ABD- Rusya arasındaki güç dengesi Ukrayna’nın, Baltık’tan Karadeniz’e ve Hazar’a kadar bölgedeki rolü üzerinde belirlenmeye çalışılırken,
Rusya’nın Suriye krizine siyasi çözüm bulmak üzere Ortadoğu’ya gelmesiyle bu kez İsrail-Filistin arasındaki muhtemel bir barışın bölgedeki gereksinimleri üzerinden cereyan ediyor.
*
ABD bu mekanizmayı kendi lehine çevirmek üzere Ukrayna krizinde, Rusya’ya ardarda ekonomik,siyasi ve askeri yaptırım paketleri açmıştır.
Rusya, şimdi bulunduğu Suriye coğrafyasında da tecrit edilmeye çalışılıyor.
*
Yaptırımlar ya da tecrid insandan ulusa ilişkide bulunulan topluluktan çıkarılma, sosyo-ekonomik ve kültürel olarak yalnız bırakma suretiyle dış dünyadan koparılmadır.
Tecridin bireyden geliştirilen deneyimi, bir ülkenin fikri ve uygulamalarının yasaklandırılması ve cezalandırılmasına yönelik uluslararası anlaşmalarla ülkelere de yansıtılıyor.
Tarihsel sürecinde yöntemleri Auschwitz’lerden, Irak Ebu Gureyb’den, Afganistan Bagram’dan, Guantanamo’dan geliştirilmiştir.
O deneyimlerin ışığında Şili’de, Venezuella’da, Kuzey Kore’de, Irak’ta, İran’da, işte Rusya’da ve Türkiye’dede insandan-ulusa, ulustan-insana uygulanıyor…
*
Rusya’nın Suriye’deki tecritinde şu strateji izleniyor.
Bir süredir zaten Suudi Arabistan’da, Sünni Arapların liderliği ve Şii rekabetinden özgürlük ve güvenlik,
Türkiye’de ise yeni Osmanlıcılık doğrultusunda Kuzey Irak Kürt Yönetimi sahasında ekonomik ilişkilerden örgütlenen islami sermaye ile Kürtlerin Türkiye ekonomik ve siyasi kontaklarına bağlılılığından hareketle İslam Birliği çerçevesinde Misak’ı Milli topraklarıyla birlikte petrolü de kazanmak oportunizmi oluşturulmuştur.
*
Şimdi İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, ardından İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği senaryosunun alt yapısı kuruluyor.
Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılması öngörülüyor.
Şii İran’ın nüfuz ettiği her alanda karşısında bulacağı Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri ve Türkiye’nin oluşturduğu, NATO uzantısı bir savunma örgütü inşa ediliyor.
*
Bu paralelde 18 Aralık’ta BM Güvenlik Konseyinin, Suriye’de siyasi diyalog sürecinin başlaması ve ülke genelinde ateşkes ilan edilmesini isteyen, Cenevre Bildirisi ile Viyana toplantılarında alınan kararları teyit eden karar tasarısı,
Esad rejimiyle muhalifler arasındaki 25 Ocak’ta Cenevre’de düzenlemesi beklenen görüşmeler ve süreci sulandırılmaya çalışılıyor…
*
Bilahare Suriye by-passa alınacak, ardından Sünni Arap ülkeleri ordusunun doğrudan doğruya Şii İran ordusu ile karşı-karşıya kalması durumu yaratılacak, İran’ın hırpalamasına müteakip İsrail noktayı koyacaktır!
Böylece İsrail’in güvenliği yanında Sünni Arap’ların da güvenliğinin teminata alınmış, bu sırada Rusya Suriye’de tecrit edilmiş olacaktır…
*
Ulusların bir diğer ulusu tecrit etmesinde büyük deneyimleri vardır.
Mesela gelirinin çoğunu dünyanın en büyük 2. üreticisi olduğu petrolden sağlayan İran’a uygulanan tecridin en önemli ayağı, ekonomik işlemlerinin sonlandırılması amacıyla Merkez Bankası işlemlerinin askıya alınmasıydı.
Bu suretle İran’ın aynı zamanda çok sayıda sektörde faaliyet gösteren, ithalatın yarıdan fazlasını ihracaatın tamamına yakınını yaparak en güçlü ekonomik örgütü olan Devrim Muhafızlarından hareketle toplumsal bilinç ve vicdanların körleştirilmesi, bireylerin ve İran ulusunu yalnızlaştırması, inancın- bilincin teslim alınmasıyla düşlerin parçalanması, ulusun fiziki ve psikolojik olarak çökertilerek rejiminin yıkılması hedefleniyordu.
*
Rağmen çok eski devlet tecrübesiyle İran tecride farklı yöntemlerle tepki gösterdi.
Devrim Muhafızlar Ordusu yüksek savaş hazırlıklarını geliştirdi.
Nükleer altyapının kilit önemdeki bileşenlerini yoketmek çabasında bulunan NATO saldırısına karşı İran balistik füzeleri ülke genelinde dağıtılarak konuşlandırıldı.
Hava kuvvetlerinde hızlı tepki gösteren yeni birlikler oluşturuldu.
İran kendine uygulanan tecrite karşı ayakta kalabilme güdüsüyle iç anlaşmazlıklarına rağmen birleşti, “İslam Milliyetçiliği” ardından hızla “nükleer milliyetçiliğe” yöneldi.
İran’ın içine düşürülmek istendiği tecridte sarıldığı “Nükleer Milliyetçiliğe”, ne İsrail’in tek başına
ne de ABD, İngiltere ve müttefiklerinin askeri bir yöntemle baş etmesi mümkün olmadı.
*
Sonuçta İran nükleer programının barışcıl amaçlar taşıdığını ispat etti.
Birincisi dayatılan yaptırımların ortadan kaldırılması, İran’ın uluslararası enerji piyasalarına ulaşması için işbirliği yapılması,bu suretle İran pazarının Avrupa yararına açılması,hidrokarbon piyasalarında Rusya’nın payının azaltılması,
İkincisi, İsrail-Filistin arasında çevre ülkeleri de kapsar bir barış planı öngörüsü,
İran’ın Ortadoğu’yu, bilhassa İsrail’i ateşe atabilecek bir polita yürütmekden alıkonulması planlanmışken;
Şimdi Rusya’nın Suriye’de tecrit edilmesi senaryosuyla karşı-karşıya kalınmıştır.
O yüzden ABD İran’ın nükleer silahın geliştirilmesini sonlandıran Viyana Anlaşması gereğince uyguladığı yaptırımları kaldırmaya bir türlü yanaşmıyor…
*
Bu sırada Ukrayna krizinde, “Her sistemin gerilme ve dayanma sınırı vardır. Bu sınır aşıldığında da yıkılma ve dağılma kaçınılmazdır” kuralınca Rusya’ya açılan ekonomik, siyasi ve askeri yaptırım paketleriyle 2016’da Rus ekonomisi ve politik geleceğinin büyük bozulmalara uğraması bekleniyor.
*
Uzmanlar parlamentoda onaylanmış ve petrol fiyatlarının 100 doları geçmesi haline dayandırılan 2016 bütçesinde bu bozulmanın açıkça görüldüğünü,
Rusya’nın gerek ekonomi, gerekse siyasi yaşamda aşağıya doğru çakılmayı andırır bir seyir izlemekte olduğuna işaret ediyor…
*
Rusya’da olup biteni herkesin gördüğü ama Devlet Başkanı V.Putin’in yanındakilerin oldukça yetkilendirilmiş güçlü insanlar olsa da, pratikte bu insanların kapasitesiz olduğu, sonuçta denetleyenlerin onlardan daha yetkisiz olduğu için devletin çalışamaz hale geldiği ve devletin bürokratik bir oligarşi elinde tüketilmekte olduğu fikri geliştiriyor.
*
Mesela Rusya anayasasında uluslararası hukuka uyulması gerektiğine dair mevcut maddeler değiştirilmek isteniyor.
Halbuki oligarşik yapının kendilerince uluslararası hukuku saymayacakları ancak bu durumda uluslararası hukukun çoktan onları saymayacağının fark edemediklerinden bahsediliyor.
Rağmen Rusya’da bazı küçük muhalif sesler yükseliyor ama bu seslerin daha çok ekonomik şikayetlerle ilgili olduğu,hiç birinin politik açıklama düzeyinde olmadığına dikkat çekiliyor..
Rusya’da sıranın her şeyin bedelini ödemeye geldiğinin altı çiziliyor.
Ve Rusya giderek nükleer milliyetçi kesiliyor.
*
Türkiye’de de değişik bir tecrit biçimi uygulanıyor.
Recep Tayyip Erdoğan kuvvetleri bir Kurtuluş Savaşı birikiminde Türk Milletinin hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığı içermeyen bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterli Cumhuriyet Devletinin idealist taahhütlerini birer birer tasfiye etmiştir.
Şimdi yeni bir anayasa ile Başkanlık sistemi ya da yeni Osmanlıcılığın saltanatını,ardından hilafetini istiyor.
*
Bu suretle Erdoğan; bir Kurtuluş Savaşı muzafferlerinin saltanattan ve muhatabı ülkelerden koparıp aldığı, uluslararası hukuk temelli Lozan Anlaşmasıyla hak kazandığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin köküne kibrit suyu döküyor.
Erdoğan ve şürekası Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni hukuken,zaten Türk halkını da ekonomik olarak tecrit etmektedir.
Ama yeni Osmanlı’nın uluslararası hukukta hiçbir temeli bulunmuyor…
10.1.2016
Bir yanıt yazın