İran – Suudi Arabistan – Türkiye

İran – Suudi Arabistan – Türkiye

Suudi Arabistan – İran krizinin bir anda bölgesel felaket senaryolarına dönüşmesinin arkasında derin jeopolitik gerçekler bulunmak- tadır. Bu gerçeklerin Şiilik, Vehhabilik yanında Osmanlı karşıtlığı boyutu da vardır. Bölge halkları arasındaki tarihi, kültürel veya mezhep farklılaşmalarına karşın bugünkü krizin kaynağını içtihat ayrılığı oluşturmamaktadır. Israrla bu ayrılığın dillendirilmesi İslama- fobinin bir diğer şubesidir. İki ülke ile yandaşlarının bir anda saflaşmasının temelinde, küresel frekansları da sözkonusu olan siyasi çıkarlar yatmaktadır.

Gruplaşmalara söylem bazında damgasını vuran mezhep farklılığı, siyasi çıkar çatışmaları ile emperyalist hesapları kamufle etmeyi amaçlamaktadır. Gelişmelerin seyrinin bu çerçevede belirginleşmesinin diğer nedeni ise küresel güç odaklarının bu yöndeki gayretleridir. Tıpkı Suriye ve Irak laboratuvarlarında görüldüğü gibi hedef bölgede kontrolü ele geçirmek olunca, hiçbir fırsat kaçırılmamakta, amaca ulaşmak için her araç mübah sayılmaktadır.
Hilafetin kimin hakkı olduğu tartışmasıyla ortaya çıkan Şiilik ile Ehl-i Sünnet ilişkileri tarihinin her ayrıntısı adeta dipsiz kuyudur. İngiltere’nin kışkırtmasıyla Osmanlı’ya karşı isyan eden Sünni Şerif ailesine va’dedilen krallıklar verilme aşamasında ortaya çıkan Vehhabi harekatının Hicaz’a hakim olması da uzun bir hikayedir. Suudi Arabistan yönetiminin resmi ideolojisi durumundaki Vehhabilik, Şiilik karşısında Sünni, dört Ehl-i Sünnet mezhebi karşısında Selefilik olarak isimlendirilmektedir.
İslamiyetin yayılması, Müslümanların çoğalması ile farklı ortamlarda, bölgelerde, iklimlerde ortaya çıkan sorunlara çözümler aran- mıştır. Kitapta ve sünnette yer alan hükümler ile yeni sorunların çözümlerinde yöntem farklılıkları zuhur etmiştir. Tali konulardaki tartışmaların çözümünde kullanılan farklı yöntemler, farklı içtihat gruplarının ortaya çıkmasına yol açmıştır ki buna mezhep denmiştir. İçtihat imamları bir mezhep kurmak üzere ortaya çıkmamış, fakat kendi medreselerinde sorunların çözümleri yolunda kafa yormuşlardır. Öğrencileri ve diğer alimler bunları müzakere etmişlerdir. Bu tartışmalar ve içtihatlarla mezhepler ortaya çıkmıştır. Zamanla mensuplar çoğaldıkça, yeni sorunlar ortaya çıkmış, bidayetteki mezhepler içinde de farklı içtihat gruplaşmaları görülmüştür. Bu gelişme insan doğasının kaçınılmaz sonucudur. Örneğin Hanefi mezhebi mensupları en fazla olanlardan olduğu halde, birçok tali konuda Hanefilerin farklı uygulamaları sözkonusudur. Şiilik de kendi içinde birçok kollara ayrılmaktadır. Buna karşın imamların diğer görüşten olanları katletmeye öncülük ettikleri bilinmemektedir.
İslam dünyasında birçok savaşlar, aynı mezhep mensupları, hatta kardeşler arasında da yaşanmıştır. Avrupa’da Ortaçağda mesela otuz yıl süren mezhep savaşlarının temelinde aslında siyasi çıkarlar bulunmaktadır. Nitekim mezhep savaşlarından sonra da Batıda aynı mezhepten devletler arasında nice savaşlar yaşanmıştır.
Azerbaycan-Ermenistan savaşında İran, kendisi gibi Şii olan Azerbaycan’ı desteklememiştir. Çünkü güçlenen Azerbaycan’ın Güney Azerbaycan (Kuzey İran) ile birleşme ideali (Vahit Azerbaycan) vardı. İran’ın Suriye iç savaşında Şam yönetimini desteklemesi Şiilik hassasiyetinden öteye tıpkı Azerbaycan-Ermenistan savaşında olduğu gibi reel politik gerçeklerden kaynaklanmaktadır. Zaten İran Şiiliğinin Şam yönetiminin inandığı Nusayrilik’e (Furat-ı Şia) mesafesi Sünni mezheplerden daha fazladır.
Sömürgecilik döneminden günümüze emperyalizmin temel ilkesi böl-yönettir. Bu bağlamda din, mezhep, kabile, ırk, boy gibi farklılıklar bulunmaz ganimettir. Bu alanda yeterli bir farklılaşma yoksa zaman içinde kültürel-eğitsel zehirlemelerle farklılıklar oluşturulur, “yerli halklar” birbirine kırdırılır, kontrol sağlanır. Afrika ve Asya’da asırlardır bunun iğrenç örnekleri yaşanmıştır. Rusya’nın Türk boylarını milletleştirerek birbirinden uzaklaştırma/birbirine düşürme stratejisi de bu örneklerdendir.
Medeniyetler İttifakı ile başlayıp Arap Baharı ile aşama kaydeden Ortadoğu’daki siyasi düzenleri yerle bir etme politikaları, bugün bölgeyi topyekün savaşın içine sokmuştur. Parçalanan Suriye ve Irak’ın devlet ve toplum yapısı yanında bölgede sistemli bir insansızlaştırma politikası uygulanmaktadır. Bu gelişmelerin İsrail boyutu son derece kapsamlıdır. Suriye’deki savaşa gırtlağına kadar girmiş, önemli ölçüde çuvallamış olan İran’ın karşısında bir dereceye kadar Suudi Arabistan bulunmaktadır. Yemen cephesinde yine iki ülkeyi farklı boyutlarda karşı karşıya görmekteyiz. Aslında İran-Suudi “soğuk savaşı” Müslümanların olduğu her yerde yaşanmaktadır. İran, “Yeni Rus Jeopolitiği”nin güney vektörü olarak Moskova adına, Rusya ile birlikte birçok bölgesel çatışmada boy göstermektedir. Suudi Arabistan ise diğer körfez ülkeleriyle birlikte adeta ABD üsleri haline gelmiştir.
Yeni Suudi Kralı Selman’ın bazı temel konularda Washington’ı dikkate almayan politikalara meyilli olması ABD canibinden hoş karşılanmamaktadır. İran’ın ABD ile imzaladığı nükleer program da Suudi yöneticilerini son derece rahatsız etmiştir. 2011’deki gösterilerden dolayı yargılanan Şii liderin idamı siyaseten yanlış olabilir. Buna karşın bir anda Şiilerin her yerde ayaklanması ile iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kopmasından İran da rahatsız olmuştur. Nitekim İran yönetimi, ülkesinde yakılan Suudi diplomatik binasıyla ilgili soruşturma başlattığını açıklama ihtiyacı duymuştur ki durumu sahiplenmediği, bundan rahatsız olduğu anlamı çıkmaktadır.
Türkiye, Humeyni’nin hızlı günlerinde yaşanan İran-Irak savaşında bile son derece başarılı tarafsızlık politikasıyla bu facianın daha az zararla önlenmesine yardımcı olmuş, kendisi de siyaseten olduğu gibi ekonomik olarak kazanmıştır. İran-Arabistan krizi soğumaya yüz tutmuşken kopan ilişkilerin tamirinde de arabulucu rolü üstlenmelidir. Keşke olayların başlangıcında yöneticilerimiz bir ülkeden yana tavrını ortaya koymama basiretini gösterselerdi. Belirtelim ki Arabistan gezisi ertesinde yaşanan bu kriz karşısında sıcağı sıcağına Riyad’

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

dan yana görüş açıklamanın aslında Arabistan’a da faydası yoktur.

Öncevatan, 12 Ocak 2016
alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr

Yazıları posta kutunda oku

Mekke'nin yukarıdan panoramik görünüşü, Suudi Arabistan

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir