07 Ocak 2016, 12:48
Avrupa ülkelerinin tamamına yakınında siyasal rejim olarak parlamenter demokrasi vardır. Her rejimde olduğu gibi, parlamenter demokrasilerde de bir çok sorun yaşanmakta ve yaşanmaya da devam edecektir. Buna rağmen, parlamenter demokrasilerde var olan siyasal, ekonomik ve toplumsal sıkıntıların varlığını ve ortaya çıkış nedenini aklı başında olan hiç kimse, rejimin kendisine fatura etmiyor.
Avrupa ülkelerindeki parlamenter demokrasilerde yaşanan sorunlar ve nedenleri rejimin kendisinde değil de, bu rejimi yöneten, yani devleti yöneten siyasi iktidarın beceriksizliği, vasıfsızlığı, yeteneksizliği ve devlet yönetme erkine sahip olmadığının göstergesi olarak kabul edilir. Bundan dolayı hiç kimse, mevcut sorunların çözüm yolu olarak parlamenter demokrasiden vazgeçerek bir başka rejimi çözüm olarak görmüyor ve göstermiyor. Bilakis, siyasi partilerin tamamına yakını parlamenter demokrasiyi daha da güçlendirerek ve böylelikle rejimi bir siyasi krize sürüklemeden sorunların etkin çözüm yoluna gidiyor.
Parlamenter demokrasilerdeki siyasi iktidarların ülke sorunlarını çözmede yetersiz kalmaları durumunda, ya da beklenen başarı elde edilememesi durumunda, sorunların etkin çözüm yolu olarak, iktidarın halkoyu ile, yani seçimlerle el değiştirmesi şeklinde olur. İktidara gelen yeni kadrolar, görevde kaldıkları süre içinde, devletin imkanlarını ülkenin rejimini değiştirmek için değil, ülkesine ve halkına daha nasıl fazla hizmet ederim yarışı içinde olurlarr. Örneğin, Federal Almanya Cumhuriyeti‘nde (FAC) güncelliğini koruyan ülkeye mülteci akını, Yunanistan´ın Avro bölgesinde kalması ya da çıkartılması, Afganistan ya da Ortadoğu´ya asker yollanması gibi bir çok sorun var. Bunun gibi bir siyasal sorun ya da ‘‘kriz“ karşısında, ne hükümet ne de muhalefet çareyi, parlementer rejimi yıkarak onun yerine bir başka rejimi, örneğin başkanlık rejimini ikame ederek bu tür sorunların altından kalkılacağını idda edecek kadar siyasi körlük örneği sergilemiyor.
Parlamenter demokrasilerin olduğu ülkelerde halk, bunu siyasi iktidarların kendisine tanıdığı bir lütuf olarak değil, tarihsel süreç içinde ağır bedeller ödeyerek verdiği mücadele sonucu elde ettği bir hakkı olarak görür. Bu hakkın siyasi iktidarlar tarafından halkın elinden kolaylıkla almasının önüne geçmenin ve böylelikle diktatör özlemi içinde olan siyasileri bu niyetlerinden caydırmanın temel yolu da, parlamenter demokrasilerin sigortası olan güçler ayrılığı (yasama, yürütme ve yargı) ilkesinini sıkı sıkıya korumak ve uygulanmada taviz vermemektir. Bunun için de parlamenter demokrasilerde Anayasa Mahkemeleri vardır. Bu mahkemelerin temel görevlerinin başında ise, başta iktidar partileri olmak üzere, siyasal partilerin, dernek ve benzeri kuruluşların, ülkenin anayasada tanımlanan rejimini hedef alıp almadıklarını denetlemek ve rejimi hedef alanların varlıklarını feshederek bunların etkinliklerini yasaklar. Dolaysıyla Batı denokrasilerinde parti yasakları olmaz demek, Avrupa‘yı bilmemek ve demokrasinini de kendisini koruma hakkı olduğunu ve kendisine yönelik tehlikelere karşı önlem alması gerektiği gerçeğini kabül etmeyen aşırı uçlardaki yapılardır.
Türkiye bir hukuk devleti olmadığından ve de hukukun siyasal iktidarın varlığını meşrulaştırmanın bir aracı haline getirildiği için, Türkiye’de bildik kesimler parlamenter domokrasiyi rahatlıkla ‘Başkanlık‘ ya da ‘Özerklik‘ ilanı ile ayaklar altında çiğneyebiliyor.
Parlamenter demokrası yerine ‘Başkanlık‘ isteyen RTE ve AKP’nin de kuruluş ve var oluş amacı, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırarak, yani yasama, yürütme ve yargı organlarını RTE’a bağlamak ve böylelikle RTE’ın kendisine örnek olarak aldığı Adolf Hitler olmasının yasal zeminini oluşturmaktır. Alman basını son günlerde RTE’nin Hitler olma hevesinde olduğunu yazıyor. RTE elindeki imkan, yetki ve mevcut parlamenter demokrasi ile ne istedi de buna parlamenter demokrası engel oldu ki ‘Başkanlık‘ istiyor?
Son 10 yıl içinde Türkiye’de RTE sayesinde neler olduğunun bakılınca, ortaya şu acı gerçek çıkıyor:
RTE sayesinde: Kendisine aşık olan ve kendisini yalayan erkeklerin sayısında, kadın cinayetlerinde, küçük yaşta evlendirilen çocuk sayısında, teröristlerin yuvalandığı ve silah depoladığı cami sayısında, düşüncelerinden dolayı tutuklanan gazetecilerin sayısında, miting ve demokratik protesto gösterilerinde katledilenlerin sayısında, bölgesel kalkınmışlık uçurumunda, başta ‘Ak Saray’ olmak üzere doğa ve tarihi eser katliamında, rüşvet karşılığı alınan ve verilen ihalelerin sayısında, işsizlikten dolayı bunalıma girerek intihar edenlerin sayısında ve Türkiye’nin dış borçunda patlama yaşanıyor.
‘Özerklik‘ diyenler ise, üniter ve ulusal devleti parçalayarak ayrı bir devlet kurup Ortadoğu’da iddiaya göre ’emperyalizmin bekçiliğine’ soyunanlardır. Bin yıllık ortak bir yaşamı ile iç içe geçmiş ve ümmetçilikten yurttaşlığa geçişte ortak acılar çekmiş insanlarımızın birbirleri ile bir sorunu olmadığı açıktır. Sorun, belli başlı toprak ağalarının, aşiretlerin ve uluslararası tekelci sermayenin özerkliği ve böylelikle ayrışmayı dayatmasıdır. Dolaysıyla HDP ve ondan önceki ‘etnik milliyetçilik temelinde’ bölgecilik yaparak özerklik ilan edenlerin ve bunu destekleyenlerin tümü; Ne zaman toprak ağalığına karşı koydular da, ne zaman uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık yapanların üzerine gittiler de, ne zaman töre cinayetlerine karşı etkin kampanyalar düzenlediler de, hangi dönemde berdel usulü evliliklerin önüne geçmek için hareket ettiler de, kız çocuklarının okumaları için gerici ve feodal kültüre ne zaman direndiler de, buna Türkiye’nin üniter yapısı engel oldu?
Avrupa’dan Türkiye’de son haftalarda yaşanan toplumsal olaylara bakınca, şu tablo ortaya çıkıyor: ‘Başkanlık‘ ve ‘Özerklik‘ ilanı, Türkiye’nin kurulduğu günden beri varlığını bir türlü içine sindiremeyen çevrelerin, Türkiye Cumhuriyeti‘ni yıkmayı nihai hedef olarak gören odakların bir projesidir. Bu projede hem Avrupa var, hem de ABD. Bu projeyi şu an hayata geçiren bir PKK-RTE iffifakı sözkonusu. Türkiye Cumhuriyeti‘ni yıkmayı nihai hedef olarak belirleyen ‘PKK ve RTE’, Türkiye´nin cumhuriyet tarihi boyunca çözemediği siyasal, ekonomik ve toplumsal sorun ve çalkantılarının çözümünde, parlamenter demokrasinin yetersizliği kaldığı için, parlamenter demokrasiden çok daha etkin olan ‘Başkanlık‘ ve ‘‘demokratik özerklik“ rejimininin daha doğru olacağı (!) iddiasını yaymaktadırlar. Bu yalana bilerek ve inanarak yandaş olanlar ile, parlamenter demokrasinini eksikliklerini hızla gidererek güncel sorunlara etkin çözüm yolu arayan ve bulanların safları, Türkiye’de geri dönüşü olmayan bu süreçte (iç savaş) giderek daha da keskinleşerek iyice belirgenleşecektir.
Bir yanıt yazın