Mülteci krizi ve Ukrayna sorunu AB’nin küreselleşmeden doğan meydan okumalara hazırlıklı olmadığını gösterdi.
Birlik üyesi kimi ülke Suriyeli, Iraklı ve Afgan sığınmacılara karşı sınırlarına tel örgüler inşa ediyor.
İsveç, Danimarka’dan giriş yapanlara belgelerini gösterme zorunluluğu getirdi.
Yılbaşı gecesi Köln’de Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli grupların çok sayıda kadını taciz etmesi Şansölye A.Merkel’in savunduğu Almanya’nın açık kapı politikasına eleştirileri yoğunlaştırdı.
*
Emeğin ve malların serbest dolaşımı pahasına olsa bile Schengen sisteminin sona ermesi isteniyor.
İngiltere daha sıkı bir birliğin sağlanması, regülasyonlar ve sosyal yardımlarla ilgili önlem paketi gibi sorunlarla karşı karşıya olan AB’ye üyeliğini belirleyecek halk oylamasına hazırlanıyor.
Fransa’da 2017’de cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacak olması, Orta Doğu’da istikrarsız bir sürecin yaşanması da AB’ yi kararsız bir sürece yönlendiriyor.
*
AB’de her kapının ardında Almanya bulunuyor, çünkü;
Birincisi, Almanya 2008’de ABD’de başlayan ve Euro bölgesine atlayan ekonomik krizde, Avrupa’nın liderliğini başarıyla yaparken, Fransa’yı ikinci plana düşürmüştür.
Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansının karıştığı dinleme skandalında da liderliğini ABD karşısında pekiştirir ve kendini vazgeçilmez yaparken, Fransa Avrupa’nın ikincisi olmayı ve Almanya’ya eşlik etmeyi sorunsuz benimsemiştir.
İkincisi, Almanya Ukrayna kriziyle birlikte Rusya’nın Avrupalılaşmasına ilişkin umutlarını pekiştiren
1967’de yürürlüğe koyulan Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan “Ostpolitik” asını terketmiş,
Yerine jeopolitik çıkarlarının ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyasete yönlenme esnekliği göstermiştir.
Üçüncüsü, bu siyasetiyle Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki uygulamaları nedeniyle Avrupa Barışı’nı ihlal etmekle suçlanmasının liderliğini de yapmıştır.
*
Bu sayede “Avrupa Barışı” için 1939’da Sovyetler Birliği ile imzaladığı, temeli doğu sınırını sağlamlaştırmak üzere Polonya’yı işgal ederek olası bir Sovyet müdahalesini engellemek,
Buna mukabil Sovyetler Birliğinin Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgali üzerine batı sınırını garanti altına almak istemesine dayanan “Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Anlaşması” çerçevesinde, Almanya’nın Polonya’ya girmesi ve II.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Polonya ve Baltık ülkelerine yaşattığı ağır sendromu bir kez daha yaşatmama çabasında olduğunu da göstermiştir.
*
Ne ki, şimdilerde AB üyesi ülkeler, Rusya’ya Minsk Antlaşmasına uyulmadığı sürece yaptırımların sürdürülmesi konusunda görüş birliği içinde olmalarını sağlayan,
Ukrayna krizi sürecinde Avrupa’da barış düzeninin temeli olarak egemenlik ve toprak bütünlüğü ilkelerinin vurgulanması amacına dayalı Almanya’nın inşa ettiği;
Yaptırımlarla Rusya’nın tutumunun baskı uygulanarak değiştirilmesi,
Temas politikası yoluyla Rusya ile uzlaşma sağlanması,
Ukrayna’nın egemen bir devlet haline getirilmesi temelinde üç aşamalı stratejisiNİ tartışıyor…
*
İlgili stratejiye, Ukrayna’nın Rusya ile sınırını denetim altına almasının zaman alacağı, Doğu Ukrayna’da yeni bir donmuş çatışma alanı olacağı, buranın Rusya’nın kullanabileceği bölgeler arasına gireceği öngörüsüyle karşı çıkılıyor.
NATO bile mevcut gerginliğin kontrolden çıkma olasılığından rahatsızlık duyarken, bu strateji neticesinde meydan okuyan Rusya’nın, Batının kendisine karşılık veremeyecek kadar zayıf ve bölünmüş olduğu yönünde düşünmesine yol açmış olmasına itiraz ediliyor.
*
Bugün Almanya’da, Ukrayna doğusundaki çatışmaların gerilemesi ve Suriye’de Rusya ile işbirliği yapılması için baskıların artmasıyla Moskova ile temas kurulmasını savunanlar güçleniyor.
Şansölye A.Merkel’in Baltık Denizinde ikinci boru hattı olan Kuzey Akım-2’nin inşa edilmesi planını veto etmeyişi, Almanya’nın Kremlin ile yakınlaşmak istediği şeklinde değerlendiriliyor.
Kuzey Akım-2 projesini Ostpolitik siyasetinin mimarı, bugün koalisyon ortağı olan Sosyal Demokrat (SPD) destekliyor.
Giderek Almanya’nın 2016’da AGİT dönem başkanlığı sürecinde de Rusya ile gerilimi düşürmeye uğraşacağı düşünülüyor.
Sonuçta bir çok Avrupa ülkesinde Rusya’nın saldırganlığı karşısında ne yapılması gerektiği hususunda karşıt düşüncelerde hızla gelişiyor.
*
Nitekim Polonya’da muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi (PİS) iktidarı ki, katı bir Rusya karşıtı ve Almanya’dan hazzetmeyen bir karakterdir;
Almanya’nın yeniden Ostpolitik siyasetine yönlenmiş olması kuşkusundadır.
Ulusalcı değerleri yükseltiyor ve öncelikle ulusal değerleri yücelten medya yasası çıkarmak istiyor.
Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan’ın oluşturduğu Visegrad Grubu’nun açık toplumu, özgür sınırları ve ölümden kaçan mültecilere insani yardımı sorgulaması ise giderek Varşova ile Berlin ve Brüksel arasındaki gerilimi arttırıyor.
*
Ama Ortak Rusya ve doğu politikası hem Berlin hem de Varşova’nın çıkarına olduğu için iki ülke ilişkilerini canlandırmak zorundadır.
Eğer Almanya ve Polonya bir araya gelemezse Rusya’ya dönük ortak AB politikası geliştirilemez. Böyle bir durumun Polonya, Almanya ve AB’ye zarar vereceği açıktır.
*
Çünkü Rusya Devlet Başkanı V.Putin, Batı ile ekonomik fayda getirebilecek ilişkiler isteğindedir.
Ama asıl önceliği Batı’nın Rusya’yı dikkate alması, Rusya’nın nüfuz alanlarını tanıması ve eski Sovyet ülkelerine karışmamasını sağlamaktır.
Kırım ve Ukrayna krizinde bu bölgenin Avrasya Birliği Projesi’nin Avrupa ayağı ve Karadeniz Havzası’na açılan bir kapı olması niteliğini esas alıyor.
*
Başta Polonya olmak üzere Visegrad Grubu rahatsızlığı AB’ de giderek yayılırken,
Batı Rusya ile mi, Rusya olmadan mı yoksa Rusya’ya karşı bir güvenlik mimarisi mi inşa etmek istiyor sorusuna yanıt vermelidir.
Doğrusu, esas mutabakatın Rusya’yı da kapsayan yeni bir Avrupa için yapılması gerekiyor…
20.1.2016
Bir yanıt yazın