KAYNAK : Stratejik Düşünce Enstitüsü
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bilindiği gibi “Sovyet gizli istihbarat servisi (KGB) ajanıydı.” Putin 1998-1999 yılları arasında Rusya İç İstihbarat servisi (FSB) başkanlığı görevini ifa ederken aynı zamanda, yeni Rusya’nın politbürosu olarak da adlandırılan Rusya Güvenlik Konseyi’nin sekreterliği görevini de yürütüyordu. Putin Amerikan medyasıyla çeşitli tarihlerde yaptığı söyleşi ve mülakatlarda KGB ve FSB’de görev yaptığı yıllarda kazandığı deneyim tecrübe ve bilgilerden devlet başkanı olarak günümüzde ve gelecekte de yararlandığını, yararlanmaya devam edeceğini açıklamıştı.
Putin’in Suriye iç savaşına Esed rejimi lehine müdahil olması, Türkiye’nin Suriye’de ulusal güvenliğini tehdit eden PKK koridorunun kapatılması yönünde PYD’nin Afrin-Kobani kantonlarını birleştirmek amacıyla Azez ve Cerablus’u ele geçirmek için başlattığı kara operasyonlarına hava desteği vermek suretiyle “Küresel Emperyalist Düzenin” değirmenine su taşıyor olması, DAEŞ ile mücadele ettiğini öne sürerek Bayır Bucak Türkmenlerinin bin yıldır yaşadığı DAEŞ’sız bölgede sivilleri hedef alması Rusya’nın 1979 Afganistan işgalini ve sonrasında SSCB’nin çöküşünü ve Varşova Paktı’nın dağılmasını akıllara getirmişti. Zira Putin’in günümüzde Suriye’de yürüttüğü strateji ve politikalar 1979’da Afganistan’ın işgalindeki yöntemlerle birebir uyuşmaktaydı. Tek fark 1979’da ABD bu işgale açıkça karşıydı. ABD, Pakistan ve Suudi gizli istihbarat servisleri işbirliğiyle, Sovyetlerin Afganistan işgaline karşı tüm Müslüman dünyası Moskova’ya karşı seferber edilmişti. Günümüzde ise Rusya, Suriye iç savaşına müdahale ederken, bölgede yaşanan gelişmelerden, ABD ile amaçları farklı olsa da zımnen bir Konsensüs içinde oldukları zaafı ile kanaatime göre büyük bir tuzağa çekiliyordu. 1979’da Sovyetleri Afganistan’a iktidardaki Marksist Komünist Parti’nin lideri Babrak Karmal, ülkede mücahitlerin güçlenmesi nedeni ile yönetim kontrolünü kaybettiği için çağırmışken, günümüzde Esed Rejimi askeri gücünün tükenmesi nedeniyle kadim dostu Putin’den yardım istemişti. Putin’in KGB ajanı olduğu dönemde KGB Başkanı Yuri Andropov’un etkisinde kaldığı ve onun izinden gittiği yönünde bariz işaretler mevcut. 1979 yılı sonlarında Kremlin’de Afganistan’a müdahaleyi savunanların başını Andropov çekiyordu. Amaç komünist Afgan hükümetini iktidarda tutmaktı. Zira Andropov’a göre Afganistan’ın kaybı ile Orta Asya’daki Sovyet topraklarının boydan boya istikrarsızlaşma tehlikesi büyük boyutlardaydı. Andropov, zaferin kolay ve maliyetsiz olacağı yönünde Brejnevi ikna etmişti. Sovyetler Birliği kısa sürede Kabil’i ele geçirdi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış, Sovyetler Birliği askerleri Afganistan’da sert bir İslamcı direnişle karşılaşmışlardı. İşgalin faturası her iki taraf için ağır olmuştu. Milyonlarca Afganlı Pakistan ve İran’a kaçarken en az 1 milyon Afganlı öldürülmüştü. Ancak işgalden galip çıkan taraf Mücahitler olmuştu. Mihail Gorbaçov Sovyetler Birliği askerlerini Afganistan’dan çektikten birkaç ay sonra Sovyetler Birliği çöktü. Varşova Paktı dağıldı. Berlin duvarı yıkıldı. Aslında Rusya’nın 1’nci Vietnam’ını arka planda tasarlayan kişi, Amerikan Başkanı Jimmy Carter’den başkası değildi. Putin’e göre bu yenilgi 20’nci yüzyılın en büyük jeopolitik faciasıydı. İslam dünyası Doğu Avrupa’ya benzemiyordu. Bu nedenle Putin Orta Doğu’da Suriye iç savaşına, DAEŞ ile mücadele örtüsü altında Suriye Rejimini korumak, Rusya’yı iki kutuplu dünya konjonktüründe olduğu gibi yeniden küresel bir güç yapma amacı ile müdahil oluyordu. Ancak küresel bir güç olan ABD’nin bile çeşitli psikolojik harp yöntem ve stratejilerine rağmen zaman zaman etkisiz kaldığı Orta Doğu söz konusuydu. Rusya, Suriye iç savaşına müdahale ederken, 1979 Afgan işgalinde yaşandığı gibi bu savaşın Rusya’nın 2’nci Vietnam’ı olmaması, tarihin tekerrür etmemesi için bölge ülkesi İran ve Hizbullah ile açık işbirliğine giderken, ABD ile PYD ve PKK koridoru konularında zımnen iş birliği yaptığı açıkça ortaya çıkmıştı. 24 Kasım tarihinde saat 09.20 civarında Hatay Yayladağı bölgesinde, Türk Hava Sahasını ihlal eden milliyeti bilinmeyen bir uçak defalarca ikaz edilmesine rağmen, sınır ihlaline devam etmesi nedeniyle angajman kuralları çerçevesinde bölgede devriye görevi yapan iki adet F-16 uçağımız tarafından düşürülmüştü. Düşürülen uçağın Rus savaş uçağı olduğu bilahare anlaşılmıştı. Bu olay sonrasında başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere üst düzey devlet yetkililerinin yaptığı tüm açıklamalara karşın başta Putin olmak üzere diğer Rus yetkililer Türkiye’yi çeşitli konularda hadsiz bir şekilde tehdit ederek, doğalgaz başta olmak üzere çeşitli ekonomik yaptırımları Türkiye’ye uygulayacaklarını açıklamışlardı. Üstelik bizzat Putin Türkiye aleyhinde kara propaganda yaparak Türkiye ile DAEŞ arasında ilişki olduğu, DAEŞ’in petrolünü Türkiye’nin aldığı asparagas haberleri açıklamakta bir beis görmemişti. Putin Sovyetler Birliği’nin parçalanması sonrasında Rusya’yı tekrar küresel bir güç yapma stratejisi ve yeniden çarlık hevesi ve hırsı ile Obama yönetiminin Orta Doğu’da askeri güç uygulama stratejinden vazgeçmesi ve dünya konjonktüründe Rusya lehine gelişmeleri fırsat sayarak Gürcistan’ı kısmen işgal etmiş, Ukrayna krizi sonrasında Ukrayna toprağı olan Kırım’ı ilhak ettiğini açıklamıştı. Bu krizler sonrasında ABD başta olmak üzere AB ülkeleri Rusya’ya karşı ekonomik ambargo uygulaması başlatmış, ambargonun kapsamı ve sınırlarının devamlı genişletilmesi sonucu Rusya ciddi şekilde ekonomik darboğaza sürüklenmişti. Türkiye her ne kadar Kırım’ın ilhakını ve Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı grupların meşruiyetini kabul etmese de AB ve ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarına katılmayan 3-5 ülkeden biri olmuştu. Bazı uzmanlara göre “SSCB’nin dağılması sonrasında bile Rusya, bölgenin en önemli güçlerinden biri olma özelliğini muhafaza ediyordu. Bu gücü iki önemli kaynağa dayanıyor. Bunlardan biri doğalgazı ve petrolü, diğeri ise silah satışı. Onun dışında Rus ekonomisini ayakta tutan hiçbir şeyi yok. Dolayısıyla petrol fiyatlarının sürekli düşürülmesini, Rusya kendisine yönelik bir saldırı olarak algılıyor. Batı’nın ve OPEC’in petrol fiyatlarını düşürmekteki maksadı ise Putin’in içerideki saygınlığını yok ederek, Rus halkı ile karşı karşıya getirmek, çünkü iç tehdit olmaksızın yıkılması mümkün görünmüyor.” Putin’in Rusya’ya 2.Vietnam’ı yaşatıp yaşatmayacağı, Suriye’deki petrol savaşını kazanmasına bağlı görünüyor. Rus uçağının düşürülmesi sonrasında ve özellikle “İklim Zirvesinde” Türkiye’nin her türlü uzlaşmacı tavrına karşı Putin’in izlemiş olduğu irrasyonel politikaları bu çerçevede görmek mümkün. Putin’in Türkiye’ye sürekli olarak ekonomik, siyasi ve askeri tehditlerde bulunması ve ambargolar uygulaması anlaşılabilir bir durum değil. Lazkiye’de kendi uçakları ve Esed için Krasukha-4 elektronik harp sistemleri ile hava kalkanı oluşturması, Akdeniz’de Lazkiye kıyılarına yakın demir atan ve denizde kullanılan “Fort Hava Savunma Füze” sistemine sahip Moskova Kruvazörü ile Lazkiye üssünde S-400 Füze Savunma sistemlerini konuşlandırarak uzlaşmaz tavrı ve sürekli olarak “krizi tırmandırma” stratejisi uygulaması, ABD ve NATO’yu tetikleyerek bölgede gerilim yaratmak suretiyle “Petrol varil fiyatını yükseltmeye” çalıştığı artık bir sır değil. Anlaşılamayan, ABD ve NATO nasıl oluyor da Rusya’nın bu basit taktiklerini göremiyor veya görmek istemiyor. Bölgede tıpkı Rusya gibi gerilimi tetikleyecek şekilde ABD ve NATO üyesi ülkeler, Türkiye için Akdeniz’e uçak ve savaş gemileri gönderiyor. Suriye tehdidine karşı çekilen Patriotlar yerine ABD, İtalya ve Almanya’nın yeni geliştirdiği MEADS Füze Savunma Sistemi’nin getirilmesi de söz konusu. Rusya-Türkiye arasında bir savaş olmayacağı her iki ülke tarafından açıkça deklere edilmişken, gerek Rusya’nın gerekse NATO ve ABD’nin Suriye’de “PKK koridorunun tamamlanması” gibi birçok stratejik konularda işbirliği içinde bulundukları açıkça ortadayken, müştereken “gerilim stratejisi” uygulamaları, “yoksa oyun içinde oyun mu var?” sorusunu akıllara getiriyor. Rusya, Suriye’nin %14’üne hâkim Esed’in çağrısı üzerine BM’nin verdiği yetki ile Suriye’yi işgaline meşruiyet ararken, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Esed’i Suriye Devlet Başkanı olarak lanse edip DAEŞ’ın bitirilmesinde Esed ile işbirliği yapılmasına dönük son açıklamaları, ABD ve Rusya’nın Suriye iç savaşında DAEŞ ile mücadele stratejilerinde ‘tavşana kaç tazıya tut’ deyimini akıllara getirdi. Putin, Suriye’de 380 bin insanı, kendi vatandaşlarını konvansiyonel ve kimyasal silahlarla katleden, yaklaşık 10 bine insanı ortaçağdan kalma işkence yöntemleri ile öldürdüğü belgeli olarak ortada duran, 10 milyon vatandaşını ülkesinden komşu ülkelere göçe zorlayan, yüzyılın katili Esed ve rejimini desteklemek ve koruma altına almak suretiyle büyük bir insanlık dramı ve ayıbına ortak olmaktadır. Putin Suriye’yi işgale başladığı günden günümüze, Orta Doğu’da kurduğu ittifaklar çerçevesinde darbe üstüne darbe alıyor. Analistler, Janet Yellen’in açıklamalarının, FED’in 15-16 Aralık tarihli toplantısında faizleri arttırabileceği beklentisini güçlendirdiğini, bu durumun petrol fiyatlarındaki düşüşü beraberinde getirdiğini söylüyor. Petrol ihraç eden ülkeler örgütü (OPEC) ham petrol üretimini günlük olarak 1,5 milyon varil arttırma kararı alması sonrasında petrol fiyatları 1 dolara yakın düşmüştü. Petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş zaten darboğazda olan Moskova’yı ekonomik çöküşe doğru hızla sürüklüyor. Bu çöküşü OPEC’in ham petrol üretiminde tedarik politikalarını değiştirmemesi önemli bir rol oynuyor. Rus savaş uçağının düşürülmesi sonucu Cumhurbaşkanı Erdoğan Putin’e yaptığı çağrıda “Gelin bu meseleyi aramızda kendi içimizde konuşup çözüme kavuşturalım. Kimseyi de sevindirmeyelim” demişti. Ancak Çar olma sevdasında olan Putin egolarını mantığının önüne koyarak gerilimi arttıran açıklamalarına devam etmişti. 25 Kasım’da Rus Savunma Ataşesine bilgi veren Genelkurmay yetkilileri uçağın ısrarla uyarılması sırasında milliyetinin bilinmediği belirtilmişti. France 24 kanalına konuşan Erdoğan’da “Rus uçağı olduğunu bilseydik, belki uyarılarımızı farklı bir şekilde yapardık.” diyerek düşürülen uçağın Rusya’ya ait olduğunun sonradan fark edildiğini açıklamıştı. Rus savaş uçağının düşürülmesini “Düşmanca bir tavır” olarak niteleyen Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ile yaptığı ortak basın açıklamasında düşürülen Su-24 uçağının uçuş bilgilerinin Türkiye’nin de aralarında bulunduğu koalisyon güçlerine bildirilmesi için ABD’ye iletildiğini belirtmişti. Putin’in açıklamasında işaret ettiği mekanizma, Rusya’nın 30 Eylül’de Suriye’nin davetiyle DAEŞ terör örgütü ile mücadele(!) kapsamında Suriye içinde terör gruplarına yönelik hava operasyonlarına başlaması üzerine, ABD ile Rusya arasında çakışma olmaması ve olası yanlış anlamaların önüne geçmek için 20 Ekim’de Rus ve DAEŞ karşıtı koalisyon ülkeleri adına Amerikalı yetkililer tarafından bir mutabakat zaptı imzalanmıştı. Hatta bu konuda, 3 Kasım’da ABD ve Rus uçakları acil iletişim kanallarını test etmek üzere bir tatbikat da gerçekleştirmişti. Anlaşma kapsamında Rusya ve ABD Suriye üzerindeki uçaklarının konum ve irtifa bilgilerini önceden paylaşmaya başlamıştı. Bu kapsamda ABD’nin, Rusya’nın paylaştığı bilgileri aralarında Türkiye’nin de bulunduğu diğer koalisyon üyelerine iletilmesi de kararlaştırılmıştı. Ancak ABD’nin Türkiye ile bu yönde bir paylaşıma gitmediği gibi ABD öncülüğündeki koalisyonun DAEŞ’e karşı yürüttüğü Doğal Kararlılık Operasyonu Sözcüsü Albay Steve Warren, Türk hava sahasını ihlal eden savaş uçağının düşürülmesi konusunda, savaş uçağının 10 kez uyarıldığını kendilerinin de duyduğunu bildirmişti. Amerikalı yetkililer, Türkiye’nin düşürdüğü Su-24 savaş uçağına yönelik ikazlarını duyduklarına göre, uçağın milliyeti, konumu ve irtifa bilgileri de mutabakat gereği Rusya’dan bildirilmesine rağmen neden Türkiye’ye sınır ihlali yapan uçağın Rus savaş uçağı olduğunu iletmemişlerdi. Mesele çok basitti. Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun süreden buyana dünyanın 5’ten büyük olduğu söylemi ile BM ve NATO’nun küresel emperyalizmin araçları olduğu eleştirisini getirerek Türkiye’nin yönünü Batı’dan Avrasya’ya çevirebileceği yönde stratejik ve taktiksel manevralar ile NATO ve Birleşmiş Milletlerin Türkiye’nin tek seçeneği olmadığını göstermek istemişti. ABD bir taraftan Rusya’nın zımni bir anlaşma ile Suriye’ye müdahale etmesine yönelik gelişmeleri tezgâhlarken, uçak krizi ile Rusya ve Türkiye’nin arasının açılmasını sağlamıştı. Diğer taraftan FED’in faiz yükseltmesi ve OPEC’in günlük petrol üretimini kısmak yerine artırması suretiyle petrol varil fiyatlarının özellikle düşürülerek zaten ambargo nedeniyle zor durumda olan Rusya’nın ikinci Vietnam’ı bu kez Suriye’de yaşaması ve Rusya’nın Suriye’den çıkamaması adına Obama başkanlığında ABD’nin örtülü stratejik hamleler hazırlığında olduğu, Obama’nın “Putin’in hesapları değişecek” açıklamasında gizli gibi görünüyor. ABD Başkanı Barack Obama, Rusya’nın Suriye’deki tutumunun gelecek aylarda değişebileceğini belirterek, “Rusya’nın hesaplarında değişiklik olacağını düşünüyorum. Bence Putin’in beklediği sonuç, bu sonuçsuz ve felç edici iç savaş değildi.” demişti. ABD-NATO ve BM, Rusya’nın gerilim stratejisine bilinçli katkı sağlayarak Türkiye’nin yönünü tekrar Batı’ya dönmesine yönelik faaliyetlerini hızlandırmış görünüyorlar. Türkiye’nin AB ülkeleri içine alınması İsrail–Türkiye yakınlaşmasına yönelik girişimler bu anlamda bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. |
Bir yanıt yazın