Avrupalı’nın İslam’a Bakışı: “İslam Hoşgörü, Barış ve İnsan Haklarına Saygılı Bir Din Değil”
Yazının başlığı, Avrupa’da İslam dinine bakışın bir özeti niteliğindedir. Bu bakış açısının tarihsel nedenleri olduğu kadar, 21. yüzyılda bile Orta Çağ karanlığını yaşamak ye kendinden olmayanlara da yaşatmak için kan döken IŞİD gibi siyasal İslam’ın silahlı kanadına ek olarak, kendi insanlık dışı yaşam biçimini herkese dayatan, kendisi gibi düşünmeyen, giyinmeyen ve yaşamayan herkesi ötekileştiren, bireysel özgürlüklerini yok sayarak hayatlarını zehir eden, kadın düşmanı, yalanın ve talanın merkezi konumuna gelmiş siyasal İslam´in sivil kanadının da payı belirleyicidir.
Siyasal İslam’ın Türkiye gibi demokrasi ve uzlaşı geleneği olmayan geri kalmış toplumların siyasal, kültürel, ekonomik ve günlük sosyal hayatlarında “çok etkin” olması, Hristiyan Avrupa´nın ispatlamak için epeydir yoğun çaba gösterdiği yazının başlığındaki iddiasına geçerlilik kazandırmışa benziyor. Özellikle de Avrupa´da giderek çok daha yaygın bir şekilde dillendirilen “İslam dini bir hoşgörü, barış ve insan haklarını saygılı bir dini değildir” söylemi, sadece siyasal İslamcıların silahlı kanadı tarafından gerçekleştirilen kanlı uygulamalarına dayanılarak dillendirilmiyor. İslam dininin bu şekilde algılanışında, aynı zamanda hem Avrupa´da, hem de Afganistan, Mısır, Endonazya, ve ne yazık ki Türkiye gibi laiklik eksenli parlamenter demokrasiye sırt çevirmiş ülkelerde yaşayan milyonlarca Sunni İslam dini mensubunun yaşadıkları toplumlara, gerek kendi aralarında ve gerekse de diğer inanç sahibi olan insanlara karşı sergiledikleri davranış biçimleri de buna dayanak gösteriliyor. Avrupa´da bedenen ‘yaşayan‘, ancak gönüllerinde ve hedeflerinde kökenlerinin uzandığı ülkelere ek olarak, hali hazırda ‚yaşadıkları‘, (oturdukları ülke demek daha doğru olur) ülkelerde de beyinlerine siyasal İslamın şırınga ettiği “İslami kuralların gününü birinde dünyanın her yerinde geçerli olacağı”na inananların sayısı bir hayli kabarıktır.
Almanya´da yaklaşık 4,5 milyon İslam dini mensubu (Sünni, Alevi, Şii vb.) insan var. Bunların çok önemli bir bölümü Türkiye kökenli. Türkiye’den gelenlerin Almanya’da kurdukları dernek sayısı 2500 civarında. Bu kadar fazla derneğin çok önemli bir bölümü ise dinsel, mezhepsel, gerici Kürtçülük ve Türkçülük faaliyetlerinde bulunan etnik milliyetçilerden ve siyasal İslamcılardan oluşmaktadır. Bu derneklerin tamamına yakınının “Alman Toplumuna Uyum” adı altında, Türkiye’ye yönelik siyasal, dinsel ve parasal etkinlikler içinde olduğunu bilmeyen yok.
Dinsel, gerici milliyetçilik ve şovenist özelliklere sahip olan derneklerin tamamının kendilerine ait camileri var. Bu dernek-cami bileşkesinin içinde yer olan yapıların başında Süleymancılar, Fetullah Gülen’ciler, Milli Görüş’çüler, Tayyip’çiler vb. gelmektedir. Her caminin göbekten bağlı olduğu bir üst kuruluşu ve bu üst kuruluşunda Türkiye’de bağlı olduğu bir siyasi ve dini merkezi var. Dolayısıyla bu camiler, Avrupa ve Almanya´da sadece “ibadet yeri“ olarak değil, “ibadethane“ maskesi adı altında aynı zamanda kökenleri Türkiye´de olan bildik siyasal ve dinci yapılanmaların birer temsilciği gibi faaliyet göstermektedirler.
Almanya’daki camilerin bir de kendi aralarında kurdukları “federasyon tipi” çatı örgütleri var. Bu çatı örgütleri, Alman devleti ve kuruluşlarına kendilerini “Almanya’da yaşayan Müslümanların temsilcisi” olduklarını empoze etmeye büyük önem veriyorlar. Federal Almanya İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, camilerin ve üst kuruluşlarının tümü, Almanya’daki 4,5 milyon Müslüman’dan sadece ve sadece yüzde 17 civarında bir kitleyi temsilen etkileyebiliyor. Bu yüzde 17’lik kitlenin ezici çoğunluğunu birinci kuşak ve bunların birinci dereceli aile fertleri oluşturuyor. Bu sayının içinde en büyük payı ise, Türkiye gibi ülkelerden evlilik yaparak Almanya’ya gelen ‘ithal damat‘ ve “ithal gelinler‘ oluşturuyor.. Bundan dolayı, Almanyada’daki 4,5 milyon civarındaki Müslüman’ın yüzde 83’ü, var olan camilerin, Türkiye gibi ülkelerde giderek çok daha etkin olmaya başlayan siyasal İslamcıların birer şubesi olarak gördükleri için, haklı olarak bunların kendilerini temsil etmedikleri inancındalar.
Öte yandan, Türkiye’de 7 haziran ve 1 Kasım 2015 tarihlerinde gerçekleşen genel seçimler dolayısıyla RTE posterlerini Diyanet’e (RTE şubeleri demek tam isabet olur) bağlı bir çok caminin çay ocağına ve toplantı salonlarına asan cami yöneticileri ve imamları var. Bu camilerde görev yapan devlet memuru imamlar, seçimlerde sandık görevlisi olarak atanıyorlar. Bu imamların bir çoğu, genel seçimlerde AKP lehine başkası adına defalarca oy kullanırken yakalandılar, yani oy hırsızlığı yaptılar ve İslam dini nazarında günahların en büyüğü olan kul hakkını yediler. Bu gibi siyasal etkinlikler, kul hakkı yemeler, hırsızlık ve riyakarlıklar, bazı Kuran kurslarındaki çocuklara cinsel sapıklıklar, sayıları giderek artan sapıkların kendi öz evlatlarının ırzına geçmeleri gibi sapıklıklar, İslam dininin Avrupa’daki imajı hakkında önemli ipuçları vermeye yetmektedir. Bunlara, “baş çalan”ın Türkiye’de olduğu, mahkeme kararlarında dayanak gösterilen Deniz Feneri e.V vurgununda olduğu gibi, siyasal İslamcıların kurdukları paravan şirketleri vasıtasıyla camilere sırf ibadet için giden samimi dindarların alın terlerini çalınmasını; Jed Fadıl olarak bilinen şahıs tarafından dolandırılanların tamamının yine bu camiler suistimal edilerek gerçekleştiğini ekleyin.
Yukarda özetlenerek sunulan Almanya’daki camilerin hiç birinden, Türkiye, Suriye ve Irak gibi Ortadoğu bataklığında boğulan ülkelerde siyasal İslamin silahlı kanadı tarafından gerçekleştirilen katliamlarına karşı bir “kınama” ya da “protesto” sesi duyulmadı.
Örneğin, 10 Ekim 2015 günü, Ankara’daki tren garı önünde, Ankara Sıhhiye Meydanı’nda yapılması planlanan barış mitingine katılacak grupların toplandığı gar önünde iki ayrı patlamada 103 sivilin katledilmesi ve 246 kişinin yaralanmasına neden olan katliamlarda bile “Kürtçüler öldü, bize ne“ diyerek Kürt düşmanlığı yaptılar. Siyasal İslamcıların bu utanç verici tutumları elbette belleklerden silinmeyecek türdendir.
6 yaşındaki bir kız çocuğu ile evlenmenin, son günlerde yeniden ivme kazanan RTE’a “zevce olma”nın, İslam’a uygunluğu yolunda fetvalara; RTE’ın dinci şubesi Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Bilgilendirme Platformu tarafından verilen fetvaya (Babanın, kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz) karşı Avrupa’da “İslam dini” adına hareket ettiklerini ileri sürenler sessiz kalıyor.
“Nişanlıların el ele yürümesinı ayıplayan” yobazlara, “kadınların gülmesi ve hamile kadınların sokakta yürümesi sakıncalıdır” söylemini yayanlara, “kadının yeri soğumadıkça erkek, kadının oturduğu yere oturmamalıdır” diyenlere, “kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz” iğrençliğini savunanlara, “kadınların dinleri ve akılları eksiktir” diyen kara cahillere, “namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır” diyenlere, Mısırlı sözde kadın olan bir profesörün, “Müslüman erkeklerin savaş durumunda Müslüman olmayan kadınlara, onları aşağılamak için tecavüz etmesinin serbesttir” yönündeki sapık fetvalara karşı “Müslüman kuruluşların” ve temsilcilerinin tümü suskundur.
Yukarıdaki kısa örnekleri verilen söylemlere bakarak “Hayır bunların hiç biri bizim dinimizde yoktur, günahtır, haramdır, ayıptır, sapıklıkltır vb.” türünden bir tepki, Avrupa’da örgütlü olan cami-dernekleri ve Müslümanları temsil ettiği iddiasında bulunan sözde temsilcilikler tarafından dillendirilmiyor, protesto edilmiyor ve hatta sessiz kalınarak bu tür sapıklıklar sahipleniliyor.
Yukarda sıralanan çarpık ve olumsuz tablodan sadece Avrupa kamuoyu değil, aynı zamanda Avrupa toplumlarına uyum göstermiş, laik rejimi içselleştirmiş, dini inancının tüccarlığını yapmayan samimi inanç sahipleri, Avrupa’da mesleki hayatta en iyi derecelere kadar yükselmiş ve yaşadığı yerleşik toplumun sosyal hayatına uyum sağlamış yüz binlerce İslam dini mensubu çağdaş insanlar çok rahatsızlık duymaktadır.
Öte yandan, Almanya’da yaşayan 4,5 milyonluk kitlenin ancak yüzde 17 civarında olması bir gerçeğe işaret ediyor: Laik okul eğitimini yaygınlaştıran, laiklikten ödün vermeyen, çoğulcu parlamenter demokrasiyi pekiştiren, teknoloji kullanan, bilime değer veren, başka kültürlere ve inançlara karşı hoşgürülü olan, barış söylemini günlük hayatının doğal bir parçası olarak gören, kadınların iş hayatı ve sosyal yaşama katılımını en yüksek oranda teşvik eden, medeniyet ve çağdaşlığın günlük hayatın bir parçası haline getirmiş toplumlarda, RTE’ın Türkiye’sinde olduğu gibi siyasal İslam kitleselleşemiyor ve marjinal bir azınlık olarak kalıyor. Bundan dolayıdır ki, RTE laikliğe ve parlamenter demokrasiye sırt çeviriyor ve bunun doğal sonucu olarak da‚ başkan olacağım‘ diyerek yurdun dört bir tarafının kan gölüne dönmesinde bir sakınca görmüyor.
İslam adına daha saymakla bitmeyecek kadar çok olan binlerce sapıklık, ırkçılık, ötekileştirme, soygun, vurgun, talan, rüşvet, katliam ve kul hakkı yeme gibi davranışlar karşısında, Avrupa kamuoyu haliyle soruyor:
“Hani sizin İslam dininiz barış, hoşgörü ve insan haklarına saygılı bir din idi?”
5 Şubat 2016
Bir yanıt yazın