Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN – “Al, bu senin kahramanın!…”

557-07887

 

Ocak 16, 2016

“Barış” için inisiyatif ortaya koydukları bir belge yayınlayıp, imza atan “akademisyenler”, yeni tartışma başlığımız, yoksa ayrışma başlığı mı demeliydim?!… Dilim dilim bölünmüşken, şimdi kübik parçalara ayrılmaya başladık… Bildiriye imza koyanların sayısı 1128… Yarattığı depremin etki katsayısı ise çok yüksek… Ve sadece bildiri olarak kalsaydı, çok dar bir çevrede duyulmuş olacaktı. Türkiye sınırlarını aşan bir etki yaratması, iktidar tarafından suçlanmaları sayesinde oldu. Anlaşılan o ki, anayasa dayatması öncesinde, başkan yapmak istedikleri kişiyi pazarlayabilecek yeni propaganda başlıkları üretirken, “açılım” dedikleri sürecin yönetimini, muhalefete devredecek, ama kontrolü elden bırakmayacaklar!…

Bildiri ne anlama geliyor? Adına genel olarak “açılım” denilen; ve “demokrasi”, “barış” gibi kavramlarla süslenen sürecin getirildiği yeri tanımlamış oluyor. Öyle ki, tırnak içerisindeki “barış”, devleti doğrudan alıp, suçluyor. Devlet kalıcı, iktidarlar geçicidir. Eleştiri iktidar politikalarına yapılabilir, ancak devlet hedef tahtasına konulmuşsa?!… Unutuyoruz; iktidar, toplumda ona destek veren bir kısım yurttaş; devlet ise hepimizi içeren bir kavram… İmzacılar arasında, AKP’nin “akil” adamları da var. Onlardan biri; “ulus devlet bizim başımızda Allah’ın belasıdır, Türk üst kimliği bölücüdür” diyordu… Devleti başımızın belası görenler, iktidara destek verdikleri derecede makbuldüler Sürece açıkça destek verenler baş tacı edilmedi mi? Başka kritik bir soru: “Yeniden baş tacı ne zaman edilecekler?!…”

             Kolaylıkla yönetilecek hale getirilmiş duygularımız yerine, aklımızla düşünürsek; imzacıların yazdıkları, bugüne kadar izlenen politikaların sonucudur. Üniversitelerde sayıları giderek artan ve ulus devleti sorun eden söylemleri çoğaltan, hatta resmen bölücü söylemleri derslere taşıyanları bilmiyor olamazlar. Sadece derslerimizde değil, yaşamımızın her alanında kontrol altındayız. Kim kimdir? kimlerledir?… ne yer, ne içere kadar… büyük bir mercekten söz ediyorum.

Bildiri bahane edilerek, yeni bir sürece giriyoruz. Bildiride imzası olanların bir kısmını geleceğin aktörleri arasında görebileceğiz.

             Öyle bir süreç ki bu… Kendi kahramanınızı çıkaramadığınız, elinize, “al bu senin kahramanın” denilerek tutuşturulanlarla oyalandığımız… Bir süre sonra yaratılan bu kahramanın gerçek işlevinin sürece hizmet etmek olduğunu anlayıp, umutsuzluğa kapıldığımız,…. öyle bir kısır döngü ki!… “Kendi içinde çözül, ama kendi içinden çözüm üretme!…” Hatta çözüm gibi elimize tutuşturulanla, çözülüşe ortak edildiğimiz bir süreç…

             Umarım yanılıyorumdur; “açılım” cephesinde yeni kahramanlar (imzacılar adı altında) mağdur edilerek yaratılırken, üniversite de kendi içinden eritilen kurumlar arasında yer bulacak…. Bir taşla iki kuş. Asıl hedef bu imzacılar değil. … (Onların söylemleri TV ‘lerde ve Meclis’in içindekilerle her gün “tartışma” adı altında beynimize akıtılıyor…) Üniversiteleri iktidar uydusu yapmak, korku iklimini üniversitede daha fazla solunur hale getirmek…. için önemli bir adım… Hepimizi susturmanın ilk hamlesi. ..

Tüm kurumlarda oyun hep aynı… Böl, karşıtlaştır, birbirine düşürerek tarafında olmayanları tasfiye et.

Kurumların hepsi kendi içinden tasfiye ediliyor. Mağdurlardan kahraman yaratıldıkça toplum kendine önderlik edecekleri bu havuzdan seçiyor… Süreç tam gaz yol almış, toplumun umutları her geçen gün azalmış oluyor.

Anlaşılan o ki, sıra üniversitelerin artık dolaylı değil, doğrudan biçimlendirilmesine geldi.

Açılım sürecine, akademisyenlerin imzaları duyurularak verilen katkı, onların beklediklerinden daha fazla oldu. 1128 den daha fazla etkili deprem yaratıldı ve hem toplum, hem de üniversiteler bir başlıkta daha ayrıştırılmış oldu. Hatta daha ileri olarak, medyanın bazı isimlerle röportajlar yapıp, onların söylemlerini daha geniş duyuracaklarını da öngörebilirim…

Büyük resme bakmaktan söz ediyorum, bizi ötekileştiren söylem nedeniyle, provoke olup, ötekileştirmemekten, ceza adı altında verilenin ödüle dönüşmesinden, “öteki” diye tanımlananı yok ederek/ettiğimiz zannettirilerek, var olabileceğimiz yanılsamasına itilmemekten… Bizim gibi düşünmeyenlerin susturulmasına seyirci kalmaktan, hatta aktör yapılmaktan… Tek tipçi söylem, susturulanların söylemi ile tekrar karşımıza çıktığında, suçlanan olabileceğimizden…. Özetle; sürecin bizi ittiği yere sürüklenmek istemiyorum ve “Ben senin gibi düşünmüyorum diyebilme hakkımdan kendiliğimden vaz geçmek istemiyorum”…

Bir düşman yaratıp, onun üzerinden söylemek istediklerini söyleyip ilerleyenlerin, özgürlükleri kendiliğimizden terk edişimiz sayesinde yerlerini sağlamlaştırdıklarını görebiliyorum. Bildiriye gelince; orada yeni bir şey yok… İçinde bulunduğumuz sürecin özeti… Ve de kim ne dediğini gerçekten biliyor mu? Bildiriye imza atanlar ,“Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz”… demişler… Beş aylık bebecik, 1 yaşındaki Ecrin, 5 yaşındaki Sadık Efe’nin katli ile yol almaya kalkışanlarla yol haritası oluşturmak… Bu talepleri, insani yaşama sahip çıkmak için, “barış” için değil miydi? Bu masumların yaşam hakkının elinden alınmasının adı ne?

Savaşın adını “barış” koyan, akla zarar bir süreçten nasıl çıkarız?…

Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır… diyoruz…

Hattı değil, sathı müdafaa edeceğiz.

Öyleyse neden teferruatla uğraşıyoruz? İnsanı sahiplenmek ve insani olmanın sadece, etnik alt kimliklere yol açacak kadar daraltıldığı, sadece kendileri insani düşünüyor gibi, sadece kendileri demokrat ve barışçı gibi, “suça ortak olmayacağız” söylemi ile, imza atmayanları suça ortak gibi göstermek mi bilimsellik?!….

“Masum bebeciklerin katledilişinin suçuna kimler ortak?” sorusuna ne yanıt verecekler? !..

İmzacıların isimlerini not ediniz; gelecekte kimlerin nerelere yerleştirilecekleri, hangi TV’lerde, hangi röportajlarda neler söyleyeceklerini izleyiniz… Bumerang gibi işleyen süreci daha doğru tahlil edebilirsiniz…

Kim bilir belki, “sürekli yenilenen” CHP kadrolarında bu isimlerden bazılarını görebilirsiniz

Öfkeye kapılmak ve elimize tutuşturulanlarla kendimizi kilitlemek yerine, fotoğrafa geriye çekilerek bakmaktan söz ediyorum. Cezanın ödül olup geri döndüğü, mağdurluğun kahramanlık olduğu bir süreçten…

         Umarım yanılıyorumdur… Önceki süreçlere ve kurumların yaşadıklarına bakarak bu sonuca vardım… “Yanıldınız…” yazılarını almaktan çok mutlu olacağım…

Bu akıl almaz, çapraz baskıların giderek arttığı süreçten, akılla çıkacağız diyoruz ya!… Üniversiteler üzerinde baskı görünür olunca, özgürlükleri nerede anlatır ve savunur olacağız?!…

Sıkıştırıldığımız yeri anlatmaya sözcük bulmakta gerçekten zorlanıyorum…

Adalet iki dudak arasına sıkışan ceza sözcüklerinden ibaret olsun istemiyorsak, fotoğrafın bize gösterilen noktalarına değil, tümüne bakalım diyorum…da, nasıl anlatılır inanın bilemiyorum…

Hepimiz aynı cenderenin içindeyiz… sadece bunu biliyorum…

Kemalistler.gen.tr

Ocak 16, 2016 - 557 07887

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir