KIBRIS SORUNUNA İNGİLİZ DESTEĞİ

Devletlerin uluslararası güç dengelerinde açık kamplaşmadan yana tavır aldıkları bir zamandan geçiliyor.
ABD uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkatle, 
Son zamanda dile getirilen BM’ yi yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığına vurgu yapıyor.
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.
Ama başta Rusya, Çin ve İran olmak üzere kimi ülke, ABD’ nin kendi lehine gelişen düzenin korunması için oluşan gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesi çabası veriyor…
 
*
Artık ABD’nin tüm dünyada hâkim güç olmak, küresel ilişkileri domine etmek, askeri gücü tek yanlı kendi çıkarlarına kullanmak üzere başka ülkelere baskı yaparak Washington’ın politikalarını savunmaya zorlaması ve rejim değişiklikleri için uğraşması o kadar kolay olmuyor
Çünkü büyük güçler arasında savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, cephe ile emniyetli bölgenin, dost ile düşman kavramlarının arasındaki hatlar belirsizleşmiştir.
Savaşın doğasının “4.nesil” boyuta evrimi; ekonomiden siyasete uluslararası ilişkilerden uluslararası hukuka bir çok durum karşısında gösterilen kararsızlıklar yüzünden sekteye uğrayabiliyor.
 
*
O sırada TV’ lerden, Londra’da David Cameron’la bir araya gelen Ahmet Davutoğlu; “Bu yıl Kıbrıs sorununun sizin de garantör ülke olarak desteğinizle çözülmesini umuyoruz” dediği,
Cameron’ın ise “İyi dostum, Türkiye Başbakanı’nı ağırlamaktan büyük memnuniyet duyuyorum” karşılığında bulunduğu bir sahne geçiyor… 
 
Ertesi gün yine TV’lerde, Dünya Ekonomik Forumu’nun özel davetlisi olarak Davos’ta bulunan, “Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan”  KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı,  Kıbrıs sorununun çözülmesi halindeki getirileri bir bir saymaktadır.
“Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman Türkiye AB’ye daha yakın olacak,
Türkiye ve Yunanistan savunma ve silahlara harcadığı paralar, beslediği ordular sona erecek,
Rum lider N Anastasiadis, Türkçe’nin AB’ de resmi dil olması için çalışma başlatacaktır.
Doğu Akdeniz’de İsrail gazının Kıbrıs  gazı ile birleşerek Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya sevki içinde Kıbrıs sorunu çözülmelidir” diyor…
 
*
Ama Türkiye için Kıbrıs gerçeği, hem de böyle bir zamanda çok daha fazla şeyler vaadediyor.
Birincisi: Kıbrıs, ABD ve Rusya’nın Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşmalarında karşı karşıya geldikleri bir adadır.
Petrolün, doğal gazın olduğu yerde en önemli unsur olarak öne çıkan güvenlik konusunda, NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs’ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi konularda askeri güç dengesinin ve küresel ortaklaşmanın bir eşiğini oluşturuyor.
Eşiğin üstünde nimetin ortakları, altında külfetin ortakları yer alıyor…
Külfet, 1960 Ankara Anlaşmasıyla  Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliği, idareye etkin katılımı, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri,
Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini,
Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesini,
Mülkiyet, toprak gibi konularda sakata düşülmemesi  anlamına geliyor.
Türkiye’nin mutlaka eşiğin üstünde kalması gerekiyor…
 
İkincisi; Kıbrıs sorunu çözümünde Doğu Akdeniz ve Mısır’da bulunan önemli miktarda hidrokarbon kaynağı şimdilerde katalizör bir güç olarak devrededir.
ABD/ AB’nin “Enerji Güvenliği” için öngördüğü Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi kapsamında,
İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır’ın doğalgazını Avrupa’ya nakli konusunda attığı adımlar giderek hız kazanmıştır.
Bu paralelde ABD’nin, İsrail’i “NATO üyesi olmayan Büyük Stratejik Ortak” statüsüne almasıyla birlikte,
AB liderliğinde Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail’in değişik seviyedeki yetkilileri,
Enerji kaynaklarının az maliyet ve hızlı getiri sağlamak kaydiyle Avrupa’ya satılabilmesi için komşu ülkelerin mevcut boru hatlarının kullanılması şartlarını oluşturmaya çalışıyor.
Güney Kıbrıs’ın Türkiye ile KKTC sorunu ve  İsrail-Türkiye’nin mevcut  kopuk ilişkileri yüzünden Türkiye’deki boru hatlarından  hangi koşullarda faydalanılabileceği,
Ya da Türkiye’yi devre dışı bırakarak gazın, Mısır ve İsrail gazı ile birleştirerek gemilerle nakliyatını sağlama alternatifi tartışılıyor…
Ama enerji kaynaklarının Türkiye gibi komşu ülkelerin mevcut boru hatlarıyla taşınması daha kârlıdır. 
O yüzden Türkiye’nin elinin zayıflatılması,
Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi,
Türkiye’nin bu alanda bulunan gazda KKTC’nin de payı olduğu tezini bırakması gerekiyor… 
 
*
Rumlar uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnmektedir.
Türkiye’ye daha fazla baskı yapılmasını teminen garantörlük konusunu uluslararası alana taşımış, garantörlüğü askıya aldırmanın peşindedirler.
Nitekim, Yunanistan’ın adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklamıştır.
Rumlar, İngiltere’den de Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır oldukları teyidini almış bulunuyor…
 
*
Halbuki “Rum egemenliği kabul etmek” “Kıbrıs sorununun” ortadan kalkması anlamına geliyor.
Bu 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarıdır.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…
 
*
O nedenle Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır.
Sık sık “Akdeniz’de bulunan doğal gazı Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır olduklarını” belirtiyor.
Türkiye ve Kıbrıs Türk Yönetimine “Bir an önce çözüm bulun,ancak çözüme ulaşılmadan önce bile, eğer bir rezerv bulursak, bunu iki toplumun da kazanç sağlayabileceği şekilde göreceğiz” garantisini  verirken; Egemenlik taslanılıyor.
 
*
Garantörlük perspektifinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilecek, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılacak,
Bu çerçevede Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşlar da müdahil olabilecektir.  
BM’de yeni bir dünya statüsü oluşturulması kavgası sürerken, “Asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl” kompleksinin,
Türkiye’yi Kıbrıs’tan hareketle uluslararası toplumda yalnızlaşmaktan başka bir yararı olmayacak,
Türkiye’ye “Getir bakiim, Lozan Barış Anlaşmasını” demek kolaylaşacaktır…
PKK terör örgütü oralarda ne arıyor ki?
*
Bu çerçevede, doğrusu;  bu siyasi iktidarın insan ve sosyal sermayesi yatırımından,
giderek Cumhuriyeti Devleti’nin icra-yürütme-yargı kuvvetleri, tüm cumhuriyet kurumları, özerk kuruluşlar, İslami sermaye, medya, silahlı kuvvetler ve CHP, MHP üzerinden Türkiye’ye hakim olmasına,
Sonra yeni Türkiye Devlet’ine pan-islamcı yeni Osmanlı esvabı giydirmesine ve bu bütünü Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinden demokratikleşmeyi denetleyen ABD-CIA, Kürtlerin demokratikleşmesini denetleyen İsrail-MOSSAD, askeri denetleyen NATO unsurları ile yönetmesi de büyük bir handikap oluşturuyor.
Türk halkı için iktidarı ve muhalefeti ile bu fotograftaki hiç kimsenin ve hiç bir şeyin içinde yer alamayacağı; lâik, antiemperyalist, Atatürk milliyetçisi ve çağdaş bir ulusal hükümet gerekiyor…
 
22.1.2016
Devletlerin uluslararası güç dengelerinde açık kamplaşmadan yana tavır aldıkları bir zamandan geçiliyor.
ABD uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkatle, 
Son zamanda dile getirilen BM' yi yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığına vurgu yapıyor.
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.
Ama başta Rusya, Çin ve İran olmak üzere kimi ülke, ABD' nin kendi lehine gelişen düzenin korunması için oluşan gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesi çabası veriyor...
 
*
Artık ABD'nin tüm dünyada hâkim güç olmak, küresel ilişkileri domine etmek, askeri gücü tek yanlı kendi çıkarlarına kullanmak üzere başka ülkelere baskı yaparak Washington'ın politikalarını savunmaya zorlaması ve rejim değişiklikleri için uğraşması o kadar kolay olmuyor
Çünkü büyük güçler arasında savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, cephe ile emniyetli bölgenin, dost ile düşman kavramlarının arasındaki hatlar belirsizleşmiştir.
Savaşın doğasının "4.nesil" boyuta evrimi; ekonomiden siyasete uluslararası ilişkilerden uluslararası hukuka bir çok durum karşısında gösterilen kararsızlıklar yüzünden sekteye uğrayabiliyor.
 
*
O sırada TV' lerden, Londra'da David Cameron'la bir araya gelen Ahmet Davutoğlu; "Bu yıl Kıbrıs sorununun sizin de garantör ülke olarak desteğinizle çözülmesini umuyoruz" dediği,
Cameron'ın ise "İyi dostum, Türkiye Başbakanı'nı ağırlamaktan büyük memnuniyet duyuyorum" karşılığında bulunduğu bir sahne geçiyor... 
 
* 
Ertesi gün yine TV'lerde, Dünya Ekonomik Forumu'nun özel davetlisi olarak Davos'ta bulunan, "Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan"  KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı,  Kıbrıs sorununun çözülmesi halindeki getirileri bir bir saymaktadır.
"Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman Türkiye AB'ye daha yakın olacak,
Türkiye ve Yunanistan savunma ve silahlara harcadığı paralar, beslediği ordular sona erecek,
Rum lider N Anastasiadis, Türkçe'nin AB' de resmi dil olması için çalışma başlatacaktır.
Doğu Akdeniz'de İsrail gazının Kıbrıs  gazı ile birleşerek Kıbrıs üzerinden Türkiye'ye, oradan da Avrupa'ya sevki içinde Kıbrıs sorunu çözülmelidir" diyor...
 
*
Ama Türkiye için Kıbrıs gerçeği, hem de böyle bir zamanda çok daha fazla şeyler vaadediyor.
Birincisi: Kıbrıs, ABD ve Rusya'nın Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşmalarında karşı karşıya geldikleri bir adadır.
Petrolün, doğal gazın olduğu yerde en önemli unsur olarak öne çıkan güvenlik konusunda, NATO'nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs'ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi konularda askeri güç dengesinin ve küresel ortaklaşmanın bir eşiğini oluşturuyor.
Eşiğin üstünde nimetin ortakları, altında külfetin ortakları yer alıyor...
Külfet, 1960 Ankara Anlaşmasıyla  Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliği, idareye etkin katılımı, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri,
Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini,
Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesini,
Mülkiyet, toprak gibi konularda sakata düşülmemesi  anlamına geliyor.
Türkiye'nin mutlaka eşiğin üstünde kalması gerekiyor...
 
* 
İkincisi; Kıbrıs sorunu çözümünde Doğu Akdeniz ve Mısır'da bulunan önemli miktarda hidrokarbon kaynağı şimdilerde katalizör bir güç olarak devrededir.
ABD/ AB'nin "Enerji Güvenliği" için öngördüğü Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi kapsamında,
İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır'ın doğalgazını Avrupa'ya nakli konusunda attığı adımlar giderek hız kazanmıştır.
Bu paralelde ABD'nin, İsrail'i "NATO üyesi olmayan Büyük Stratejik Ortak" statüsüne almasıyla birlikte,
AB liderliğinde Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail'in değişik seviyedeki yetkilileri,
Enerji kaynaklarının az maliyet ve hızlı getiri sağlamak kaydiyle Avrupa'ya satılabilmesi için komşu ülkelerin mevcut boru hatlarının kullanılması şartlarını oluşturmaya çalışıyor.
Güney Kıbrıs'ın Türkiye ile KKTC sorunu ve  İsrail-Türkiye'nin mevcut  kopuk ilişkileri yüzünden Türkiye'deki boru hatlarından  hangi koşullarda faydalanılabileceği,
Ya da Türkiye'yi devre dışı bırakarak gazın, Mısır ve İsrail gazı ile birleştirerek gemilerle nakliyatını sağlama alternatifi tartışılıyor...
Ama enerji kaynaklarının Türkiye gibi komşu ülkelerin mevcut boru hatlarıyla taşınması daha kârlıdır. 
O yüzden Türkiye'nin elinin zayıflatılması,
Türkiye'nin Ada'daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye'den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi,
Türkiye'nin bu alanda bulunan gazda KKTC'nin de payı olduğu tezini bırakması gerekiyor... 
 
*
Rumlar uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnmektedir.
Türkiye'ye daha fazla baskı yapılmasını teminen garantörlük konusunu uluslararası alana taşımış, garantörlüğü askıya aldırmanın peşindedirler.
Nitekim, Yunanistan'ın adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklamıştır.
Rumlar, İngiltere'den de Kıbrıs'ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır oldukları teyidini almış bulunuyor...
 
*
Halbuki "Rum egemenliği kabul etmek" "Kıbrıs sorununun" ortadan kalkması anlamına geliyor.
Bu 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarıdır.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesini yani ENOSİS'i amaçlıyor...
 
*
O nedenle Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır.
Sık sık "Akdeniz'de bulunan doğal gazı Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır olduklarını" belirtiyor.
Türkiye ve Kıbrıs Türk Yönetimine "Bir an önce çözüm bulun,ancak çözüme ulaşılmadan önce bile, eğer bir rezerv bulursak, bunu iki toplumun da kazanç sağlayabileceği şekilde göreceğiz" garantisini  verirken; Egemenlik taslanılıyor.
 
*
Garantörlük perspektifinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilecek, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılacak,
Bu çerçevede Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşlar da müdahil olabilecektir.  
BM'de yeni bir dünya statüsü oluşturulması kavgası sürerken, "Asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl" kompleksinin,
Türkiye'yi Kıbrıs'tan hareketle uluslararası toplumda yalnızlaşmaktan başka bir yararı olmayacak,
Türkiye'ye "Getir bakiim, Lozan Barış Anlaşmasını" demek kolaylaşacaktır...
PKK terör örgütü oralarda ne arıyor ki? *
Bu çerçevede, doğrusu;  bu siyasi iktidarın insan ve sosyal sermayesi yatırımından,
giderek Cumhuriyeti Devleti'nin icra-yürütme-yargı kuvvetleri, tüm cumhuriyet kurumları, özerk kuruluşlar, İslami sermaye, medya, silahlı kuvvetler ve CHP, MHP üzerinden Türkiye'ye hakim olmasına,
Sonra yeni Türkiye Devlet'ine pan-islamcı yeni Osmanlı esvabı giydirmesine ve bu bütünü Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinden demokratikleşmeyi denetleyen ABD-CIA, Kürtlerin demokratikleşmesini denetleyen İsrail-MOSSAD, askeri denetleyen NATO unsurları ile yönetmesi de büyük bir handikap oluşturuyor.
Türk halkı için iktidarı ve muhalefeti ile bu fotograftaki hiç kimsenin ve hiç bir şeyin içinde yer alamayacağı; lâik, antiemperyalist, Atatürk milliyetçisi ve çağdaş bir ulusal hükümet gerekiyor...
 
22.1.2016 - fft99 mf2219178

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir