FATİH SULTAN MEHMET, HZ. MUHAMMED’E İNANMAZDI

“GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımda çok sağlam belgelere, kaynaklara dayanrak ayrıntılı olarak yazdım. Fatih Sultan Mehmet, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’e inanmıyordu.Fatih’in sarayında yıllarca kalmış olan Gian-Maria Angiolello şöyle yazdı:“Sultan II. Beyazıt, babası Fatih Sultan Mehmet hakkında ‘Otoriterdi ve Muhammed peygambere inanmazdı.’” Padişah II. Beyazıt, babası Fatih’in hiçbir dine inanmadığını düşündüğünü söylemiştir. - 21331 087

“GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımda çok sağlam belgelere, kaynaklara dayanrak ayrıntılı olarak yazdım.
Fatih Sultan Mehmet, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’e inanmıyordu.
Fatih’in sarayında yıllarca kalmış olan Gian-Maria Angiolello şöyle yazdı:
“Sultan II. Beyazıt, babası Fatih Sultan Mehmet hakkında ‘Otoriterdi ve Muhammed peygambere inanmazdı.’”
Padişah II. Beyazıt, babası Fatih’in hiçbir dine inanmadığını düşündüğünü söylemiştir.

Fatih’in annesi, Avrupalı bir Hıristiyan köleydi. Asıl adı değiştirilip Abdullah binti Hüma Hatun adı verilmişti.
Kölelerle nikâh kıyılmadığı için Fatih’in babası Padişan II. Murat, Hüma Hatun ile nikâhsız çiftleşmişti.
Nikâhsız birliktelikten doğan çocuğa Arapça “Gayri Meşru” veya “Veledi Zina”, Farsça “Piç” denilmekteydi.
Bu tanımlara göre Fatih Sultan Mehmet “Piç” di.
Fatih’in annesi Hüma Hatun genç yaşta ölür, Fatih’i Slav üvey annesi büyütür.
Fatih’e küçük yaşta verilen eğitimde Batılı unsurların yer aldığı, fikirlerinin biçimlenmesinde Hıristiyan dünyasının değerlerinin çok etkili olduğu görülmektedir.

Jeolog tarihçi Prof. Dr. Celal Şengör de, Fatih Sultan Mehmet’in,
“Ben bu Muhammedin dediklerine inanmıyorum”
dediğini yazdı ve şu kaynakları belge olarak ortaya koydu:

Julian Raby, 1982, “A Sultan of Paradox”, Oxford Art Journal, Cilt 5, S. 8.
Bu kaynakta, yukarıdaki ifadenin II. Beyazıt’a ait olduğu belgelenmektedir.
Julian Raby, doktorasını Fatih Sultan Mehmet hakkında yapmış saygın bir tarihçi ve özellikle sanat tarihçisidir.
Julian Raby’nin doktorasının tam künyesi de şudur:
Julian Raby, 1980, “El Gran Turco-Mehmed the Conqueror as a Patron of the Arts of Christendom”, Ph.D. Oxford Üniversitesi, Oxford, xii+532 sahife+ 79 levha.

İşte, tüm bu bilgi, belge ve kaynaklar önüne konulan Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan, 15 Aralık 2015 günü köşesinde bakın ne yazdı:

“Tarih ilminde öyle şeyler vardır ki, kaynak gösterilerek kanıtlanamaz, öyle şeyler vardır ki, kaynak gösterilerek çürütülemez.”

Tüm “muhafazakârlar” gibi, Osmanlı padişahlarına toz kondurmayan Ahmet Hakan, bilimsel bilgi edinmenin temel yöntemi olan “belge ve kaynak” göstermeyi hiçe sayıyordu!
Ahmet Hakan’a göre ortaya “belge” koymanın, sağlam “kaynak” göstermenin hiç önemi ve değeri yoktu!

Ahmet Hakan, İmam Hatip Lisesi mezunudur.
İmam Hatip’te okuyan çocuklarımıza “Mantık” dersi öğretilmedi!
İmam Hatip’te okuyan çocuklarımıza “Matemetik” öğretilmedi!
İmam Hatip’te okuyan çocuklarımıza “Belge” nedir, “Kaynak” nedir, anlatılmadı, öğretilmedi.
İmam Hatip’te okuyan çocuklarımıza, “Belge yoksa Tarih yoktur” kuralı öğretilmedi.
Belge yoksa rivayet vardır, dedikodu vardır, masal vardır, efsane vardır, gerçeği öğretilmedi!
Peki, İmam Hatip’te okuyan çocuklarımıza ne öğretildi?

Hz. Muhammed’in adı kullanılarak uydurulmuş “Hadisler” öğretildi!
Hz. Muhammed’in adı kullanılarak uydurulmuş “Sünnetler” öğretildi!
Adları “İslam Alimi” ne çıkmış sahtekârların yalanları, dolanları öğretildi!
Maddi çıkarcı tarikatçıların uydurduğu hurafeler, efsaneler, büyüler, muskalar, üfürükler öğretildi!
Ve bir de, İmam Hatip’te okuyan çocuklarımıza Kuran’ı, bilmedikleri bir dil olan Arapça ezberlettiler. Arapça öten papağanlara dönüştürdükleri çocuklarımıza “Hafız” dediler!

Değerli Dostlar,

İşte böyle bir eğitim ve öğretimden geçmiş olan Ahmet Hakan’dan “mantıklı” olmasını, akıllı konuşup yazmasını bekleyebilir miyiz?
Peki, Ahmet Hakan türü gazetecileri çok satan gazetelerin köşelerine oturtmak bir rastlantı olabilir mi?

Yılmaz Dikbaş
16 Aralık 2015, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

kaynak sosyal medya

“GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımda çok sağlam belgelere, kaynaklara dayanrak ayrıntılı olarak yazdım. Fatih Sultan Mehmet, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’e inanmıyordu.Fatih’in sarayında yıllarca kalmış olan Gian-Maria Angiolello şöyle yazdı:“Sultan II. Beyazıt, babası Fatih Sultan Mehmet hakkında ‘Otoriterdi ve Muhammed peygambere inanmazdı.’” Padişah II. Beyazıt, babası Fatih’in hiçbir dine inanmadığını düşündüğünü söylemiştir. - 21331 087

Yorumlar

  1. A. Takan avatarı
    A. Takan

    Çok cahilane bir yazı. Cariyelerle nikâhsız birlikte olmak İslam’a göre meşrudur, bu durumda cariyeden doğan çocuğa kimse gayrimeşru diyemez. Bir diğer husus Osmanlı saltanatı için gel hristiyan ol denildiği zaman “dünya saltanatını verseler dinimi değiştirmem” diyen Cem Sultan Fatih Sultan Muhammed’in oğludur. İslam’a inanmazdı diyenler böyle bir evladı nasıl yetiştirmiş olduğunu açıklasınlar.

  2. A. Takan avatarı
    A. Takan

    Bu arada belge konusuna gelirsek, Fatih’in yanında kalmış bir İtalyan’ın anlattıkları belge sayılamaz. Sebebi bunu yazan şahıs yazdığı şeyi belgelememektedir. 2. Bayezid’den işittim dediği şeyi işitmemiş de olabilir. Mesela M. K. Atatürk hakkında Rıza Nur’un Latife Uşaklıgil’den işittiğini söyleyerek anlattığı bir hadise vardır. Bunu Celal Şengör’e veya İlber Ortaylı’ya sorun, sırf “kaynak” gösterdiniz diye kabul edecekler mi?

  3. M. Sert avatarı
    M. Sert

    Kıvâmî’nin Fetihnâmesini okumuş mu Dikbaş ile Şengör?

  4. ali demir avatarı
    ali demir

    “çiftleşmişti” demek nasıl bir ifadedir. Şerefsizmisiniz yoksa piç mi anlamadım.

  5.  avatarı
    Anonim

    Fatih Sultan Mehmed hakkında yazılmış çok çirkin bir yazı sırf iftiralarla dolu Fatih Peygamberimize inanmadığı için Peygamberimiz için şiir yazmış değil mi ayıptir ya bir de çiftleşmek tabiri ne demek ona nikahsız eşi filan oldu denir ağızlarına almasınlar Fatih Sultan Mehmed’i. ..

  6. Mirhan avatarı
    Mirhan

    Fatih hristiyan olsa ogularınıda bu inanca göre yetisdirirdi halbuki papanın israrlarına ragmen cem hristiyan olmadıgına göre

  7. zuijko avatarı
    zuijko

    SACMALIKTIR. Diger bir kelime uygun olmaz

  8. Dr. Saim Çelik avatarı
    Dr. Saim Çelik

    Fatih Sultan Mehmet’in müslümanlığa inanmıyor olması iddiasına yorumcuların bu kadar sert karşı çıkmasını anlamadım. Velev ki inanmıyor, bu birden onu değersizleştiriyor mu?

  9. Dr. Saim Çelik avatarı
    Dr. Saim Çelik

    Fatih Sultan Mehmet’in müslümanlığa inanmıyor olması iddiasına yorumcuların bu kadar sert karşı çıkmasını anlamadım. Velev ki inanmıyor olsa bu birdenbire onu değersizleştiriyor diye mi düşünüyorlar?

  10. elif avatarı
    elif

    piç senin babandır.

  11. Türker Özpınar avatarı
    Türker Özpınar

    Saim Çelik bu işlerin velevkisi mi olur? Tarih konusunda elde belge olmadan dedikodu yapar gibi konuşanların anlattıklarına tepki vermeyelim mi yani?

  12. ahmet avatarı
    ahmet

    https://www.turkishnews.com/tr/content/2020/05/11/tarihi-bir-yalan-zsa-zsa-gabor-ataturk-iliskisi-ilk-kursun-gazetesi/

    Şu yazıda ceddini koruyan neden burada atasını ezer geçer ki sebebi çok belli zaman da sizleri çoğaltmakla hata etmişiz.

  13. Dr Saim Çelik avatarı
    Dr Saim Çelik

    Sayın Türker Özpınar, belki haklısınız ama sanırım başka pencereden bakıyoruz, ben kendim dinlere mesafeli biri olarak bu durumda Fatih’ten gurur duyuyorum. Eğer inançlı biri olsaydım belki ben de tepki gösterirdim

  14. bahattin avatarı
    bahattin

    e tarihde kaynak gösterilerek kanıtlanamazsa, elde belge olmadan dedikodu gibi konuşulamazsa siz fatih’in müslüman olduğunu kanıtlasanıza!

  15. Mülayim avatarı
    Mülayim

    Fatih’in Müslüman olduğunu kanıtlasanıza mı? Adamın Müslüman olduğuna dair binlerce kanıt bulunabilir ama iftira atanın gösterdiği bir tek kanıt yok. Müddei iddiasını kanıtlamakla mükelleftir derler.

  16. Alev avatarı
    Alev

    müslümanlık hristiyanlık gibi defter tutmaz. Kimsenin müslüman olduğunun değil binlerce kanıtı bir tane kanıtı olmaz.

  17. Anan Piç Senin avatarı
    Anan Piç Senin

    Senin anan piçtir. İftiracı köpek.

  18. Serdal serdal avatarı
    Serdal serdal

    Beyler bayanlar bu yukardaki yazıyı bilmem ama şunu diyim osmanlı Türk tü ama 1500 yılından sonra değişti
    Şimdi aşağıya bir yazı bırakıyorum okumadan karar vermeyin osmanlı 1500 yılından sonra Türkleri hakir hor gördü inanmıyorsanız aşa gıda ki yazıyı bir okuyun okumadan karar vermeyin

    Yeni Vatan Gazetesi
    Osmanlı’da Türk düşmanlığı var mıdır? İftira gerçek mi, belgeler nerede?
    Red Red
    vor 3 Jahren

    Tez şu : „Osmanlı özellikle 15. yüzyıldan sonra Türk devleti olma niteliğini tümüyle yitirmekle kalmamış, Türklüğe açıkça hakaret eder, söver duruma gelmiştir. Bu durumda Enderun mektepleri, harem ve devşirme uygulamaları son derece etkin rol oynamıştır. Devşirmelerin ele geçirdiği devlet, sistemli bir Türk düşmanlığı yapmıştır. Padişahlar da bunu teşvik ederek düşmanlık yapanları „ihsaniye“ ile ödüllendirmiştir. Bütün bunları bilerek Osmanlı da Osmanlı diye tutturanlar bir yana bu yazı bütün bunları henüz bilmeyenler için hazırlanmıştır.“
    Bu tezin altyapısı şöyle şekillendiriliyor. Acaba antitezciler bu konuda ne diyorlar ?

    OSMANLI DİVAN EDEBİYATI’NDA TÜRKLER
    * İbn-i Bibi, Türklerden “cahil Türkler”, “müfsid – – Türkmenler”, “çarıklı Türkmenler” diye söz eder.
    * Kerimüddin Mahmud Aksaraylı Türkleri “Gözün karalığından daha kara olan Türk…”, “Türklerin… o dinsiz zümrenin…”, “mel’un Türkler” ifadeleriyle anar.
    * Amasyalı Hüseyin b. Ali Fatih, “Tariku’l Edep” adlı çalışmasında “Türk” ve “Türkmen”i iki ayrı etnik grupmuş gibi gösterip bölmeye çalışır.
    * Şair Baki, “Türk ehlinin ey hace biraz başı kabadır.” diye hakaret eder.
    * Nef’i, “Türk’e Hak, çeşm-i irfanı haram etmiştir.” diye aşağılar.
    * Türkleri “çoban köpeği”ne benzeten tarihçi Mustafa Naima Efendi, ayrıca “nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı Türk, mel’un Türk” olarak niteler.
    * Gelibolululu Mustafa Ali, Mevaidü’n Nefais’te “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar halkı elbette kır adamıdırlar. Bunlar, aralarında güzel ve sevimli olanı az görünen, çeşit biçimde çirkin kimselerdir.” der.
    * “Etrak-ı Bî-idrak” lafının mucidi Hoca Sadettin, “hilebaz Türk”, “akılsız Türk”, “aptal Türk”, “kudurmuş kurt”, “aşağılık türediler”, “sırtlan”, “anlayışsız kaltaban” diye nefret kusar.
    * “Baban da olsa Türk’ü öldür.” diyen Kadimi mahlaslı Hafız Hamdi Çelebi, Hz. Muhammed’in “Türk’ü öldürün kanı helaldir.” dediği iftirasını yayar.
    * İzvornikli Arnavut Taşlıcalı Yahya karakteri, “Soyu kuruyasıca Türk” diye mısralar düzer.
    * 1797-1802 yılları arasında Paris’te daimi elçiliğimizi yapan Moralı Seyyid Ali Efendi Çuhadır Ahmet’e “Türk-ü sutür” yani “Hayvan Türk” yakıştırması yapar.
    * Tokatlı Aşık Nuri, Türk’ü hayvana benzeterek şöyle der:
    “Türk’ün dilberidir gayetle inat
    Şehir dili bilmez lisanı kubat
    Kelamında eder Türklüğün isbat
    Hayvan gibi gözün diker samana”
    * 1912’de Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılır.
    * 1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında, “Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir… Türk falan değil sadece Müslümanız.” deniliir.
    * Bugün “Milli Eğitim Sistemi”ni milliyetçilikten arındıranlar, dindar fakat “milli bilinç yoksunu” nesiller yetiştirmeye girişenler gibi Prof. Ahmed Naim 1913 yılında yazdığı “İslamda Dava-i Kavmiye” adlı kitabında Türk’e karşı savaş açıp “Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir.” der.
    * 1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık yapan ve AKP iktidarında adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere “soysuzlar” yakıştırmasında bulunur. Dahası, tiksintiyle söz ettiği Türklüğünden şöyle istifa eder:
    “Yalnız Müslüman ve insan
    Olarak kalmak üzere, Türklükten,
    Şeref ve izzetimle istifa
    Ediyorum Allah’ın huzurunda
    (…)
    Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
    Beni Türk Milletinden addetme!”
    * Vahdettin El Ahsam gazetesinin 16 Nisan 1923 günlü baskısında şöyle denir:
    “ Türkler, dini, soyu sopu, vatanı şüpheli ve belirsiz, 5-6 milyonluk bir cahil sürüsüdür.“
    Bu şiir ve yazıları yazanlar ödüllendirilirken Türklüğü savunan halk ozanları ise Padişah, sadrazam ve diğer devlet idarecileri tarafından şiddetle cezalandırılmıştır.
    ***
    TÜRK HALK EDEBİYATINDA OSMANLI
    Şalvarı şaltak Osmanlı,
    Eğeri kaltak Osmanlı,
    Ekende yok biçende yok,
    Yiyende ortak Osmanlı!
    dörtlüğü anonimdir ve Türklerin Osmanlı yönetimine nasıl baktığını en çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.
    Bir Türk beyliği olan Osmanlı, 16. yüzyıldan itibaren imparatorluğa dönüştükçe ırk çorbası haremlerin meyvesi padişahların, devşirmelerin, gayr-ı Türklerin yönetimine girmiştir. Bu süreçten itibaren de ne yazık ki Türk düşmanlığına soyunan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk sözcüğüne bile hakaretler yağdıran divan edebiyatı şairleri Padişahlarca desteklenmiş, korunmuş ve ödüllendirilmiştir.
    Bu süreç, Osmanlının Türk tebaası arasında şiddetle eleştirilmiştir. Türk halk ozanları da kelleleri pahasına bu saldırılara yanıt vermiştir.
    İşte bu şiirler:
    1828’deki Ahıska Savaşı’na katılan Âşık Gülalî’nin Ahıska Destanı’nda yer alan:
    Azgur boğazında kavga kuruldu
    Hain paşalara altın verildi
    Şehir talan oldu evler yarıldı
    Vah ki harap oldu güzel Ahıska
    biçimindeki dizelerden Köse Mehmet Paşa ve yanındakilerin Ruslardan altın almak suretiyle savaşmadan şehri düşmana teslim ettikleri gerçeği belgelenmektedir.
    Alemi yaratan yetiş imdada
    Kati çok bunda kaldı fukara
    Günden güne oldu zulüm ziyade
    Bir acayip halde kaldı fukara
    Haneye dokuz yüz düştü salyana
    Şüphe yok eriştik ahir zamana
    Niceler muhtaç oldu aziz anana
    Elleri koynunda kaldı fukara
    biçimindeki ifadelerle Karacaoğlan, yoksul köylülerin durumlarını yansıtıp Osmanlı döneminde yöneticilerin baskılarını da açıkça dile getirmektedir.
    Karacaoğlan bir başka şiirinde de şöyle söylemektedir:
    Çaresiz kalan bir âşığın:
    Çıksam dağa ayısı var kurdu var
    Düze insem sıtması var derdi var
    Köye gitsem tahsildarda vergi var
    Şaştım ağam bu salgının elinden
    Türkler, yalnızca savaşlarda şehit olmayı göze alacak asker gerektiğinde Osmanlının aklına gelirdi.
    Bura Yemendir
    Gülü çemendir
    Giden gelmiyor
    Acep nedendir
    Ağır vergiler altında inletilen ve ezilen halk bu nankörlüğü böylece âşığın sazına ses verip türkü yakıp dinlemiştir.
    16. yüzyılda başlayan bu tür olaylar daha sonraki dönemlerde de artarak sürmüştür. İşte bu durum halk şiirinde yoksul halkın dili olan âşıklara:
    Bütün malım aldın ey kanlı zalim
    Şikayet ederim Hüda’ya seni
    Garip mecnun gibi perişan halim
    Şu fani dünyada ağlattın beni ve
    Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
    Zahirem samanım bütün aldılar
    Bir tek yaba ile beni saldılar
    biçimindeki söyleyişleri yanı sıra:
    Ki beyler başladı zulme
    Ve rağbet kalmadı ilme
    Gözün ağla hiç gülme
    Zaman ahir zaman oldu
    Alırlar kadılar rüşvet
    Edip müminlere himmet
    Fakire yoktur şefkat
    Zaman ahir zaman oldu
    gibi zulüm, rüşvet ve yolsuzluğu konu alan destanlar söyletmiştir.
    18. yüzyılın önemli âşıklarından Kabasakal Mehmet’in:
    Yiyiciler akça ister cereme
    Verilen malımız gelmez kaleme
    Perişanlık sayi oldu aleme
    Kullarına imdat kılın efendim
    Akşam olur yiyiciler derilir
    Fukara kulların kusurun bulur
    Haftada hem üç yüz kuruşun alır
    Keyfiyet halimiz bilin efendim
    söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo, sonuçta yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemidir.
    Osmanlılar döneminde uzun süren savaşlarda yıllarca asker olarak görev yapan halk, şehzadelerin, vezirlerin taht ve çıkar kavgalarında da düşman dışında birbirleriyle savaşmak zorunda bırakılmalarından bıkmış, pek çok insan karın doyurma ve insanca yaşama uğruna canlarından olmuşlardır.
    Düzenin bozulması, yol ve erkânın hiçe sayılması üzerine:
    Hünkarım dünyaya gel eyle nazar
    Duacı kulların ağlayıp gezer
    Urumdan Acem’e ismini yazar
    Hani erkân hani yol padişahım
    Gelirse verme tuğ ile sancak
    Rüşvet almağı bilirler ancak
    Dünya elden gitti dahi n’olacak
    Dünyanın nizamın bul padişahım
    Ricalı kibarı devlete hayın
    Gizlice küffardan alırlar payın
    Fukara kullara vermezler tayın
    Sefil sergerdan oldu kul padişahım
    diyen Âşık Bahri gibi âşıklar durumu açıklıkla dile ve tele dökmüşlerdir.
    Osmanlı’nın Türk halkına zulmü ve baskısı karşısında yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş, 15. yüzyılda Bedrettin 16. yüzyıl ve sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kozanoğlu, Elbeylioğlu vb. ya ezilen halkla ya da bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemlerin büyük bölümü âşıkların sazına ve sözüne yansımıştır.
    Âşıklar, yüzyıllar boyunca Osmanlı feodalizminin yarattığı gerilim sonucu dirlik ve düzen kavgası verip direnen halkın dili olmuşlardır.
    16.yüzyılın güçlü âşıklarından Nizamoğlu:
    Zulm ile doldu dünya yoktır huzura imkân
    Ma’mur olan yerleri zalimler etti viran
    biçiminde genel durumu dizelerine aktarırken Osmanlı baskısı sonucu ortaya çıkan haremlik-selamlık (kaç-göç) olayı da âşıkları:
    Kul Mustafa’m der ki müşkül halleri
    Seyreyleyin sefil olan kulları
    Has bahçeden öte ıssız çölleri
    Al Osmanlı geçtim m’ola ne dersin
    biçiminde söyletmiştir. Bu dönemde, halktan öşür, aşar ve cizye adları altında alınan ağır vergiler halkı inim inim inletmiş, perişan etmiştir.
    Vergi artırımı ve memurların vergi toplamayı bir soygunculuk olarak kullanmalarının kabarttığı ayaklanmalar ilk önce Alevi-Türkmen halkı arasında başlamış olsa bile, bunlar Sünni Türk çiftçi halka hatta şehirlere ve kasabalara da sıçramakta gecikmemiştir. Örneğin Halep’te Mal müfettişliği yapmakta olan Kara Kadı adındaki kadının rüşvet yolu ile yaptığı yolsuzluklar ve görevi sayesinde yaptığı soygunlar dayanılmaz bir zulüm haline ulaştığından camiden çıkanlar Kara Kadı ve dokuz arkadaşını öldürmüşlerdir.
    Olay, sonuçta Türklerin devşirme ve Türk düşmanı Osmanlı idaresine karşı hak ve özgürlük mücadelesidir.
    18. yüzyıla değin Osmanlı’ya karşı direniş şiirleri:
    Sayılmayız parmak ile
    Tükenmeyiz kırmak ile
    Başkasından sormak ile
    Kimse bilmez ahvalimiz
    dizelerinde olduğu gibi genel bir karşı koyma tavrını, halkı da katarak isyancı bir eda ile dile getirirken Türk halk hareketlerinin şiddetle bastırılması sonucu bireysel direnişleri dile getiren şiirler ortaya çıkmıştır. Bu asırdan itibaren âşıklarda:
    Herkes endamına verir ziyneti
    Baştan çıkardılar bütün milleti
    Batırdılar gitti din ü devleti
    Bozuldu Resul’ün yolu erkanı
    biçiminde ifadesini bulan düzen eleştirici şiirlerin ön plana çıktığı görünmektedir.
    Pir Sultan Abdal, vezir ve memurlarının kişiliğinde Osmanlı yönetimini eleştirmiş, Osmanlı valisi Hızır Paşa’ya meydan okurken mücadeleci, yılmaz, inançlı ve inatçı tavrından hiç ödün vermemiş:
    Yürü bre Hızır Paşa
    Senin de çarkın kırılır
    Güvendiğin padişahın
    O da bir gün devrilir
    Kadılar müftüler fetva yazarsa
    İşte kemend işte boynum asarsa
    İşte hançer işte kellem keserse
    Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
    biçimindeki söyleyişleriyle belli bir dönemde bozuk düzene karşı direnişin simgesi olmuştur ve düşünceleri uğruna kendini feda etmekten çekinmeyen bir destan kahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
    Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde devlet düzeninin bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram yemesi ve yalan fetvalar vermeleri, konumlarıyla eylemlerinin birbirine uymaması:
    Fetva verir yalan yulan
    Domuz gibi dağı dolan
    Sırtına vururum palan
    Senin gibi hayvan var mı
    deyişinde görüldüğü gibi çarpıcı biçimde dile getirilmiştir.
    Pir Sultan’ın deyişlerinin temelini bozuk toplum yapısının eleştirisi oluşturur. Pir Sultan’ın deyişleri her türlü haksızlığa karşı toplumun ortak vicdanının sesidir. Eleştirilerden “Fetva vermiş koca başlı kör müftü” deyişiyle kadılar, “Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa” deyişiyle paşalar payını alırken “Masumlar boğdurur padişahım var!” gibi deyişleriyle de padişahlar payını alır.
    Osmanlı döneminde haksızlıklara dayanamayıp başkaldıran, sazı-sözü ve eylemleriyle dikkatleri üzerine çeken bir âşık da Köroğlu’dur.
    Köroğlu’yum kayakarı yararım
    Halkın kılıcıyım hakkı ararım
    Sultan padişahtan hesap sorarım
    Uykudan uyanan katılır bana
    diye ünleyen âşık, geniş kitlelerin uzak-yakın umutlarını gerçekleştirmek için ortaya çıkan bir Türk yiğitlerinden biri daha olmuştur.
    Yüzyıllar boyu halkla ve köylü ile ilgilenmeyen saray adamlarından birinin Şarkışla’dan geçerken toplanan köylülerin hatırını sorması üzerine topluluğun arasında bulunan Serdari’nin:
    Nesini söyleyeyim canım efendim
    Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
    Arzuhal eylesem deftere sığmaz
    Omuzdan kırılmış kolumuz bizim
    Sefil rençberin yüzü soğuktur
    Yıl perhizi tutmuş içi koğuktur
    İneği davarı iki tavuktur
    Burdan gayrı yoktur malımız bizim
    Benim bu gidişe aklı ermiyor
    Fukara halini kimse sormuyor
    Padişah sikkesi selam vermiyor
    Kefensiz kalacak ölümüz bizim
    Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
    Elinde kamçısı fakiri ezer
    Yorganı döşeği mezatta gezer
    Hasırdan serili çulumuz bizim
    Serdari halimiz böyle n’olacak
    Kısa çöp uzundan hakkın alacak
    Memurlar yıkılıp viran olacak
    Akibet dağılır ilimiz bizim
    deyişi Osmanlı döneminde halkın genel durumunu ve âşıkların serzenişlerini dile getiren ilginç örneklerdendir.
    Dadaloğlu da Türk kırmayı çok seven Osmanlı Padişahlarına „Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir!“ diyerek kafa tutmaktadır.
    ***
    Alevisi-Sünnisi bütün Türklerin ve Atatürk’ün „Ne Mutlu Türk’üm Diyene!“ anlayışını benimsemiş bütün Türk vatandaşlarının bu Osmanlı ve Osmanlıca meselesini bütün bu bilgiler ışığında yeniden değerlendirmesinde yarar vardır!
    TERCİHİNİZ OSMANLILIK MI TÜRKLÜK MÜ?
    Bir Türk beyliği olarak kurulan Osmanlı özellikle 15. yüzyıldan itibaren Türklük niteliğini tamamen yitirerek devşirmelerin egemenliğine girmiştir.
    Irk çorbası haremlerin meyvesi padişahların, gayr-ı Türk olmak şartıyla alınıp devlete üst düzey yönetici yetiştiren Enderun Mekteplerinden çıkan devşirmelerin cirit attığı, Türk’e ve Türklüğe küfürler edilen şiirlerin ödüllendirildiği, erkek ve kadın eşcinselliğinin doğal karşılandığı, Türkçenin aşağılanarak %50’si Arapça, %40’ı Farsça ve yalnızca %10’u Türkçe uydurma bir jargon olan Osmanlıcanın devlet katında kullanıldığı Osmanlılık mıdır tercihiniz?
    Atatürk’e ayyaş diyerek hakaret edilirken, Türkçe hor görülüp bilim için yetersiz denilirken, T.C. tabelaları sökülürken, vatanın bölünmez bütünlüğü tehdit altındayken, teröristbaşı adam yerine konulurken, İstiklal Marşı’mız ırkçı diye nitelendirilirken, Andımız kaldırılırken, Atatürk ilke ve devrimleri bir bir yok edilirken, Türkiye adı bile değiştirilmek istenirken yeterli ses vermeyenler, konu Osmanlı’nın kirli çamaşırları olunca arslan kesiliveriyorlar!
    Osmanlı, soyu sopu karman çorman olmuş bir hanedandır. Bizim ecdadımız Osmanlı hanedanı değil Türk milletidir!
    Türklüğün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin şah damarı ne idüğü belirsizlerin Kürdistancılarla işbirliği halinde kesilmeye çalışılırken Osmanlı avukatlığına soyunan cahillere sesleniyoruz.
    Kararınızı verin artık kardeşim! Palavrayı bırakın. Tercihiniz Osmanlılık mı Türklük mü?
    ***
    ATASEN
    Ata Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası
    http://www.atasen.org.tr

    Relevante Artikel

    İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer adil değil dediği adaylık seçimine rağmen : „Mutlaka başaracağız.“

    Pilnacek’in ses kaydı: Sobotka hakkında soruşturma açılmadı

    Avusturya-Kärnten: Eyalet başkentinin belediye başkan yardımcısı “oğluna kiralık ev tahsisi” yüzünden istifa etti

    Viyana yönetimini ikiye bölen tartışma: Sığınmacılar için nakit mi daha iyi yoksa kupon mu?

    Exit mobile version

  19. Selen Atasoy avatarı
    Selen Atasoy

    Serdal, yazı ve şiirlerle, Osmanlının Türklere karşı yapmış olduğu haksızlığı belirtmişsiniz. Teşekkürler. O zamanlar Ermeniler Osmanlı İstanbulunda, italyada (Milano) özel yapılmiş iskarbin ayakkabı ile gezerken bizim Türkler keçi derisinden yapılmış çarık ile gezerlermiş.Aradaki fark ay ile yer yüzü kadar..!

    Kerimüddin Mahmud Aksaraylı
    “Türklerin…o dinsiz zümrenin…”,mel’un Türkler” ifadeleriyle anar.
    Keşke yukardakinin dediği gibi kalsaydık, islam ve müslümanlık adı altın’da en büyük soygunu görmezdik ve Türk halkına yapılan saygısızlığı yaşamazdık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir