Geleneksel İslam düşüncesine ve bu düşüncenin günümüzdeki temsilcisi olan şarlatanlara göre; İslam’ın şartı 5’tir!
Bu beş şartı eksiksiz yerine getirdiniz mi tamamdır!
Cennet de, huri de, kevser şarabı da garantidir sizin için!
Oysa yok öyle yağma;
Çünkü bu, Müslümanları uyutmak ve oyalamak için uydurulmuş ve asırlardır söylenen koskoca bir yalandır!
Zira İslam’ın şartı, Kur’an’daki hüküm ayetlerinin sayısından hareketle siz deyin 500, ben deyim 900!(1).
Kur’an’daki toplam ayet sayısından hareketle öbürü de desin 6236!
Ne demek mi istiyorum?
Demek istiyorum ki; Kur’an’da emir ve nehiy (yapmak ve yapmamak) anlamında ne kadar hüküm ayeti varsa, İslam’ın şartı da o kadardır!
Bir insan, bu hüküm ayetlerinden birisini bile yerine getirmemiş olsa, gerçek anlamda Müslüman olamaz!
İnkâr etmediği sürece Mümin olur ama gerçek anlamda Müslüman olamaz demek istiyorum.
Namaz kılacaksın ama haramı da yiyeceksin, Oruç tutacaksın ama zinayı da yapacaksın, hacca gideceksin ama tefecilik de yapacaksın, devletin başına imam, yani önder-lider olacaksın ama, devletin malını da aşıracaksın veya ona-buna peşkeş çekeceksin, zekât vereceksin ama vergiyi de kaçıracaksın(yani hırsızlık yapacaksın), kelime-i şahadet getireceksin ama Allah’ın emirlerine, peygamberinin tavsiyelerine uymayacaksın, olmaz; böyle Müslümanlık olmaz!
…
Peki hocam şu halde Kur’an’da kaç tane hüküm ayeti vardır; söyle ki gereğini yapalım!
Bu sorunun cevabını tam olarak söyleyebilen bugüne kadar hiç çıkmamıştır.
Şu yarım aklımla ve konunun uzmanı olmayan bir kişi olarak ben nereden bileyim dostlarım?
Ancak benim bildiğim kesin bir şey vardır; o da İslam’ın şartının kesinlikle 5 olmadığı, İslam’ın ilk iki şartının olsa olsa ahlaklı iyi insan olmak ve meşru yolda çok çalışmak olduğudur!
Bu iki temel ve genel şartı yerine tam anlamıyla getirdin mi, tamamdır.
Gerisi büyük ölçüde teferruattır!
Gerisi sadece senin insanlar arasındaki dini kimliğinin tespiti ve elbette Allah nazarındaki derecenin durumu ile alakalı şeylerdir.
Allah nazarındaki üstünlük ise ancak Takvadadır.
Nedir Takva; Allah’tan korkmaktır.
Kim Allah’tan daha çok korkuyorsa, o Allah’ın yanında çok daha değerlidir.
Peki, Allah’tan nasıl korkulur?
Allah’tan ancak onun emirlerine uyarak, nehiylerinden, yani yasaklamalarından kaçınarak korkulur.
E zaten, Kur’an’daki hüküm ayetleri de “Emirler” ve “Nehiyler” üzerine kurulu olduğuna göre, bu emir ve neniylere uyan kişiler zaten önce iyi insan, sonra da iyi Müslüman’dır.
Esasen Kur’an, iyi Müslüman’ı tarif ederken aynı zamanda iyi insanı da tarif eden bir kitaptır.
Çünkü iyi Müslüman, aynı zamanda iyi insandır da.
Peki bunun tersi mümkün müdür?
Yani her iyi Müslüman aynı zamanda iyi insan olmakla birlikte her iyi insan iyi Müslüman mıdır?
İşte orada bir kısım davranış şekilleri devreye girer ki; biz onlara genel olarak İslam’ın Şartları diyoruz.
Demek oluyor ki; İslam’ın şartları, iyi insanlar arasında Müslüman olanları ayırt etmek için konulmuş ya da geliştirilmiş kurallar bütünüdür ve genelde ibadetlerle alakalıdır; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini de içine alacak biçimde Kelime-i Şahadet getirmektir.
Peki, diğer din mensupları Allah’a ibadet etmiyorlar mı?
Evet ediyorlar; onlar da mesela kilise ve havraya giderek ibadet ediyorlar, hacca gidiyorlar, oruç tutuyorlar, muhtemelen zekâtı andıran biçimde birbirleriyle yardımlaşıyorlar.
İşte burada da ibadetlerin yeri ve şekli önem taşıyor.
Müslüman olan bir Mü’min, Müslüman gibi ibadet etmek zorundadır.
Mesela hac için, Kudüs’e, Efes’e veya Vatikan’a değil de Kâbe’ye gitmek durumundadır vs.
…
Geçenlerde bir TV kanalında izlediğim bir ilahiyat profesörü, dedi ki; “Kur’an’da ne kadar ayet varsa, İslam’ın şartı da o kadardır!”
Son derece anlamlı olmakla birlikte genel-geçer bir ifade olduğu için buradan bir sonuç elbette çıkarılamaz.
Çünkü Kur’an ayetlerinin tamamı (yap veya yapma anlamında) hüküm ayeti değildir.
Kur’an’da, kişiye özel bazı bilgiler olduğu gibi, geçmiş kavimlere ait hikayeler, hadiselere ilişkin nakiller ve darbı meseller, ayrıca kimi tasvirler de vardır.
Bir veya birkaç harften ibaret olup anlamı konusunda görüş birliği bulunmayan ayetler de vardır.
Elbette, Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi Belkıs arasındaki diplomatik ilişkilerin anlatıldığı hikayeden hareketle, İslam’ın, kadınların çalışmasına ve hatta devlet reisi olmalarına bile cevaz verdiği şeklinde bir hüküm çıkarılması örneğinde olduğu gibi, bu tür ayetlerden de kimi hükümler çıkarılabilir!
Şu halde; Kur’an’da kaç tane hüküm ayetinin olduğunu tespit etmek biraz da bilgi birikimi, uzmanlık, sağlıklı akıl ve düşünme yeteneği, en başta da siyasetten, ayrıca isimleri ve maksatları her ne olursa olsun baskı gruplarının etkisinden sayrılmış sağlıklı ve tarafsız bir bakış açısı gerektirmektedir.
…
Asırlardır “İslam’ın Şartları” olarak dayatılan 5 şarta gelince; bunların büyük ölçüde ibadetlerle alakalı olduğunu ve Müslümanları dünya işlerinden, çalışmaktan ve düşünmekten alıkoymaya yönelik olduğunu görürüz.
Elbette bu şartların de Kur’an’da yeri vardır; ancak Kur’an’da Müslümanlar için konulmuş diğer birçok şarta kıyasla, öncelikle bu şartların “İslam’ın Şartları” olarak ön plana çıkartılması, biraz da vaktiyle siyasetin etkisiyle ve yönlendirmesiyle fetva veren ulemanın hatası ve işgüzarlığıdır!
Hakkında pek çok ayet bulunan güzel ahlaklı olmak, güzel ve faydalı işler yapmak, iyi insan olmak, aklı çalıştırmak, ilim tahsil etmek, çok çalışmak, insanlara iyilik yapmak gibi şartları bir tarafa koyarak, hakkında daha az ayet bulunan oruç tutmak ve hacca gitmek gibi ibadetleri ön plana çıkarıp, İslam’ın şartı diye sunmak, olsa olsa Müslümanları zapt-u rapt altına almaya yönelik bir siyasetin ürünüdür.
Çünkü bu tür şartları yerine getirmenin, idareciler açısından hiçbir maliyeti yoktur; mesela yatırım yapmayı gerektirmez!
Oysa ilim tahsil etmek, üretime dönük faaliyetlerde bulunmak, üretilen mal ve hizmetleri adilane paylaştırmak, yatırım yapmayı, para ve emek harcamayı gerektirmektedir.
Bunun yanında “32 Farz” olarak geliştirilen kurallar bütününün de, genel olarak İslam’ın şartı olarak belirlenen çeşitli ibadetlerin teferruatlarından ibaret olduğu ve hemen tamamının birbirleriyle irtibatlı oldukları görülmektedir. Mesela ulema, elbette ilgili Kur’an ayetlerinden hareketle önce namaz kılmayı İslam’ın şartı olarak belirlemiş, namazın nasıl kılınacağına ait kuralları tespit etmiş, sonra da namazın temiz bir vücutla ve temiz bir ortamda kılınacağından hareketle, abdestin, guslün veya bazı şartlarda bunların yerine kaim olmak üzere teyemmümün kurallarını tespit etmiş, bunların yanına bir de İmanın şartlarını ekleyerek 32 farzı oluşturmuştur; daha doğrusu dayatmıştır.
Ancak zaman içinde bu 32 farzın “İyi Müslüman” olmak için, daha doğrusu insanları zapturapt altına almak için yeterli olmadığı görülmüş olacak ki; elbette yine ayet ve bazı hadislerden hareketle “54 Farz” adı altında ikinci bir kurallar manzumesi daha geliştirilmiştir.
Bir anlamda “32 Farz” isimli kanuna ilave olarak “54 Farz” adı altında bir de “Tüzük” yayınlamıştır sözüm ona ulema takımı!
Ancak incelendiğinde görülecektir ki; “54 Farz” olarak sayılan liste, 32 Farzdakilere ilave olarak önemli ölçüde tekrarlardan ve basmakalıp ifadelerden oluşmaktadır.
Yine bu listedeki kuralların da ortak özelliği, Müslümanları itaata, baş eğmeye, zapturabt altına almaya ve ahiret gününe hazırlamaya özendiriyor olmasıdır.
“Hükümdara veya devlet başkanına karşı gelmemenin” de 54 farzdan birisi olduğunu söylersek, ne demek istediğimiz herhalde çok daha iyi anlaşılacaktır.
Öte yandan bu tür şartların ve farzların Asr-ı Saadet ve ilk dört halife döneminden sonra ortaya çıkarıldığı da gün gibi aşikârdır.
Eğer aksi olsaydı, Kur’an’da Mücadele Sûresi’nde anlatıldığı üzere, sıradan bir kadın gelip, aynı zamanda bir Devlet Başkanı da olan Hz. Peygamber’le tartışamaz, onun hatasını yüzüne vuramaz ve Allah tarafından ikaz edilmesine vesile olamazdı(2).
Eğer aksi olsaydı, yani 32 farz ve 54 farz denilen kurallar manzumesi 4 büyük halife devrinde oluşturulmuş olsaydı, arkadaşları Hz. Ömer’e “Ey Ömer, eğer kararlarında yanlış yaparsan, seni kılıçlarımızla düzeltiriz” deme cüreti gösteremezlerdi.
Oysa bilinmelidir ki; Allah kitabında diyor ki; “…İman edenlerle, iyi işler yapanlar, doğruyu ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar hüsrandadırlar”(3).
Bir başka ayetinde ise şöyle diyor Allah: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”(4).
Öte yandan Hz. Peygamber “ben oruç tutmayı,namaz kılmayı ve hacca gitmeyi öğretmek için geldim” demiyor, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor.
Demek ki; önce güzel ahlaklı iyi insan olacağız, arkasından da Kur’an’da bulunan bütün hüküm ayetlerinin gereğini yapan iyi birer Müslüman.
Bu gerçek ortada iken, bizim ulemanın, Kur’an’da “duâ” anlamında kullanılan “Salat” kelimesine “Namaz” anlamı verip, bir de arkasından “Namaz dinin direğidir”(5) hadisi patlatmak suretiyle, adeta namaz kılmayı tek başına cennete girmenin anahtarı haline getirmeleri anlaşılır gibi değildir ki; Darimi isimli hadis alimi kaynak gösterilerek “Cennetin anahtarı namazdır.” şeklinde bir hadis nakledildiği de görülmektedir bazı kaynaklarda.
Bizim, kendileri, lüks villalarda oturdukları ve lüks arabalara bindikleri, jetsky turları düzenledikleri halde, namaz, oruç, hac ve zekâtla kafayı bozan ve sürekli olarak bunlar üzerinden fakir-fukaraya umut dağıtan şarlatanları gördükçe insanın, bu şarlatanlara göre kâfir olan Venezuela’nın 2013 yılında vefat eden sosyalist Devlet Başkanı Hugo Chavez’e saygı duymaması ne mümkün?
Bakın ne diyor kâfir(!) Hugo Chavez:
“Yoksulluğun ilahi bir plan olduğu büyük bir yalandır. Tanrı açlık ve yoksulluk isteseydi denizde balık, ormanda meyveler armağan etmezdi. Tanrı, insanların ulaşabileceği ve herkese yetecek kadar zenginliği tüm insanlara sunmuştur ama birileri bunların çoğunu almak için ‘Tanrı sizlere yoksulluk karşısında sonsuz ve mutlu hayat verecek’ demektedir.
Yoksulluk arttıkça ve Tanrının herkes için verdiği zenginliklere birileri daha fazla el koydukça Tanrı adına konuştuğunu ileri sürerek yoksulluk karşısında ‘sus’ diyen din adamları da çoğalmaktadır. Latin Amerika yoksulluk karşısında susanların coğrafyası olmayacaktır!..”(6).
…
Neme lazım, adamın kendisi bizim yobaz ve softa taifesine göre kâfirdir ama en azından bize göre; sözleri son derece Müslümancadır!
Bizim, fakirliği bir fazilet ve erdem olarak sunan, cennet ve huri vaadiyle fakir-fukarayı sürekli kandıran cemaat reislerinin ve tarikat şeyhlerinin hemen tamamının, lüks evlerde oturması, lüks araçlara binmeleri ve yaşça kendilerinden oldukça küçük ve güzel hanımlarla evlenmeleri ne büyük çelişkidir!
____________
1-Konu hakkında ilave bilgi için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=BWEpb9AOIG4,
2-kur’an-ı Kerim, Mücadele Suresi, 58/1 ve devamı.
3-Kur’an-ı Kerim, Asr Suresi, 103/2-3
4-Kur’an-ı Kerim, Nahl Suresi, 16/90.
5-Acluni, Keşful Hafa, II/31,
6-
Bir yanıt yazın