Paris’te OECD Daima Temsilciğimizde 2 yıla yakın beraber görev yaptığımız değerli arkadaşım ve dostum AB Bakanı Volkan Bozkır geçen hafta Eskişehir’de idi. Yıllar sonra kendisini Eskişehir’de AB Bakanı olarak görmek beni çok mutlu etmiştir. Kendisine; hem Anadolu Üniversitesi yayınları olana “Avrupa Birliği” ile “Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri” ve hem de benim yazdığım ve 12 baskı yapan “Avrupa Birliği” ile “Türkiye Avrupa İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak” kitaplarımı sunma fırsatım olmuştur.
Anadolu Üniversitesi, Türkiye’de üniversitelerde lisans seviyesinde Avrupa Birliği konusunda eğitim veren ilk yüksek öğretim kurumlarından biridir. İTİA’nin kurucu Başkanı olan hocam Prof. Dr. Orhan Oğuz ile başlayan eğitim, daha sonra Prof. Dr. Ali Sait Yüksel ve tarafımdan devam ettirilmiştir.
1982 yılında rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın direktifi ile Dışişleri Bakanlığı dışında ilk defa Devlet Planlama Teşkilatı’nda bir “AET Dairesi” tarafımdan kurulmuştur. Bu Daire zamanla gelişerek bugünkü AB Bakanlığına dönüşmüştür.
Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanlığım döneminde de Fakülte’nin lisans programına “Avrupa Birliği” ile “Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri” dersleri konulmuştur. Türkiye’de hiçbir yüksek öğretim kurumunda zorunlu olarak bu iki temel Avrupa Birliği dersi bulunmamaktadır.
Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, iş dünyası kuruluşları ve üniversitelerden yaklaşık 1300 temsilcinin hazır bulunduğu “Türkiye’nin AB’ye Üyelik Süreci” konulu Sivil Toplumla Diyalog Toplantısına katılan AB Bakanı Bozkır, ülke genelindeki sivil toplum örgütlerinin sayısının 108 bini aştığını söylemiştir.
Toplantıda; AB’ye üyelik sürecimizde Türkiye’nin değişim ve dönüşümüne katkıda bulunan sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Büyükelçi Volkan Bozkır’a AB’ye üyelik süreci ile ilgili görüş ve önerilerini ilk elden sunma fırsatını yakalamıştır.
Avrupa Birliği Bakanlığı’nca “Güçlü bir sivil toplum ve güçlü bir Türkiye” anlayışıyla şimdiye kadar İstanbul, İzmir, Konya, Adana, Bursa, Antalya ve Samsun’da 7 adet sivil toplumla diyalog toplantısı düzenlenmiştir. Bu toplantılara binlerce sivil toplum kuruluşunu temsilen 14.000’den fazla kişi katılmıştır.
Bakan Bozkır, ziyaret sırasında yaptığı yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği sürecinde en önem verdikleri hususlardan bir tanesi olan sivil toplumun güçlendirilmesinin, Türkiye’nin gelişmesine ve güçlenmesine önemli katkılar sağladığını şöyle belirtmiştir:
“Türkiye olarak sivil toplumumuzun hiç olmadığı günleri yaşayarak bugünlere geldik. 1980’li yıllarda sayısı 50’yi geçmeyecek olan sivil toplum örgütlerimiz bugün 108 bin rakamına ulaşmış durumdadır. Bu serbest ifade ortamının oluşmasıyla da, ülkedeki demokratik ortam gelişir. Bu açıdan öncelikle sivil toplum diyaloğuna önem veriyoruz… Eskişehir bugüne kadar 294 proje üretmiş. Yaklaşık 26 milyon Avro AB’den katkı sağlamış bir ilimiz. Ben Eskişehir gibi güzide bir ilimizin sağladığı bu rakamı son derece az buluyorum. Bunun da temelinde bundan sonra yapacağımız proje çalışmalarının güçlendirilmesi gereği yatıyor.”
Türkiye AB ilişkiler rahmetli Özal’ın ifadesiyle uzun ve ince bir yoldur. Yolun sonu ise şimdilik görülmemektedir. Avrupa Birliği’nin Türkiye ile müzakereleri açtığı 2005 yılında Avusturyalıların direnişini kıran İşçi Patisi milletvekili ve dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2013 yılında yayınlanan kitabının 18’nci bölümünü Avrupa Birliği ve Türkiye’ye ayırmıştır.
“Hasta Adam Karşılık Veriyor: Avrupa ve Türkiye” başlıklı bölümde Straw, müzakere sürecinin başlamasından bu yana Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığını hatırlatarak bu iki siyasetçinin Türkiye’nin üyeliğini arzulamamasını, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasına bağlamaktadır.
Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri hukuken 3 Ekim 2005 tarihinde başlamıştır ama bir arpa boyu yol alınamamıştır. AB Konsey Başkanı Donald Tusk’ın daveti üzerine 29 Kasım 2014 tarihinde gerçekleşen AB-Türkiye Zirvesi, buzdolabına konan ilişkilerin dolaptan indirilmesini sağlamıştır.
Suriyeli ilticacılar Türkiye üzerinden Avrupa’ya göç dalgasını başlatmamış olsaydı, AB-Türkiye ilişkileri buzdolabının dondurucu soğuğunda dinlenmeye bırakılırdı. Eğer göç dalgası Almanya’yı rahatsız etmeseydi, Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’ye gelmezdi.
Merkel, Türkiye ziyareti öncesinde Frankfurter Allgemeine gazetesine verdiği röportajda, “Biz vize şartı konusundaki müzakereleri daima geri kabul anlaşmalarıyla ilişkilendiriyoruz. Bu, bu arada yürürlüğe girecek. Vize sorunu konusunda hızlıca halledebileceğimiz birkaç adım kaldı. Diğer konularda daha fazla vakte ihtiyacımız var” demiştir.
10 Kasım 2015 tarihinde 18’nci Türkiye İlerleme Raporu açıklanmıştır.
İlerleme Raporları aday ülkelerde siyasi ve ekonomik kriterler ile AB müktesebatına uyum konusunda son bir yılın fotoğrafını çeken belgelerdir. 2015 yılındaki raporların özelliği, Komisyon’un yeni bir yaklaşım ile raporları hazırlamasıdır.
Yeni nesil diye adlandırılan bu raporlarda, aday ülkenin 33 müktesebat başlığındaki genel ilerleme düzeyi “erken”, “sınırlı”, “orta”, “iyi” ve “ileri” düzey olarak numaralandırılırken, son bir yıldaki gelişmeler “sınırlı ilerleme”, “iyi ilerleme”, “ilerleme yok” ve “geriye dönüş var” olarak değerlendirilmiştir.
Türkiye İlerleme Raporu’nda; siyasi kriterler bölümü içinde hukukun üstünlüğü, yargı sistemi, yolsuzlukla mücadele, organize suçlarla mücadele, ifade özgürlüğü gibi alt başlıklarda Türkiye’ye ağır eleştiriler getirilmektedir.
Rapor’da 3 alanda AB kriterlerine uyum sürecinde gerilemeden söz edilmektedir. Bunlar; medya ve internet özgürlüğü de dahil olmak üzere ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlüğü ve kamu alımları mevzuatıdır.
Bu alanlarda ilerleme olmadan AB ile ilişkilerin gelişmesi mümkün değildir.
Türkiye’nin AB’ye tam üye olması için mutlaka siyasi kriterleri yerine getirmesi, Kopenhag kriterlerine ve AB değerlerine uyum sağlaması gereklidir. Basın ve ifade özgürlüğüne aykırılıklar ile gazetecilerin tutuklanması gibi uygulamalar, AB adaylığı hedefi ile çelişmektedir.
Türkiye bu konularda yeni reform paketlerini geçmişte olduğu gibi gündemine almalıdır. Fakat aynı zamanda da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’ncü yılı olan 2023’ün Türkiye’ye üyelik tarihi olarak belirlenmesi, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliğine yaklaşımını ortaya koyması bakımından bir mihenk taşıdır.
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin de 2012 yılında belirtmiş olduğu gibi Türkiye bir gün AB üyesi olacaktır. Fakat bunun için bazı AB ülkelerinin ve de liderlerinin Türkiye’ye karşı Bobon kriterleri (Bo: Bizden Olanlar, Bon: Bizden Olmayanlar) uygulamaktan vazgeçmeleri gerekir. Aksi durumda Türkiye – AB ilişkilerinde gerçek anlamda bir düzelme beklenmemelidir.
Bir yanıt yazın