Hürriyet Gazetesi’nde Taha Akyol’un 21 Ocak 2016 tarihli yazısının başlığı “Bilimin Neresindeyiz?” idi. Sayın Akyol yazısında “Bilimde İran Türkiye’yi geçti” yorumunda bulunmuştur. Bunun sebeplerini kendi açısından açıklamıştır. Saygı duyarım. Ama Türk üniversitelerinde bilimsel hırsızlık (intihal) yaparak yükselen öğretim üyelerine hiç değinmemiştir. Fakat 22 Ocak 2016 tarihindeki “Üç Ülkede Bilim” başlıklı yazısında üniversitelerde “Liyaakat, akademik ahlak ve akademik özgürlük egemen olmalıdır” diyerek üniversitelerimizde bilimsel hırsızlıklara da dikkati çekmiştir.
Eğer bir ülkede bir eski YÖK Başkanının AİHM kararıyla intihal yaptığı tespit edilmiş ise, doğal olarak bilimde İran’ın Türkiye’yi geçmesi normaldir. Çünkü İran üniversitelerinde bilimsel hırsızlık yaparak yükselen öğretim üyesi yoktur.
Bilimsel hırsızlık ağır bir suç olduğu için üniversitelerimizde bu suça karışanlara hoşgörü gösterilmemelidir. Çünkü gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile de mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler de çıkabilir. Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla mücadele eder ama Türkiye’de hırsızların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların önü kesilmeye çalışılır.
Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine katkıda bulunsam diye çabalayanlar, maalesef Türk üniversitelerinde hırsızlarla mücadele edenlerden daha çoktur. İşin örtülmesine çalışanlar eğer yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür.
“Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır” özdeyişini hiçbir zaman unutmamak gerekir.
İntihal genelde bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır. Bilgi çalmak ile simitçiden simit çalmak arasında hiçbir fark yoktur. İlki çok daha tehlikelidir. Çünkü, bilgi çalıp yükselenlerin bu alışkanlıkları genç nesillere kötü örnek olur. İntihal olayları Türkiye’de bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.
Türkiye’de bilim insanımızın çoğu intihal ile karşılaştıklarında korkup çekinirler. Yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini hiç korkmadan gerçekleştirmelerine imkan sağlamaktadır.
Bilimsel hırsızlık, ciddi bir öğretim elemanı kadrosu oluşmamış yüksek öğretim kurumlarında ve de usta çırak ilişkisi içerisinde yetişmemiş öğretim üyeleri arasında daha sık rastlanır. Bir akademisyen en az 30-50 arasında ulusal ve uluslararası yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalciler çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen bilim dünyasında hiç tanınmazlar.
Hırsızlık yapan öğretim üyeleri şikayet olması durumunda hemen komplo girişiminde bulunurlar. Ciddi bilim insanları pozitif enerji veren, ilkeleri olan, hoşgörülü iken, intihalciler daha çok yavuz hırsız davranışı içindedirler.
Türkiye’nin güvenilir intihal (plagiarism) konulu internet portalının arşiv bölümünde son on yılda yazılı basın ve internet ortamında 402 adet intihal ve bilimsel sahtecilik konulu haber ve yazı yer almıştır. Bu haber ve yazıların tamamında YÖK ve üniversitelerin bilimsel sahtecilik olayları karşısındaki örtbas etmeye odaklanmış sorumsuzluğu eleştirilmektedir.
2007 yılında öğretim üyelerinin karıştığı intihal konulu 82 haber ve yazı bulunmaktadır. İntihal olayında adı geçen yüzlerce kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde her türlü akademik ve idari görevlere atanmakta bir sakınca görülmeyen çok sayıda öğretim üyesi bulunmaktadır ).
Bu duruma engel olabilmek için bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Konseyi kurulmalı, intihal ve bilimsel sahtecilik suçlarını bu Konsey ele almalıdır. İntihal ve bilimsel sahtecilik suçlarının soruşturulması üniversitelere değil, kurulacak Konsey’e devredilmelidir.
Üniversiteler ve YÖK Konsey’in aldığı kararları uygulamakla sorumlu olmalıdır. Konsey’in oluşumu, çalışma yöntemleri, bilimsel etiğe aykırı eylemlerin ve de üniversite yöneticileriyle YÖK’ün Konsey’in kararlarını uygulama sorumluluklarının neler olacağı belirlenerek yasal bir düzenleme yapılmalıdır. Aksi takdirde üniversitelerde bilimsel sahtecilikler önlenemez. Bu sebeple YÖK’ün hazırladığı yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağı ile personele ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkilerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir.
Yasa taslağında, bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen araştırma ve yayın etiği ihlallerine ceza verilmesi hükmü yer almıştır. Türkiye’de geçmişte bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri yasa ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, ihlallere disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyordu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2012 yılında bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir.
Danıştay kararı uyarınca YÖK’ün üniversitelere gönderdiği (19 Kasım 2013) akademik sahtekarlıklara ceza vermeyin yazısından sonra bu düzenlemenin yapılması yerindedir. Çünkü, YÖK Yasası’na dayanarak çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’nci maddesinin 3’ncü fıkrasına göre intihal yapan öğretim üyesi üniversite öğretim mesleğinden çıkarılıyordu.
Anayasa Mahkemesi’nin 14 Ocak 2015 tarihinde verdiği ve üniversitelerdeki disiplin cezalarına ilişkin düzenlemenin YÖK tarafından yapılması hükmünü iptal etmesinden sonra doğan boşluğu yeni disiplin yasa tasarısı ile ortadan kaldırma girişimi önemli bir hukuki boşluğun giderilmesi açısından önemlidir. Fakat, YÖK’ün açıkladığı yasa tasarısında rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir. Çünkü, “benim hırsızım iyidir” zihniyeti son bulmazsa, üniversiteler özellikle intihal olaylarını örtbas etme eğiliminden kolay kolay vazgeçmezler.
Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi’nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.”
Alman Bakan’ın doktora tezinde bilimsel hırsızlık yapıp yapmadığı henüz oluşturulan bir bilimsel kurul tarafından tespit edilmemesine rağmen doktor unvanını ortaya çıkan iddialar karşısında kullanmayacağını belirtmesi, onurlu bir davranıştır. Fakat aynı onurlu davranışın Türkiye’de görülmesi mümkün değildir. Metin Münir bu durumu şöyle tespit etmiştir: “Çünkü bizde intihal akademik hayatın doğal bir parçası sayılır. Çocuğun ağlaması veya futbolcunun tükürmesi gibi. İntihal yapanın, ender haller dışında, akademik unvanı geri alınmaz”.
Mine Kırıkkanat ise şu yorumu yapmıştır: “Türkiye’nin 87 yıllık cumhuriyet tarihi, düzmece doçentlik tezi iptal edilemeyen ya da edilmesine rağmen doçentlikle kalmayıp profesörlüğe kadar yükselen ve kovulması gerekirken ülkenin kaderine hükmeden sahtekârlarla dolu. Hatta son zamanlarda, ülkedeki ‘en hakiki mürşit’, sahtecilik. Her alanda, her düzeyde, öylesine yaygın bir mürşide kavuştuk ki, artık hakikiymiş numarası bile yapmıyor, sahtekârlık.”
Gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı’nın 12 Mart 2008 ve 2 Ekim 2015 tarihli yazılarındaki tespitlere katılmamak mümkün değildir: “Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu.
Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.
Yine de geçenlerde gönderilen ve şimdiye kadar eşine-emsâline rastlamadığım bir intihalden bahsetmeden edemeyeceğim: Unvanlı hırsızın biri, Amerikalı bir fizikçinin 1955’te yayınladığı makalesini 2000’li senelerde almış, Türkçe’ye çevirmiş ve kendi adıyla neşretmişti! Yani, teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği bir devirde kendisinden de yaşlı bir makaleyi çalmış, hırsızlığı farkedilince fakültesine şikâyet edilmiş ama açılan soruşturmadan sonuç çıkmamıştı!”
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalı, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de bilimin gelişmesi mümkün olmaz.