Uzun süre İl Müftülüğü de yapan ve İzmit İl Müftüsü iken görüşme fırsatı bulduğum İstanbul Ü. İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Fahri Kayadibi, Atatük Araştırmaları Merkezi’nin resmi internet sitesinde bulunan “Atatürk, Din, Eğitim.” başlıklı bilimsel yazısında;
“Atatürk iyi bir din eğitimi almış inançlı bir insandır. Ailesinden ve okuldan aldığı din eğitimine ilaveten kendisini dini konularda camide hutbe okuyacak kadar iyi yetiştirmiştir. Türk halkının dinini aslına uygun iyi öğrenmesini istemiştir. Bunun için Kur’an’ı, Hz. Muhammed’in hayatı ve temel din kitaplarını Türkçe olarak yayınlatmıştır. Din Eğitimini önemli görmüş, okullarda yapılmasını istemiştir. Atatürk dinin değil; cehalet, bid’atlar, hurafeler ve din istismarcılarının karşısındaydı. Bu da bazı çevrelerce din düşmanlığı şeklinde algılanmış ve gösterilmiştir. O, Kur’an’ın özüne uygun Hz. Peygamber zamanındaki gerçek İslamiyet’in yanındaydı. Dini ve gerçek din bilginlerini övmüştür.” dedikten sonra, 50 civarındaki kitabı kaynak göstermek suretiyle Atatürk’ün dini yaşamını, dine ve din adamlarına bakış tarzını uzun uzun anlatır(1).
Fahri Kayadibi, bu konuda sonuna kadar haklıdır. Zira Atatürk’ün 1 Kasım 1922 günü “Millet Egemenliğinin (saltanatının) Gerçekleştirilmesi” konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tarihi oturumda yapmış olduğu bir konuşması var. Bu konuşma, gerçekten de Atatürk’ün Türk ve İslam Tarihi’ni, ayrıca Türk-Arap ilişkilerinin geçmişi ile bizatihi İslam Dini’ni derinlemesine incelediğini göstermektedir(2). Zaten, çocukluğunda öncelikle Mahalle Mektebi’ne gönderilmiş olması da onun, dindar ve muhafazakâr bir ortamda yetiştiğini göstermektedir.
Esasen, incelendiğinde görülecektir ki; Mustafa Kemal Paşa, sürekli olarak dine ve din adamlarına yakın durmuş bir asker ve devlet adamıdır. Onun, en önemli savaş tecrübesi olan Çanakkale cephesindeki durumu anlatırken din unsurunu ve dini kavramları özellikle öne çıkarırcasına kullanmış olduğu şu ifadeler oldukça enteresandır:
“Bombasırtı Olayı ( 14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz. Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiç bir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”(3).
Sadece Çanakkale Savaşı da değil. Milli Mücadele yıllarında da Mustafa Kemal Paşa sürekli din adamlarına yakın durmuş ve onlarla teşriki mesaide bulunmuştur. 1919 yılında Samsun’a çıktığından itibaren uğradığı her şehir ve kasabada onu karşılayanların arasında, bazen de karşılayanların başında mutlaka şehrin müftüsü veya vaizi bulunmuştur. Esasen din adamları, Anadolu’da kurulan Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin ya kurucusudurlar ya da öncü isimleri arasındadırlar. Bu özellikleriyle Kuvayı Milliye’ye ruh verenler din adamları olmuşlardır.
En başta Anadolu’da sayıları 150 civarında olan din adamlarının ortak imzası ile Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkum eden Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin fetvasını geçersiz kılarak işe başlayan din adamlarımız, sonraki dönemde Milli Mücadele’ye ilimleriyle, ikna kabiliyetleriyle, mallarıyla ve hatta bazen de canlarıyla destek vermişlerdir.
Burada Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’yi, Isparta’da Hafız İbrahim Efendi’yi (Demiralay) ve Afyon’da İsmail Şükrü Hoca’yı (Çelikalay) anmadan geçemeyeceğim. Savaş sonrasında Atatürk, Milli Mücadele’ye katkılarda bulunan din adamlarına hep yakın ilgi göstermiş, onları çeşitli iltifatlarda bulunmuştur. Mesela İbrahim Efendi ile Şükrü Efendi’yi mebus olarak meclise sokmuş, Ankara Müftüsü Rıfat Efendi’yi ise bakanların da üzerinde olan bir statü ile Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Başkanı olarak atamıştır. Rıfat Efendi de Menteşe Mebusu olarak Meclis’e girmekle birlikte Müftülüğü tercih ettiği için istifaen ayrılmıştır. Yaşı oldukça ilerleyen Amasya Vaizi Abdurrahman Kâmil Efendi ile olan irtibatını ise hiç bir zaman koparmamıştır. Mesela Amasya’ya yapmış olduğu her seyahatte, Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin 1921 yılında vefatından sonra aynı zamanda Amasya Müftüsü de olan Abdurrahman Kâmil Efendi’nin mutlaka yanında olmasını istemiş ve Amasyalılara Kâmil Efendi Hakkında övücü konuşmalarda bulunmuştur.(4)
Mustafa Kemal Paşa, sadece İslam’ın Sünni yorumunu temsil eden din adamlarıyla değil, mesela Alevi din adamlarıyla da iyi ilişkiler kurmuştur. Bu sebeple Erzurum’dan Ankara’ya gelirken, 22 Aralık 1919 günü Aleviliğin Anadolu’daki dini merkezi olan Hacıbektaş’a özellikle yol uğratmış ve orada Çelebi Cemalettin Efendi ile görüşmüş ve verilecek Milli Mücadele konusunda Alevi toplumunun desteğine dair kendisinden söz almıştır(5).
…
Sürecektir…
__________
1-http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-48/ataturkun-dini-yonu-ve-din-egitimine-bakisi,
2-M. Kemal Atatürk, Nutuk, Bugünkü dille yayına hazırlayan İsmet Gönülal, Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılını Kutlama Koordinasyon Kurulu Yayını, c.3 (Belgeler 1919-1927), s. 212-8.
3-
4-Geniş bilgi için bkz.
5-Geniş bilgi için bkz.
Bir yanıt yazın