CUMA NAMAZI: DİN AKIL İLE UYUŞAMAZ MI?
Süleyman Çelik
Başbakan müjdeyi verdi: Devlet dairelerinde çalışma saatleri Cuma Namazına göre ayarlanacakmış. Cuma Namazından sonra sıra ikindi namazına gelir. Ramazan ayında da iftar saatine göre ayarlama yapılır ve yavaş yavaş eli sopalı ‘Şeriat Polisleri’ dönemi başlar!…
İktidarlar sıkıştıklarında, çaresiz kaldıklarında, düşüşe geçtiklerinde hep bir yandan diktatörlüğe yönelirler, bir yandan da dine sarılarak halkı uyutmaya çalışırlar.
Roma İmparatorluğu barbarların akınlarıyla çöküşe geçince Hıristiyanlık resmi din yapıldı ve Papalık şemsiyesi altında din devletleri oluşturuldu, akıl ve bilim dışlandı. Aziz Augustine, “akıl insanı inanmaktan alıkoyan bir tuzaktır. Aklı bırakıp imana sarıldığım için esenliğe erdim” diyordu. Sonunda Avrupa’da, din ve mezhep savaşlarıyla halkın uyutulup sömürüldüğü Ortaçağ karanlığı başladı.
Avrupa Ortaçağ karanlığında iken bilimin ışığı 8-12. yüzyıllarda İslam dünyasında yükseldi ve İslam Uygarlığı ortaya çıktı. İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Razi, Farabi, Biruni, Ömer Hayyam gibi dünya bilim tarihine geçmiş ve bugün tüm bilim çevrelerinde saygıyla anılan bilginler bu dönemde yaşadılar. Ancak Haçlı seferleriyle ekonomi gerilemeye başladı. Ardından Moğol istilasıyla ülke harabeye döndü. Halk yüzlerce yıldır görmediği bir yoksulluk ve çaresizlik içine düştü. Halife Sultanlar halkı uyutmak için akıl ve bilimi dışladı, dogma ve hurafelere sarıldılar. Bilginler gözden düştü, Aşari ve Gazali gibi mollalar gözde oldu. Gazali, Augustine gibi aklı dışlıyor, imana sarılmayı öneriyordu; “aklı güçlendirecekleri için matematik ve hatta satranç gibi zeka oyunlarıyla uğraşmak dahi haramdır” diyordu. Sonunda İslam dünyasının ortaçağı başladı ve hala sürüyor. Günümüzde de emirler, krallar, darbeci ya da seçilmiş diktatörlerin sömürüsünün sürmesi için din tacirliği yapılarak, din ve mezhep savaşları kışkırtılarak sefalet içinde yaşayan Müslümanlar uyutuluyor.
* * *
1990 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nden ayrılarak Ondokuz Mayıs Üniversitesi’ne geldim. Şubat ayında, bir Cuma günü saat 11.30’da başlayan dersimde, derse başladıktan 15 dakika sonra, 10 kadar öğrenci amfinin basamaklarından kapıya doğru tık tık tık inmeye başladı. “Hayrola?” dedim. Baştaki öğrenci “Cuma Namazına gidiyoruz” dedi. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordum. “Yoklama alınmadığına göre 15 dakika için derse niçin girdiniz Bakın şimdi dersi böldünüz, arkadaşlarınızın dikkatini dağıttınız” dedim. (150 kişilik dersliği olan fakülteye YÖK’ün dayatmasıyla 200 öğrenci alınınca, ayakta kalan öğrenci olmasın diye, gayri resmi olarak devam zorunluluğu kaldırılmış. Teorik derslerde yoklama alınmıyordu.) “Biz hep böyle yapıyoruz” dediler. Amacın namaz kılmak değil, provokasyon ve namaz kılmayan öğrencilere tebliğ yapmak olduğunu anladım. Daha sonra baştaki öğrencinin bir profesörün oğlu olduğunu öğrendim. O da şimdi profesör.
Bir gün, o zaman dindar sandığım bir grup öğretim üyesi arkadaşla konuşurken bu olayı anlatarak, “namaz vakitleri çalışma saatlerine göre düzenlenemez mi?” dedim. “Bildiğim kadarıyla namaz vakitleri Kuran’da yazmıyor. 1500 yıl önceki koşullara göre yapılmış bir düzenleme var. O zaman en ilkel sistemler olan Güneş Saati ve Ay Takvimi kullanılıyor. ‘Siyah ipliğin beyaz iplikten ayırt edilebildiği an’ gibi ilkel yöntemlerden kurtulamaz mıyız? Bugün zamanı, saniye düzeyinde saptayabilen saatler yapıldı ve her Müslüman’ın evinde de böyle bir saat var. Örneğin, sabah namazı vakti 07.00 olsa, ibadetini yapmak isteyen bu saatte kalkıp duşunu, abdestini alıp, namazını kıldıktan sonra kahvaltısını yaparak işine gitse olmaz mı? Çalışma saatleriyle uyumlu olması için öğle namazı saat 12.30’da, ikindi 17.30’da olsa kıyamet mi kopar. Akşam namazının 19.30’da, yatsının 21.30’da kılınmasının ne sakıncası var? Biliyoruz ki yaz aylarında insanlar saat 4.00-4.30’da kalkıyor, abdest alıp sabah namazını kılıyor ve tekrar yatıyorlar. Bir-iki saat yattıktan sonra tekrar kalkıp işlerine gidiyorlar. Gene yaz aylarında, çok geç olan yatsı namazı vaktini beklerken yaşlıların uykusu geliyor. İkisi de rahmetli olan, çok dindar yaşlı karı-koca akrabam vardı; bu yüzden her akşam kavga ederlerdi. 80’in üzerindeki Dede, yatsı ezanını beklerken oturduğu yerde uyuya kalır ve başı düşerdi. Nine hemen atılır, ‘uyudun, abdestin bozuldu. Kalk abdestini tazele’ derdi. O saatte abdest tazelemek ona ölüm gibi geldiği için, Dede, hemen savunmaya geçer,’yemin billah’ uyumadığına inandırmaya çalışırdı. Yani, bunlara gerek var mı? 21. Yüzyıla giriyoruz. Bilimler o kadar ilerledi ki Dünya’nın kendisi ve Güneş çevresindeki dönüşü artık salise düzeyinde ölçülebiliyor. Hala Ay’a bakarak Ramazan’ı, Bayramı saptamanın mantığı var mı? Üstelik bunda bile bir görüş birliği oluşturulamıyor ve Müslümanlar aynı gün bayram yapamıyorlar. İslam akıl dini olduğuna göre akılcı düzenlemeler neden yapılmasın.”
Ne yazık ki sonradan dindar değil, dinci olduklarını anladığım bu profesörler, düşüncemi tartışmaya bile yanaşmadılar. Hatta,“biz inanların bu konularda bir sıkıntısı da, şikayeti de yok. Bunu daha çok namaz kılmayanlar dert ediniyor” diyerek suçlayıcı ifadeler kullananlar oldu.
* * *
Siz ne dersiniz, imam hatipli olmayan, İstanbul (Erkek) Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi mezunu Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu? İslam dini akılcı düzenlemelere uygun değil mi?
Çalışma saatlerini Cuma Namazına göre ayarlamak mı, namaz vakitlerini çalışma saatlerine göre ayarlamak mı daha akılcı?
Namaza göre ayarlayacak olursanız örneğin, saat 11.00’de Ankara’dan Hakkari Valisini aradığınızda namazda olacağı için konuşamayacaksınız. Edirne valisini de 13.00 de aradığınızda makamında olmayacak. Yalnız devlet dairelerinde değil, tüm sektörlerde benzer karmaşalar olmayacak mı? Örneğin, bankacılık işlemlerinde de aksamalar yaşanmayacak mı? Kamu Yönetimi bilim dalında yüksek lisans yapmış bir profesör olarak, zamanın altın değerinde olduğu bu devirde, bu durum rasyonel yönetimi anlayışına uygun mu?
Buna karşılık namaz vakitlerinin çalışma saatlerine göre ayarlanması, İslam’ın hangi kuralına aykırı?
Malezya’da uzun süre öğretim üyeliği yapmış, dillerini bile öğrenmişsiniz. Uzakdoğu’dan Afrika’nın en batısındaki Senegal’e kadar, birkaç petrol zengini küçük ülke dışında, Müslümanlar Dünya’nın en yoksul, en sefil, en cahil ve en ezilen ümmeti değil mi? Bunun nedeni Müslümanların yüzlerce yıldır akıl ve bilimi dışlamış olmaları değil mi?
Öyle görülüyor ki yalnız ‘stratejik derinliğiniz’ değil, akılcı düşünceniz de sığ!..
* * *
Dünya uygarlık, kültür ve bilim tarihini çok iyi bilen Atatürk, Türkiye’yi ortaçağ karanlığından çıkarmak amacıyla, Avrupalıların 500-600 yıl süren evrim süreci sonunda elde ettiklerini kısa sürede gerçekleştirmek için, devrimler yaptı. Ancak ne yazık ki yaşadığı çok kısa sürede, koşullar da çok elverişsiz olduğu için, bunları halka mal edemedi. Ondan sonra devleti yönetenler devrimlere sahip çıkmadılar, ödünler vermeye başladılar. Bazıları iyi niyetliydi, ama Atatürk’ün bilgi, zeka ve birikimine sahip değillerdi. Bazıları ise hem bilgisiz, hem de çıkarcıydı; din yoluyla halkı uyutarak devleti hortumlamaktan başka düşünceleri yoktu. Ödünler zamanla karşıdevrime dönüştü. Sonunda bugünlere geldik.
Ancak dahiler devrim yapabilir, karşıdevrimi ise aptallar da yapar. Ne diyor Mehmet Akif: Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir ?/ Onu, en çolpa herifler de, emin ol becerir./ Sade sen gösteriver ‘İşte budur kubbe’ diye/ İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye./ Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman/ Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan.
Karşıdevrimciler Atatürk’ün eserini 70 yıldır yıkamadılar. Ancak ne yazık ki altını epeyce oydular. Devrimlerin ışığı Türkiye’yi tam aydınlatamadan, ülke yeniden ortaçağ karanlığına girmeye başladı. Yazık!.. Bugüne dek gelişmeleri seyreden bizler ileride çok üzüleceğiz..
Bir yanıt yazın