KAYNAK : Stratejik Düşünce Enstitüsü
İnsanlığın yerleşik yaşama geçtiği yaklaşık 10.000 yıl öncesinden bu yana Dünya ılık bir dönemden geçiyor. Bu süre, Dünya’nın yaşı göz önüne alındığında bir göz açıp kapama süresi kadar kısa. Aslında dünya zaman zaman değişen sürelerle bazen ısınıyor bazen de soğuyor. Bilim insanları dünyanın tıpkı 11.500 yıl önce sona eren “buzul çağı” gibi yine soğuk bir döneme girmesini öngörüyordu. Ne var ki son 30 yılda yapılan gözlem ve araştırmalar iklimin soğumak ya da var olan durumunu korumak şöyle dursun giderek ısındığını ortaya koydu. Dünyamız beklenmedik bir şekilde ısınıyordu. Geçen yıl 80 ülkeden 800’ün üzerinde bilim insanının katkısıyla hazırlanan BM Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Beşinci Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin tüm dünya çapında hissedildiğini ve iklim sistemindeki ısınmanın aşikâr olduğunu vurguluyor. Raporun tespitlerine göre, atmosfer ve okyanuslar ısınmış, kar yağışı ve buzul miktarı azalmış, deniz seviyeleri yükselmiş ve karbondioksit (CO2) konsantrasyonu son 800 bin yılda eşi görülmemiş seviyelere ulaşmış durumda. 1983 ve 2012 yılları arası, Kuzey yarım kürede son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olmuştur. 1880 ve 2012 yılları arasındaki dönemde kıtalar ve deniz yüzeylerinin ısı verileri birlikte değerlendirildiğinde, ortalama 0,85 derecelik bir ısınma artışı olduğu görülüyor.
Bu ne anlama geliyor? Ya da biz farkında olmadan neleri yaşıyoruz? Aşağıda NASA tarafından uydudan 2005 ve 2007 Eylül’ü arasında çekilmiş olan resimlerde Kuzey kutbu (Artric) yüzen buz kütlesinin belirgin bir şekilde küçülmüş durumda olduğu görülmekte. 1979 yılından beri NASA tarafından yıllık olarak yayımlanan görüntülere göre her yıl bu yüzey alanının % 13 azaldığı görülmekte. Güney kutbunda (Antarctic) şimdilik bir değişiklik yok. Buzulların erimesi denizlerin yükseleceği anlamına geliyor. IPCC uzmanlarının tahmini 2100 yılına kadar ortalama denizlerin seviyesinin 26 cm den 82 cm’ye yükseleceği şeklinde. Bu gerçekleşirse tüm adaların, deltaların ve kıyı şeridinin tehdit altına gireceği aşikâr. Yine küresel ısınmanın bir sonucu olarak eriyen Himalaya buzulları ve düzensiz yağışlar yüzünden ölümcül sellerle Pakistan’ın başı dertte. Karadeniz bölgesinde meydana gelen sel felaketlerini hatırlatmama gerek yok. Bilindiği gibi ormanlar CO2 için etkili yutak alanları. Fotosentez ile ağaçlar karbondioksiti yutup oksijeni salıyorlar ki bu bizim için hayati bir mucize. (Yasin/80: Yeşil ağaçtan sizin için ateş (oksijen) kılan (çıkaran) O’dur. Böylece siz ondan yakarsınız.) Gelin görün ki yeryüzündeki orman varlığı 4 asır önce % 66 seviyesindeyken bugün bu oran insan eliyle yarı yarıya azaltılmış durumda. Sadece 2000-12 yılları arasında 23 milyon hektar orman tahrip edildi yeryüzünde. Böylece çölleşmeye davetiye çıkarıyoruz. Çölleşmeden etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Geçmiş hükümetler bu tehlikenin farkına vararak 2008-12 yılları arasında yaklaşık 2,3 milyon hektar (Trakya büyüklüğü kadar) alanda ağaçlandırma çalışması yaptı. Bu faaliyet BM tarafından dünyaya örnek çalışma olarak gösterildi. Tahrip olan habitat ve ekosistem yüzünden birçok türün yok olacağını da eklemeliyiz. Mevcut hayvan ve bitki türlerinin % 20-30’u yok olma tehdidi ile karşı karşıya olduğunu belirtiyor bilim insanları. Peki, bindiği dalı kesen ülkeler/yönetimler olan biteni seyrediyorlar mı yoksa bir şeyler yapma gayretindeler mi? İklim değişikliği ile mücadelenin tarihine kısaca göz atmanın sırası şimdi. İklim Değişikliği Müzakere Sürecinin Tarihçesi Birleşmiş Milletler çevre ve iklim değişikliği hakkında kurgulanan uluslararası projelerin girişimcisi olarak öne çıkmakta ve başat rol oynamaktadır. İklim değişikliği müzakere süreci, 5-16 Haziran 1972 tarihleri arasında Stockholm’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası İnsan Çevresi Konferansı ile başladı. Konferansta kabul edilen Stockholm Deklarasyonu’nda, insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki olumsuz etkileri vurgulanmış ve çevresel sorunların sınır aşan özellikleri nedeniyle, bu sorunların ancak uluslararası ortak çabalar ile çözülebileceği belirtilmiştir. Bu gelişmenin ardından 12 Aralık 1972’de BM Çevre Programı (UNEP) kuruldu. 1988 yılında düzenlenen Değişen Atmosfer Toronto Konferansı’nda, CO2 emisyonlarının 2005 yılına kadar % 20 azaltılması ve bu kapsamda uluslararası bir sözleşmenin hazırlanması önerildi. İklim değişikliği ile ilgili bilimsel çalışmaların yapılması amacıyla, UNEP ve WMO tarafından Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kuruldu. Aynı yıl, BM Genel Kurulu’nun kabul ettiği, “İnsanoğlunun Bugünkü ve Gelecek Kuşakları için Küresel İklimin Korunması” konulu 43/53 sayılı kararında, küresel iklim sisteminin insanlığın ortak mirası olduğu ve iklim değişikliğinin ise insanlığın ortak sorunu olduğu belirtildi. 1992 Rio de Janeiro Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS/UNFCCC), insan kaynaklı faaliyetlerin neden olduğu iklim değişikliği olgusuna karşı uluslararası alanda atılan en önemli adımı teşkil etmektedir. İngilizcesi Taraflar Konferansı (Conference of the Parties) anlamına gelen COP’ta alınan kararla BMİDÇS, 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve Sözleşmeye Türkiye’nin de dâhil olduğu 194 ülke ve AB taraftır. Sözleşme’nin amacı, insan kaynaklı faaliyetlerin iklim sistemi üzerinde yarattığı tehlikeli etkiyi engellemek amacıyla atmosferdeki sera gazı birikimlerini durdurmaktır (UNFCCC, 1992). Endonezya’nın Bali adasında yapılan bir başka COP toplantısında Bali Eylem Planı (UNFCCC, 2007) kararlaştırılmış ve bu plana göre 2012’de yükümlülük süresi dolan meşhur Kyoto Protokolü’nden sonra 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren 2. bir taahhüt dönemine geçiş, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Japonya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin taahhüt almamış olması yüzünden kadük kalmıştır. Bu gelişmeler üzerine, Türkiye’de özel şartları gereği taahhüt almayacağını beyan etmiştir. 2009 yılında Kopenhag’da düzenlenen COP15’te üzerinde mutabık kalınan Kopenhag Mutabakatı; küresel sıcaklık artışının 2°C ile sınırlandırılması, kalkınmanın düşük karbon stratejisiyle desteklenmesi, uyum, azaltım, teknoloji ve kapasite geliştirme konularında yapılacak desteklerin kayıt altına alınması, gelişmekte olan ülkelere finans desteğinin sağlanması, Yeşil İklim Fonu’nun kurulması ve teknoloji transferi için teknoloji mekanizmasının kurulması iradesini ortaya çıkarmıştır. Taraflar görüşmelere COP16 Cancun (2010) ve COP17 Durban Zirvelerinde (2011) devam etmeye karar vermiştir. Cancun Zirvesi’nde küresel ısınmayı 2oC ile sınırlama konusunda karar alınmış, bu kararı takiben Teknoloji Mekanizması ve Yeşil İklim Fonu gibi hedefi tutturmayı destekleyecek mekanizmalar geliştirilmiştir. Alınan kararlar ve geliştirilen mekanizmalara rağmen COP17 Durban Zirvesi ve COP18 Doha Konferansı (2012) da iklim değişikliğini azaltmak için yeni bir uluslararası rejim oluşturma konusunda istenilen görüş birliğini sağlayamamış ve Kyoto Protokolü’nün uygulama süresinin 2020 yılına kadar uzatılmasına karar verilmiştir. COP21’de Neler Görüşülecek? COP toplantılarının 21’incisi bu sene 30 Kasım – 11 Aralık 2015 tarihleri arasında Paris’te düzenlenecektir. Alınan kararları ve Türkiye tarafından yapılan iklim değişikliği ile ilgili mücadele çalışmalarını inşallah bir başka yazımızda kaleme alırız. COP21 -yani Paris Konferansı- Kyoto’nun süre bitimini takiben 2020 yılından sonraki iklim değişikliği politikasını belirleyecektir. İklim değişikliği adaptasyon ve hafifletme konuları, konferans gündeminin temel başlıkları olacaktır. COP21, seleflerinden farklı olarak, iklim değişikliğini kontrol altında tutabilmek için küresel çapta yasal olarak bağlayıcı bir anlaşma hedeflemektedir. Paris öncesi COP konferanslarında uzlaşı sağlanamaması sorunu göz önünde bulundurulduğunda, Paris’ten bütün tarafların kabul edip benimseyeceği bir kararın çıkması küresel iklim değişikliği stratejisi için hayati önem taşımaktadır. G20’nin İklim Değişikliğine Yaklaşımı Bildiğiniz gibi 15-16 Kasım 2015 tarihlerinde yapılan ve birçok ilklere sahne olan 2015 G20 Antalya zirvesi, Dünyanın en büyük 20 ekonomisini oluşturan G20 üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı yıllık olağan toplantıların onuncusuydu ve Türkiye en büyük uluslararası platform olan bu Zirve’ye ev sahipliği yaptı. Zirvenin ilk iş yemeğinin konusu “Kalkınma ve İklim Değişikliği” oldu. 16 Kasım 2015 tarihinde yayımlanan G20 Liderler Bildirgesinin 24. maddesi bu yazının konusu olan iklim değişikliğine ayrıldı: “İklim değişikliği zamanımızın en büyük sınamalarından biridir. 2015’in iklim değişikliği ve etkileriyle ilgili etkin, güçlü ve müşterek eylem gerektiren kritik bir yıl olduğunun farkındayız. Lima Eylem Çağrısında belirtildiği üzere, 2oC derecenin altı hedefini teyit ediyoruz. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) altında tüm taraflara uygulanabilir hukuki bağlayıcılığı olan bir protokol, başka bir hukuki araç veya mutabık kalınmış bir çıktı kabul edilmesi için kararlılığımızı vurgularız. Eylemlerimiz büyüme ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyecektir. Paris Anlaşması’nın adil, dengeli, iddialı, kalıcı ve dinamik olması gerektiğini teyit ederiz. Paris’te farklı milli koşullar ışığında, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler prensibini yansıtan iddialı bir anlaşmaya ulaşma taahhüdümüzün altını çizeriz. BMİDÇS’nin iklim değişikliği müzakereleri için başlıca uluslararası hükümetler arası organ olduğunu tekrar vurgularız. Tüm G20 ülkeleri de dâhil 160’ın üzerinde tarafın BMİDÇS’ne ulusal olarak niyet ettikleri katkılarını (INDC) sunmuş olmalarını memnuniyetle karşılıyoruz ve henüz sunmamış olanları, bunu Paris Konferansı öncesinde gerçekleştirmeye davet ediyoruz. INDC’lerimizi uygulamaya hazırız. Önümüzdeki günlerde Paris’te ileride izlenecek yolun belirlenmesi için müzakerecilerimizi, diğer hususlara ilaveten, salım azaltımı, uyum, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi ile şeffaflık gibi kilit konuların görüşülmesine yapıcı ve esnek bir biçimde müdahil olmaları yönünde talimatlandıracağız. Paris 21. Taraflar Konferansı’ndan başarılı bir sonuç çıkması için beraberce çalışma kararlılığındayız.” Yukarıdaki satırlar dünya gayri safi milli hasılasının (GSMH) % 85’ini ve dünya nüfusunun % 76’sını temsil eden en büyük uluslararası platform olan G20 Liderlerinin kararlarını yansıtıyor. Bakalım önümüzdeki günler neyi gösterecek? Müh. Ali Rıza SAKLICA Çevre Uzmanı |
Bir yanıt yazın