PAPAZ’IN ÇAYIRI
HÜSEYİN MÜMTAZ
Erbâbı iyi bilir; Kadıköy’de şimdiki Fenerbahçe stadının olduğu yer Papazın Çayırı, Union Club yahut İttihatspor Sahası diye bilinirdi.
Kıbrıs ve KKTC şimdilerde tam da “Papazın Çayırı” durumundadır. “Sorma Gir Hanı”, Dingo’nun ahırı”..
Kuzey’dekiler yetmiyormuş gibi bir de “Güneyli” Kürt mafyası, kuzeyde racon kesip çek-senet tahsilâtı işine başlamış.
Ahmet Okan dün nefis bir yazı yazdı;
Önce 1700, 1800’lü yıllarda adaya gelip Kıbrıs’ın bereketli sularına, ovalarına, dağlarına, bağ ve bahçelerine hayran kalanların anılarını aktardı..
“Şehrin vaziyeti çok çekicidir. Her yerde çok sayıda kuyular, pınarlar ve yemyeşil meyve bahçeleri bulunmaktadır…. İç kısımlarda bulunan şehirlerin arasında başlıca olanlardan ilki Kythrea veya Kythereia’dır. Hâlâ mükemmel bahçelerle iç içedir ve suyunu, çok temiz, pırıl pırıl derelerden sağlamakta; buna ilaveten insanlar, el becerilerini, doğanın cömertliğini kendi faydalarına olacak en iyi şekilde değerlendirmeyi bilmektedirler….Üzerinden geçmemiz gereken bir köprüyü, akan suyun coşkusundan şiddetli bir şekilde sallanır halde görünce, yıkılacağından korktuk…Sular coşku ile akarmış…Kıbrıs’ta, her şeyin iyi ve mükemmel olduğunu söylemek mümkün olmasa da, bereketin adadan kovulmadığı dönemler olmuştur…Ta ki suyu, bağ ve bahçeleri kurutulana kadar. Ta ki ovalarına, dağlarına betonlar dikilip, yeşili tekmil tüketilene kadar…”
Sonra günümüze geldi..
“Şimdi dövün dur… Ama ne varsa Kıbrıslılarda var… Kırk yıldır çözüm yapamayan onlardır. Dağları, ovaları yiyip bitiren onlardır. Kendi nüfusundan fazla nüfusu sırtında taşıyıp, Suyu ve elektriği yetmez hale getiren, Hastaneleri çökerten bu Kıbrıslılardır…
Cenazeleri Ayasofya’dan alıp mezarlığa atan, Bandabuliya’yı restore edecek diye içine eden, Lefkoşa’da Sarayönü meydanını meydanlıktan çıkaran, Bayram yerlerini yerinden alıp geleneksel hayatı paramparça yapan, Hisarları terk edip dökülen taşlarını seyreden, Trafiği Arap saçına döndüren, Eski kentlerini viraneye çeviren, Daha buharlaşma çağında çaresi bulunan kanalizasyon sorunlarını bir türlü aşamayıp, İnsanları lağım denizlerinde yaşamaya mahkûm eden, En ufak bir yağmurda Filipin sellerine gömülen bu Kıbrıslılardır…
Ne varsa onlarda vardır… Narenciyeyi, Zeytini, Harnubu mahveden bu Kıbrıslılardır… Her şeyden ‘beytambal galsın’ deyip vazgeçen, Arabasından inmeyen, Makam delisi, Yol kenarlarına elinde ne varsa fırlatan, Kaldırımda yürürken izmaritini ve çöpünü yerlere atan, Yollara tükürmekten çekinmeyen, Memur kılıklı olmaktan zevk alan, Her şeyi bilen, Siyaseti yüzüne gözüne bulaştıran, Her sokakta bir dernek kuran, Dereboyu’nda fink atan, Cep telefonunu elinden düşürmeyen, Ekonomiden çakan…
Yani arkadaş, Doğrudur, Ne varsa Kıbrıslılarda vardır. Eşekleri özgür, Kendi fena halde tutsak”.
Kuzey Kıbrıs solunun entelektüel derinliği fazladır ama olayları sadece Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve onun Kıbrıs’taki paralel örgütü AGEL’in hipermetrop gözlüğü ile görürler.
MAO’nun Çin’inden, Yaser Arafat’ın FKÖ’süne, Enver Hoca’nın Arnavutluğuna, Castro, özellikle Che’nin Küba’sına düşünsel savrulmalar yaşarlar.
AGEL’in komünisti, önce Rum sonra komünisttir ama “bizimkiler” önce de sonra da komünisttir.
“Komün”ist kaldıysa..
Ama ısrarla öyle olduğunu iddia ederler. Komünlerde öyle yaşarlar. Hep beraber Göçmenköy’deki göçmen evlerinde yahut Samanbahça’daki “toplu konutlarda” otururlar, viski ne demek votka/limon içerler, bir örnek 73 model Lada arabaya binerler, Cumhurbaşkanlığını kaybettikten sonra bile Silihtar’dan kendi kullandıkları Lada Van ile ayrılırlar, istisnasız hepsinin çocukları devlet okullarında Hatay’lılarla beraber okur. Lise’yi bitirince çocukları, İngiltere’ye filan değil Moskova’ya yollarlar. Rum, AB, İngiliz pasaportu neymiş, hepsi birden Rus pasaportu alırlar.
Bakanlar ve “kurulu” hikâyedir. Partiyi “Parti Meclisi-Polit büro” idare eder. Başbakanın yaptığı anlaşmalar orada tekrar oylanır, revize edilir. Reddedilir. Polit büronun başı da Silihtar’dan Lada Van ile ayrılan Parti Sekreteri/Parti Komiseridir.
Şolohov, her askerî birimde komutandan gayri ve daha etkili bir “yoldaş komiser” olduğunu yazmaz mıydı?
Ama şimdi, şu anda bu, Marksizm konu edilince mangalda kül bırakmayan fakat içinde bulunulan karmakarışık durumda, fena halde çaresiz kalan çağdaş “komün”istler derin bir “Stockholm Sendromu” ruh hâli içindedirler.
Gardiyanlarına âşık olmuşlardır.
Marksizmden, Makyavelizme kesin bir U dönüşü yapmakta, bükemedikleri bileği öpmektedirler..
Lâfın tamamı deliye söylenirmiş.
NOKTA…
Peki, “vaziyet ve manzara-i umumiye” nicedir?
Hepsinin çenesine vurmuştur, habire konuşmaktadırlar.
Talât; “Parti Meclisi karar aldıktan sonra CTP’li bakanlar buna onay veremez ki. Bu kadar açık ve nettir” diyor, “Bir Anlaşma Sonuçlanırsa Referandum Daha Sonra Yapılabilir” diyor, “Herhalde Başbakan sıkıntılı psikolojik atmosfer içinde öyle söyledi” diyor, “Güney seçimleri ertelenecek; referandum Haziran’da” diyor.
Parti komiseri konumuyla başbakandan ve cümle görüşmecilerden yukarıda ya, her şeye ayar veriyor. Gölge başbakan ve devlet başkanı.
Aralık’ta ödenmesi gereken 13’üncü maaşlar ödenemiyor, su akmıyor, Tekke Bahçesi Şehitliğinde bile Rum kayıp aranıyor, Ombudsbayan topa girince Rum tarafındaki eşiti de pası alıp golü atıyor; “Ofisim Kıbrıslıtürklerin Müttefikidir” diyor.
Vasiliu:”Annan Planı’na hayır diyeceğimizi söyleseydik, AB’ye giremeyecektik” diyor; Burcu “Bir miktar toprak verilecek” diyor. “Harita ile ilgili konuların son raddede bir yerlere kapanarak sonuçlanacağı” dillendiriliyor.
Anastasiadis noktayı koyuyor; “Toprakta yeterli ilerleme olursa, garantiler tasfiye edilir ve Türk askerleri çekilirse, yıl içerisinde çözüm bulunabilir” diyor.
Yâni;
1.Toprak vereceksiniz; 2.Türkiye’nin garantörlüğü kalkacak; 3.Türk askeri çekilecek diyor.
Duydunuz mu?
Türk halkına, “Bunları kabul edersek Kıbrıs meselesi çözülür, Türkiye de AB’ye girer” havası pompalanıyor.
Ama Çek Cumhurbaşkanı Miloş Zeman, “Müslümanların Avrupa’ya entegre olması imkânsız” demiş; Merkel: “Türkiye’nin AB üyeliği için gidilmesi gereken çok uzun bir yol var” diye ilâve etmiş.
Ne gam?
Yeter ki; Türk değil, sadece Rum ve İngiliz uyruklu olmakla iftihar ettiklerini söyleyen linobambakiler konuşsun, kervan da yürüsün..
Ne demişti Ahmet Okan yazısının sonunda? 18 Ocak 2016
57’İNCİ ALAY HER YERDE/HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın