Rusya,Transkafkasya ve Orta Asya’dan sonra Orta Doğu’da da nüfuz genişletme çabalarına girişmiş,
Buna karşı ekonomik yaptırımlar, NATO’nun askeri varlığını Doğu Avrupalı üye ülkelere konuşlandırması ve karşılıklı kışkırtıcı askeri tatbikatlar ABD ile Rusya’nın arasında gerginliği zirveye ulaştırmıştır…
*
Hele Suriye Cumhurbaşkanı B. Esad’ın, “Eğer Şam’da rejim devrilirse, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hale gelir” iddiası üzerinden,
Rusya’nın yeni bir uluslararası hukuka dayalı yeni bir dünya statüsünün kurulması talebiyle,
Esad rejiminden tüm kesimleri kapsayan, Suriye’deki hasarı toparlayabilecek, ülkeyi birlik haline getirecek ve meşru gelecek sağlayacak bir hükümete doğru dönüşüme omuz vermesi
iki nükleer dev ABD ile Rusya arasındaki ipleri son raddeye germiş bulunuyor.
*
Halbuki Çin gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasında küresel ekonominin dengeleyicisidir.
Çin’in Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS işbirliği çerçevesi,
Ortak gelişme yönünde ekonomide istikrarın dayanak noktası olmak amacıyla kurulan Kalkınma Bankası ve Kurtarma Fonu,
İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ve Deniz İpek Yolu inşasının ilerlemesiyle oluşan yeni yatırım fırsatlarına finansman hizmeti,
Çok sayıda serbest ticaret anlaşmasına neden olan Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği, Doğu Asya Zirvesi; ABD ve doların egemenliğine meydan okunması anlamına geliyor.
*
Bu noktada ABD ise bölgede yükselen küresel ekonomi dinamiğinin güvenlik ve istikrara ihtiyacı olduğunu,Washington’ın bölgede Çin’in agresif etkisine karşı tek dengeleyici aktör olabileceğinin altını çiziyor.
Bir zamandan beri dış politikasında önceliğini Asya Pivot Stratejisine veriyor…
*
ABD Asya-Pasifik’te ideolojik ve stratejik üstünlüğünü koruyabilmek için bölge ülkelerinin ekonomik olduğu kadar demokratik standartlarının da yükselmesini sağlayarak örnek bir gelişmeye sahne olması gerektiğini savunuyor.
Bölgede diplomatik ve ekonomik ağırlığını artırırken bir yandan da donanmasını büyük ölçüde bölgeye kaydırıyor.
Küresel siklet merkezi her geçen gün Asya-Pasifik’e kayarken, gerilim çok tehlikeli sınırlara yaslanıyor.
*
ABD’nin küresel liderlik mücadelesini sürdürmesi için Ortadoğu’da ve Pasifik’te oluşan gerilimden hiç değilse birinin olası komplikasyonlarının minimize edilmesi gerekiyor.
İşte, İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, ardından İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği yönünde yeni bir stratejinin alt yapısı oluşturuluyor.
*
Önce İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin bir ürünü olarak, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesi amacı konuyor.
Bu perspektifde geride İsrail’in kumandası olması kaydı ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı Ortak “Arap Savunma Ordusu”,
Sonra terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman olan Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Filistin Yönetimi, Katar, Lübnan, Libya, Mısır, Fas, Nijerya ve Yemen arasında “savunma paktı” benzeri bir koalisyon kurulmuş bulunuyor…
*
Bu suretle İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikaları homojenize ediliyor.
Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde Vahhabiliğin hem etki alanını arttırmasının, hem de Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmanın temeli atılmıştır.
Böylece Ortadoğu’da siklet merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılmıştır…
*
Bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya bırakılması öngörülüyor.
Gerilimin had safhaya ulaşması halinde, Suriye by pass edilecek, bu suretle orada bulunan Rusya’nın gerilime mukabelede bulunmasının önüne geçilecektir.
*
Türkiye ise ekonomisi,ticaret hacmi,insan gücü ve coğrafyasıyla bölgesel bir güçtür.
Üstelik NATO üyesi olarak askeri gücüyle de Rusya’ya karşı ciddiye alınması gerekli bir rakiptir.
Şimdi Türkiye, kurulan Sünni Arap Ordusuna fiilen katılımda tereddüdlü bir tutum izliyor.
Ya da İsrail ve Mısır ilişkilerinin normalleşmesi konusunu ağırdan alıyor.
Şii İran’a bölge politikalarını paylaşmadığını hissettiriyor.
*
Çünkü uhdesine düşen rolü layığı ile uygulamak, bölgede Rusya’nın düşmanı mertebesinde olduğunu göstermelidir.
Bu amaçla düşürülen Rus uçağı olayından bu yana yüksek tansiyonlu bir strateji uygulanıyor.
Rusya ile düşmanlık, siyasetçilerin bol hamaset içeren konuşmaları ya da Sultanahmet’teki terörist atak ve benzerleri tansiyonu yüksek bir eşikte tutuyor.
Türkiye, Ortadoğu’da ABD-Rusya arasındaki gerilimde bir paratoner görevi yüklenmiştir; Rusya’ya kendini siper ediyor, ABD ve İsrail’in sigorta mekanizması görevini yapıyor.
Bu yüzden Rusya Hazar’da, Karadeniz, Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de Türkiye’yi çeşitli askeri tedbirlerle çembere alıyor.
*
Böylece, III.Dünya Savaşının siklet merkezinin, ekonomide GSMH bakımından ABD’yi geçen Çin’in bulunduğu bölgeye kaydığı anlaşılıyor.
O bölgede finans, teknoloji akışı hatta değerler sistemi değişiyor.
Enerji arz-talep haritaları değişmiştir, alt yapıya bugünden 2035’e kadar yaklaşık 37 trilyon dolar yatırmak gerekiyor.
Bilhassa Malakka Boğazı’nda hakimiyet çok önemlidir, ABD Hindistan’la, kötü yönetimlere sahip Myanmar, Vietnam, Laos, Kamboçya, Malezya ve Tayland gibi ülkelerle askeri bağlar kuruyor ve bunları geliştirmekte çok hızlı davranıyor.
Ama bu ülkelerdeki askeri iktidarların, insan hakları ihlallerini durduracaklarına ya da iktidarlarını ABD’nin daha geniş çıkarlarını dayandıracağı kadar uzun soluklu olabileceğine inanmak için yeterli sebep bulunmuyor.
Asya- Pasifik kaynıyor.
*
Ancak, Rus şair ve diplomat Fyodor İvanoviç Tyutçev’in “Rusya akılla anılmaz, arşınla ölçülmez” özdeyişini gözardı etmemek gerekiyor.
14.1.2016