KAYNAK : Stratejik Düşünce Enstitüsü
İlk Dünya Savaşı ile Osmanlı Devleti yıkılınca küresel denge ve düzen temelden sarsıldı. Üç kıta yedi denizde 20 milyon km2 de 6 asır hükümran olmuş, Orta Doğu, Afrika, Uzak Doğu, Balkanlar, Kafkaslarda medeniyet inşa etmiş ve güç haritası belirlemiş İstanbul, Anadolu merkezli bir imparatorluğun dağılması yeryüzü haritasını kaosa sürükledi. Galip devletler İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Osmanlı coğrafyasını paramparça ederek paylaştılar. Sykes-Picot haritası üzerinde örtülü bir anlaşmayla bir bölge ve dünya düzeni kurdular. Bu emperyalist bir sömürge düzeniydi. Osmanlı coğrafyasında 40’ın üzerinde devletçikler kurdular. Sömürge valileri, vesayet bekçileri, kukla-piyon emirler, krallar, despot monarşiler üzerinden işgal ve sömürü düzenlerini inşa ettiler. İşgalle, kanla, baskıyla, talanla, esaretle sömürdükleri ülkelerden kazandıkları kirli sermayenin gücüyle teknolojik üstünlük ve haram bir refaha ulaştılar. BM, AGİT, Dünya Bankası, IMF, NATO gibi uluslararası kurum ve kuruluşlarla, küresel sistemi, yani hegemonyal sömürü düzenini güçlendirerek tahkim ve idama ettirdiler.
Müslüman halklara ve coğrafyaya hâkim olan Osmanlının ilgası, Müslümanların birliğini, vahdetini temsil eden Hilafetin ortadan kaldırılmasıyla rehbersiz ve başsız kalan Müslümanlar yüzyıldır uzun bir fetret dönemi yaşadılar. Kurulan bu dünya düzenine razı olunması, isyan edilmemesi için Müslüman ülkeler terör, iç çatışma, savaş, kriz, kaos ve her türlü gayri insani baskılarla sindirildi ve terbiye edildiler. Müslüman ülkeler kendilerini savunamaz, ülkelerini yönetemez, karınlarını doyuramaz bir acziyete, mağlubiyete ve sefalete mahkûm edildiler. II. Dünya Savaşı ile bu dünya statükosu ve sömürge düzeni revizyona tabi tutuldu. ABD’nin de etkin olduğu güncellemeler ve kısmi güç değişimleri ile günümüze kadar geldi. Küresel ve bölgesel statükoya her itiraz ve başkaldırı şiddetle, kanla, darbe ve katliamlarla bastırıldı. En son 6 yıl önce Tunus, Mısır, Libya, Yemen’de başlayan, Suriye’de devam eden, bütün Orta Doğu ve İslam coğrafyasını etkileyen demokrasi, özgürlük, hak arayışları ile ortaya çıkan Arap Baharı Mısır’da darbeyle, Libya, Yemen ve Suriye’de iç savaşla boğuldu. Suriye başta olmak üzere bütün bölge bu kalkışmanın bedellerini elan ödüyor. Suriye’de küresel sistemin muhafızı Esad rejimi kendi Müslüman halkının 350 binini katletti. 12 milyon insan evinden, yerinden, yurdundan oldu. 5 yıldır devam eden iç savaş ülkeyi harap etti. İşgalci güçlerin, terör gruplarının elinde emperyalist güç mücadelelerinin yaşandığı savaş arenasına çevrildi. Sykes-Picot düzeni, II. Dünya Savaşı’nda iki kutuplu NATO-Varşova dünya dengesiyle revize edildi. 1990’da Sovyetlerin dağılmasıyla tek kutuplu ABD merkezli Batı eksenli uluslararası sistem konsolide oldu. Afganistan, Irak işgalleri ve Ukrayna, Gürcistan açılımlarıyla soğuk savaşın zaferinin sonuçlarını tahsil etmeye çalışan ABD ve Batı’nın nefesi tükendi. Küresel güç dengeleri ve uluslararası sistem hızla değişirken hiç bir devlet değil sistemi, yakın çevresini bile tek başına şekillendirme imkânına sahip değil artık. Bu gün ABD, Dünya’da da Orta Doğu’da da tek aktör değil. Pasifiği, Akdeniz’i, Körfez’i ve Orta Doğu’yu birlikte yönetmeye gücü yetmiyor. Avrupa kendi problemlerini çözemiyor. “Batı ittifakı” tek başına Irak-Suriye krizlerini ve İran-Rusya etkilerini bertaraf etmeye yetmiyor. Rusya; Gürcistan, Kırım ve Ukrayna’dan sonra Suriye’ye de saldırarak tarihi egosunu tatmin ediyor. Çin henüz Orta Doğu’ya gelemiyor. Dünya küresel güçlerin “gücünden” çok sorunlarına tanıklık ediyor. Orta Doğu’da ciddi bir stratejik boşluk var. Bölgede mutlak egemen bir güç yok. Küresel rekabetin odaklandığı Suriye, Doğu Akdeniz, Irak ve Orta Doğu’da “it izi kurt izine karışmış.” Kimin kiminle ittifak kuracağı, işbirliği yapacağı veya çalışacağı belirsiz. Anlık değişen ortaklık ve ilişkiler yaşanıyor. Stratejik belirsizlik ve boşluk, güç yetirememe had safhada. Bütün bunlar yeni sistemin ve statükonun kurulma sancıları. Kurulmuş ortaklıklar bozulurken, yeni ittifaklar kurulurken haritalar, enerji kaynakları ve zenginlik alanları stratejik kaygıları tırmandırıyor. Orta Doğu jeopolitiğinin en stratejik bölgesinde yer alan Türkiye bu ittifak değişimlerinin coğrafyasında her ülke ve grupla sorunlar yaşıyor. Bu kaçınılmaz bir sonuç. Aynı zamanda yeni dönemdeki bu ittifakların biçimini, niteliğini, hem de etkinliğini belirleyecek en önemli oyunculardan birinin Türkiye olduğunu da gösteriyor. Dün ABD Irak’ta çok etkinken, İran ve Suriye ile iyi ilişkileri olan Türkiye’nin AB ilişkileri donmuş, İsrail’le arası açılmış, Rusya ile yakınlaşmış ve Kürt Çözüm Süreci başlamıştı. Bugün AB ile ilişkiler canlanmış, Kıbrıs’ta çözüm umutları artmış, Rusya, İran, Irak ve Suriye ile çatışma hali var ve Kürt açılımı donmuş halde. Bu hal bölge jeopolitiğinin konjonktürel ve yukarıda izah edilen değişimlerinin Türkiye’ye yansımalarıdır. Atlantik ve Pasifikten sonra Akdeniz’de, Orta Doğu’da bir güç temerküzünün şekillendiği gözlenmektedir. Yeni Orta Doğu projesi, Arap Baharı’nın kışa döndürülmesi nihayet özellikle Irak ve Suriye’de ülkeler, terör örgütleri ve değişik grupların kıyasıya mücadele verdiği bir dünya savaşının prototipi yaşanıyor. Ateşi bazen Afrika, bazen Avrupa, bazen Türkiye ve ABD’de parlayan Orta Doğu, Suriye odaklı gerilim tüm dünyayı yakacak potansiyelini her gün güçlendiriyor. Sıcak çatışmalar, bombalamalar, terör saldırıları, göçmen akını küresel bir kriz olarak büyüyor. III. Dünya Savaşı’nın çoktan başladığını söyleyen analistler çoğalıyor. “Bu dünya böyle gitmez”, “dünya 5’ten büyüktür” küresel itirazları barışla olmayacaksa savaşla yeni bir dünya düzeninin çağrısı ve mesajı olarak yorumlanabilir mi? Yeni Türkiye Küresel güç dengeleri değişirken, dünya statükosu sarsılırken Türkiye’de değişimden ve yenilenmeden nasibini alıyor. Yeni Türkiye vizyonu adım adım şekilleniyor. Küresel statükonun belirlediği vesayet düzeni yıkıldı. Eski Türkiye’nin kodları yenileniyor. Dışa bağımlı, güdümlü yapı, kurum, kural ve politikalar değişiyor. Bağımsız, yerli, öze dönük, kendi değer ve menfaatlerini önceleyen, milli irade kaynaklı yeni rejim her yıl daha güçleniyor. 21. yüzyıl Türkiye’sini oluşturma vizyonu stratejik bir hedeftir artık. Medeniyet coğrafyasını birleştirme ve dayanışma mücadelesi, yeni bir güç haritası inşa etme çabası Yeni Türkiye vizyonudur. NATO, Batı, ABD, AB merkezli uluslararası dünya düzenini sorgulayan Türkiye daha adil, demokratik ve barış içinde bir dünya düzenini talep ediyor. Blok baskılarından uzak, bağımsız politika ve ülke çıkarlarına odaklı stratejileri geliştirme, kendi oyununu kurma Türkiye’nin yeni güç vizyonu, İslam dünyası, Türk dünyası, medeniyet coğrafyası önceliği artık. İslam dünyası ile İslam İşbirliği Teşkilatı ve devletten devlete ilişkilerle ortak güvenlik, ortak istihbarat yapılanmalarını kurmaya çalışırken, askeri üs ve savunma sanayindeki dayanışmalarını da güçlendiriyor. 1,7 milyar Müslümanın yaşamsal beklentilerine cevap verecek mekanizmalar ve ortak akıl oluşturuluyor. Başta Azerbaycan olmak üzere Türk dünyası ise enerji, güvenlik, ticaret ve siyasi alanda stratejik düzeyde yakınlaşmalar var. Türkiye’nin gelecekte siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak kurucu roller üstlenebilecek potansiyeli var. İşte tamda bunun için Türkiye içeriden ve dışarıdan kuşatılmak isteniyor. Türkiye bu iç ve dış kuşatma ve işgal hamlesine direnecek, bu kuşatmayı yaracaktır. İki cepheli savaşı Türkiye kazanacak, bölgesel gücünü, küresel rolünü artıracak, Yeni Türkiye vizyonu ile tarihi misyonunu tamamlayacaktır. |
Bir yanıt yazın