere karşı savaşmaya başlamıştı.
1915’te Çanakkale’ye saldıran İngiliz ve Fransızlara karşı açılan cephelerle birlikte, Osmanlı
Nesturilerin isyanı, 1915’te Doğu cephesinde Ruslarla savaşan Osmanlı açısından ne kadar önemliyse, Mekke Şerifi Hüseyin’in isyanı da, 1916’da, diğer üç cephede İngilizlere karşı savaşan Osmanlı için bir o kadar önem taşıyordu.
Kafkas cephesinde Ruslarla savaşan Osmanlı hemen hemen aynı tarihlerde, Irak cephesinde de İngilizlerle savaştaydı.
İngilizler, 7 Kasım’da, Şattül Arap nehri üzerindeki Fao adasına asker çıkarmış ve ardından Basra’yı işgal etmişti.
1916’da, Nasıriye ve Kutül Ammare’yi elel geçirdiler.
Kut’ül Ammare, Osmanlı Ordusu’nun karşı taarruzu ile geri alındı.
Savaşın başladığı ilk yılda Hicaz bölgesinde bir sorun yoktu.
Mekke Şerif Hüseyin, Padişah’a bağlılığını ve Cihad’a katılacağını bildirmişti.
Osmanlı, Şerif Hüseyin’e güvenerek, Hicaz bölgesinde mücahitlerin toplanacağını ve buradan alınacak takviyelerle Mısır’ın İngilizlerden kurtulacağı hesaplarını yapmaktaydı…
Bu düşüncelerle Mısır’ı geri almak için bir harekât düzenlendi.
Amaç; İngilizleri Mısır’da tutmak, batı cephesine kuvvet göndermelerini engellemek ve mümkün olursa Mısır’ı kurtarmaktı. Eğer kanal geçilebilirse, Mısırlı yurtseverlerin Osmanlı ordusunun yanında İngilizlere karşı ayaklanacağı beklenmektedir.
Harekât 4. Ordu komutanı ve Bahriye nazırı Cemal Paşa’nın komutasında gerçekleştirildi. Beş bin kişilik Osmanlı kuvveti, 14/15 Ocak 1915 gece yarısı, toplanma bölgesi olan Gazze – Birüssebi (Beerşeba, günümüzde İsrail) hattından ileri yürüyüşe başladı.
Seferi Kuvvet, Ocak Ayı sonlarında kanalın Doğu kıyısına varabildi.
Kanal geçişinin, 2-3 Şubat gecesi, Timsah Gölü ile Acıgöl arasındaki bölgeden yapılmasına ve brinci kademede dört piyade taburunun geçirilmesine karar verildi.
Burası kanalın İngilizlerce en kuvvetli tutulan kesimiydi…
Geçişi yapacak olan dört piyade taburunun karşısında yedi İngiliz piyade taburu bulunmaktadır. Ayrıca İsmaliye’de ihtiyatta tutulan İngiliz kuvvetleri, özellikle süvari tugayı, kısa sürede bu kesime yetişebilecek durumdadır.
Geçiş aracı olan tombaz kayıklar çok azdır. Mevcut tombazların büyük kısmı, daha ilk geçişte makineli tüfek ateşiyle işe yaramaz hale düşer. Şiddetli ateş karşısında tombazların geri getirilmesi çok zordur.
Kanalı geçebilen 500-600 kişilik Türk kuvveti imhaya uğrar[1].
Cemal Paşa Mısır’ı almak için Kanal’a sefer düzenlerken, İngilizler de hem Fransız donanmasını, hem de Anzak askerlerini alıp Çanakkale’ye sefer düzenlemektedir.
3 Şubat 1915 sabahı Cemal Paşa, verilen ağır kayıplar karşısında kanalı ele geçirmenin imkânsızlığını anlar ve kuvvetlerini geri çekmeye karar verir.
Geri çekilen Osmanlı kuvvetleri 15 Şubat’ta Gazze – Birüssebi hattında mevzilenir.
Osmanlı, Birinci Kanal Harekatı’na başarısızlığa uğramıştır, ikincisine hazırlık yapmaktadır…
İngilizler ileri harekat için fırsat kollamaktadır…
Mekke Şerifi Hüseyin de, Osmanlı’ya ihanet ederek İngilizlerle anlaşma sevdasındadır…
[1] Ana Ben Ölmedim, 1. Dünya Savaşı’nda Türk Esirler, araştırma, s. 32, Cemalettin Taşkıran, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2008.
Şerif Hüseyin’ İhaneti… İkinci Kanal Harekatında Neden Çekildik?
Sadakatten ihanete giden yol…
Şerif Hüseyin’ İhaneti… İkinci Kanal Harekatı ve Cemal Paşa…
Sadakatten ihanete giden yol…
Sultan Abdulhamit Han devrinde tam 17 yıl İstanbul’da göz önünde bulundurmuş, eşi ve oğulları ile birlikte münasip şekilde misafir edilmiş olan Şerif Hüseyin, 1908 yılının son aylarında serbest bırakılmış ve Hicaz’a dönmüştü.
Kendileri Halife Padişah tarafından Mekke Şerifi ve Emiri olarak atanmıştı. Osmanlı’ya ve Halife’ye bağlı gibi görünen bu Emir’in asıl amacı, Emir olarak durumunu güçlendirmek ve emirliğin sürekli olarak kendi ailesinde kalmasını sağlamaktı. Bu arada fırsat olursa, sırtını İngilizlere dayayarak bir Arap İmparatorluğu kurup, başına geçmek de hayalleri arasındaydı.
İşte tam bu dönemde Birinci Dünya Harbi başladı…
1914’te, Rus Orduları Kafkas sınırlarını geçerek Osmanlı topraklarına girdi.
2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da İngiltere Osmanlı’ya savaş ilan ettiler.
Buna karşılık, 14 Kasım’da, Osmanlı Devleti de ‘Cihad’ ilan etti…
Mısır’da bulunan İngilizlere karşı Birinci Kanal Harekatı başarısızlığa uğramıştı.
Osmanlı, Cemal Paşa komutasında İkinci Kanal Harekatına hazırlanıyordu…
Birinci Kanal Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasından hemen sonra, kanala tekrar taarruz etmek için hazırlıklara başlandı.
Demiryolu yapımı hızlandırıldı.
Sina Yarımadası’na kadar 264 km’lik hat döşendi; toplam demiryolu uzunluğu 570 km’yi buldu.
Yeni birlikler kuruldu, su kuyuları açıldı; 38 km uzunluğunda su borusu döşendi.
100 km uzunluğunda telgraf hattı yapıldı.
Bu arada Çanakkale’de hezimete uğrayan İngilizler, buradan çektikleri kuvvetlerle Mısır’ı takviyeye başlamıştı.
İkinci Kanal Harekatı, 27 Temmuz 1916’da, 4. Ordu’da görevli bulunan Alman miralayı Kreb Von Kressenstein’in komutasındaki 10.000 kişilik bir kuvvetle gerçekleştirildi. Ancak ilkinde olduğu gibi yenilen Osmanlı kuvvetleri, El Ariş’e çekilmek zorunda kaldı.
Mekke Şerifi Hüseyin’in Birinci Dünya Harbi’ndeki Osmanlı’ya ihaneti, işte bu ikinci kanal harekâtı sırasında ortaya çıktı.
Osmanlı ordusu Temmuz 1916’da İngilizlere karşı harekât başlatmışken, Mekke Şerifi Hüseyin de İngilizlerle anlaşarak, harekâttan bir ay önce, Haziran 1916’da isyan etti.
Aynı süreçte Doğu’da Nesturiler, Ruslarla anlaşıp Doğu cephesinde isyan başlatmış ve Rusların yanında Osmanlı’ya karşı savaşa girmişti.
Osmanlı aldatılmış, hatta ihanete uğramıştı…
Osmanlı, Filistin’e doğu, Kudüs’e doğru geri çekiliyordu…
Şerif Hüseyin’in İhaneti… İngilizler Türk Askerlerinin Gözlerini Nasıl Kör Etti?
Temmuz 1916’da Kanal Harekatı sırasında yaşanan en ağır trajik olay…
Şerif Hüseyin’in İhaneti… İngilizler Türk Askerlerinin Gözlerini Nasıl Kör Etti?
Temmuz 1916’da Kanal Harekatı sırasında yaşanan en ağır trajik olay…
Temmuz 1916’da yapılan Mısır bölgesi Kanal harekâtında kayıplarımız çoğu, İngilizlere esir düşen askerlerden oldu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin yönetiminde bulunan Mısır’da çok sayıda esir kampı vardı. Ayrıca yaralı askerlerimizin de bulunduğu hastaneler vardı.
Esirler arasında siviller de vardı.
Özellikle bu esirler, Mekke ve Medine’de Hac vazifesini yaparken isyancı Araplarca yakalanarak İngilizlere teslim edilen yaşlı kimselerle, özellikle Filistin, Irak ve Suriye Cephesi’nde görev yapan Türk subaylarının eşleri ve çocukları da vardır.
İngilizlere esir düşen Türk askerlerinin sayısı hakkında kesin bir bilgimiz yoktur, ancak İngilizlerin Türk askerlerini kasten kör ettiklerine dair ve kör edilen Türk askerinin sayısının 15 bine ulaştığına dair elimizde kaynaklar vardır.
Bu iddiaların dayandığı iki esas belge mevcuttur; biri, 28 Haziran 1337(1921) tarihli TBMM hükümeti kararıdır, diğeri ise, Meclis’in 28 Mayıs 1337(1921) Cumartesi günü yapmış olduğu 37’nci Meclis oturumundaki, Faik ve Eşref Beylerin vermiş oldukları önergelerdir.
Her iki karar ve önergede, İngilizler tarafından kasten kör edilen Türk askerlerinden bahsedilmektedir.
Edirne Milletvekili, Şeref Bey’in Meclis’te yapmış olduğu konuşma, çocuklarımıza ibret almalar için aşağıda sunulmuştur;
“ Anadolu’nun, Rumeli’nin; bu vatanın namusunu müdafaa eden ve bu vatan için çarpışan çocukları, İngiliz eline esir düştükleri zaman, doğrudan doğruya Mısır’a sevkedilmişlerdi. Bunlar, için özel hazırlanmış bir formüle, muzadı taafün maddeler içlerine , boyunlarına kadar sokuluyorlardı… Fakat Türk çocuğu oraya girince, bir İngiliz neferi başına dikiliyor ve süngüsünü uzatınca, zavallı yavrucak, başını içeri çekiyor ve iki gözü kör oluyordu. İngilizler böylece 15. 000 Türk’ün gözünü çıkarmışlardır…”
1919 yılının Mayıs ayının ilk haftasında, İzmir’de Kolordu Komutanı olan Ali Nadir Paşa, dönemin Genelkurmay Başkanı’na, Mısır’dan gönderilen esirlerden 303’nün kör olduğunu bildirmektedir.
Yine aynı ay, Genelkurmay Başkanlığı, kolordulara genel durum hakkında bir rapor gönderir. Genelge şeklindeki raporun bir maddesi de Mısır’dan gelen kör esirlerimizle ilgilidir;
“…İngilizler, dört kafile halinde 200 subay, 1780 neferimizi Mısır’dan İzmir’e getirmişlerdir. Dördüncü kafiledeki 310 nefer amadır(kördür)…”
Milli Mücadele’nin başlarında, Mısır’daki Türk askerlerinin İngilizlerce kasten kör edildiği haberi hem İstanbul, hem Anadolu basınında yer alır. İstanbul düşman işgalindedir. Özellikle Konya’da halk bu olaya büyük tepki gösterir.
Konya’da yayımlanan Öğüt Gazetesi, bu olayı sarsıcı ve çarpıcı başlıklarla halka duyurur. Bunun üzerine Anadolu’nun diğer yerlerinde de İngilizlere karşı bir husumet gelişir. Çok geçmeden, İstanbul’daki itilaf devletleri komutanlarından İngiliz Generali Milne’nin emriyle, Öğüt Gazetesi’nin kör edilen esirlerle ilgili yayımları durdurulur, hatta gazete kapatılır.
Mustafa Kemal Paşa bu olaylarla bizzat ilgilenmektedir.
Ankara’ya yeni gelmiştir.
Burada Milli Mücadele’yi örgütleme çalışmalarına devam etmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, Öğüt gazetesinin kapatılma olayını ve sebebini öğrenir öğrenmez Konya Valiliği’ne, Heyt-,i Temsiliye adına bir telgraf çeker;
“Heyet-i Temsiliye Namına Mustafa Kemal Paşa’dan Konya Vilayeti’ne…
Usera-i Osmaniyeyi İngilizlerin kasten kör ettiklerine dair olan neşriyatıyla nazar-ı dikkat celp eden Öğüt gazetesi matbaasına ve dolayısıyla hürriyet-i matbuatımıza, General Milne’nin emriyle Mutelifeyn kuvay-ı askeriyesi tarafından vaki olan tecavüzden mütehassıl vaziyetin serian hal ve neticesinin iş’arını rica ederiz. Hükümet’in teşebbüsatına dayanak olmak üzere ahali tarafından miting yapılarak şiddetle protesto edilmesi lüzumu heyet-i merkeziyeye yazılmıştır. Meselesinin serian halline muvaffakiyet elvermez ise şeref ve haysiyet-i milliyenin iadesi için Kuva-yı Milliye’nin müdahaleye mecbur kalacağının da Bab-ı Ali’ye arzını ayrıca rica ederiz efendim…”
Mustafa Kemal Paşa’nın bu telgrafı etkili olmuş ve Konya’da 23 Ocak 1920’de beş bin kişinin katıldığı büyük bir miting yapılmıştır…
1918’te Birinci Dünya Harbi bitecek ancak kör edilen hesabı bu İngilizlere uluslararası mahkemelerde sorulmayacaktır çünkü Anadolu yeniden işgal uğrayacaktır…
Bir yanıt yazın