Türkiye’den ülkemize çalışmak veya da ülkemizi yeni bir vatan olarak görüp yeni bir yaşama başlamak amacı ile gelen kardeşlerimizi adadan kaçırmak için yıllarca elden geleni yaptı bazı siyasilerimiz, bürokratlarımız ve de insanlarımız.
Hastalıklı beyinler, Nazi Almanya’sı döneminde Yahudilere uygulanan fiziki şiddetin eşdeğeri olarak tanımlanabilecek ruhsal işkence veya da manevi işkence yöntemlerini bir bir icat ettiler ve uygulamaya koydular sırf Türkiye’den ülkemize gelen kardeşlerimizi kaçırmak için.
Aşağıladılar, terslediler, haklarını gasp ettiler, akıl almaz cezalar ve bürokratik engeller ürettiler, çalışma izni çıkaramasınlar veya da yenilemesinler diye olmadık bürokratik eziyet yöntemleri icat ettiler ve nihayetinde de birçok kardeşimiz bu eziyetten bıkıp “lanet olsun” diyerek Türkiye’ye geri döndü.
Geri dönmesine döndüler ve de hastalıklı beyinler de “bunlardan kurtulduk” diye bayram etti ama yapılan yanlışın bedelini yıllar içinde hep birlikte ödeyeceğiz.
Nüfusun azalmasından dolayı göreceli olarak piyasada dönen para miktarı da azaldığından ekonomi ister istemez geri vites taktı ve geri gitmeye başladı. Çeşitli üretim sektörlerinde işçi, ara elemanı ve üretici eleman kalmadığı için bu sektörler, başta inşaat sektörü olmak üzere tehlike sinyalleri veriyor şimdilerde.
Siyasilerin ve üst düzey bürokratların adeta övünerek yaptıkları 60 bin kişi geri döndü, 80 bin kişi geri gitti açıklamalarının bedelini KKTC halkı, ekonomi, hizmet piyasası ve en fazla da Sosyal Sigortalar Dairesi ödemeye başladı. Bürokratik eziyetten ve de yapay engellerden bıkarak Türkiye’ye geri giden kardeşlerimizin Sosyal Sigortalar Dairesine ve İhtiyat Sandığına yatırdıkları primlerin arkası kesilince, Sosyal Sigortalar Dairesi mali kriz içine girdi aniden. Emekli ettiği kişilerin emekli maaşlarını ödemek için, bir dönem kendi gelirleri yeterli olan ve de yatırımları giderlerini karşılayan Sosyal Sigortalar Dairesi bir müddettir her ay devlet bütçesinden katkı almak acizliğine düştü.
Devlet olarak bir gün kendi gelirlerimizle ayakta durmak istiyorsak, anahtar konumundaki etkenlerin bir tanesinin de nüfusumuzun daha fazla olması gerektiğini iyice bilmemiz ve anlamamız gerektiğidir.
Ama biz nedense kendi boğazımızı bile bile kesen politikacılara sahibiz ve onların yaptıkları yanlışları da torunlarımızın torunlarına kadar neredeyse 5-6 jenerasyon zincirleme ödemek zorunda kalacak. Müzakere süreci bahane edilerek Kıbrıs Türk tarafı için öngörülen nüfusun 220 bin olduğunu resmen Birleşmiş Milletlere bildirmek bu yönde yapılan hataların en büyüğünü oluşturmakta gerçekte.
Artık nüfusumuza kendi ellerimizle ve de geri dönüşü olmayan bir şekilde kısıtlama koymuş durumdayız. Yıllarca verilen üzücü, gözyaşı ve kan dolu mücadeleden sonra kurduğumuz ve içinde özgür olarak, egemenliğin tümü de bize ait olmak üzere yaşadığımız devleti lav ederek, yani tarihe gömerek, nüfusunun sonradan verdiği vatandaşlıklarla 880 bin olduğunu iddia eden Rumlarla “sözde ortak olarak” kurulacak devlette azınlık olmayı kabul etmiş durumdayız bu talihsiz bildirim ile. Dünyanın ilk ve son halkıyız kendi egemen devletini lav edip, başkasının devleti içinde azınlık olmayı kabul eden. Kıbrıslı Türkler tarihe aynen bu şekilde geçecek eğer bir gün KKTC’yi tarihe gömüp, Rumların egemen olduğu devlet içinde azınlık olmayı kabul edersek.
Tüm bu çoraplar başımıza kendi ellerimizle örüldükten sonra şimdi de çıkmış siyasilerimiz “Beyaz Kimlik”ten bahsetmekte. İlk yıl 10 bin, sonraki yıllarda da 40 bin kişinin başvurusu bekleniyormuş dahi siyasilerimizin ve onlardan daha zeki olan bürokratlarımızın yaptıkları tahminlere göre… Daha çok beklerler….
Bizi kurtaracak olanın, selamete çıkaracak olanın fazla nüfusumuzun olması gerektiğini anladıkları gün, umarım çok geç olmamıştır KKTC için.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
Facebook: Ata Atun
15 Ocak 2016
Yazıları posta kutunda oku