Heidi’nin ayakları keyfi için çıplaktı

Spyri’nin yarattığı Heidi karakterinin ayakkabı giymeme sebepleriyle Sevim Akyürek’in ona yamadığı ayakkabı giymeme sebepleri arasında sadece fark yok. Bunlar birbiriyle uzaktan veya yakından ilgili değil veya bir bakıma birbirinin tamamen zıddı.

4-625x300K. Deniz Öğüt

Evrensel Kültür dergisinin Şubat 2015 sayısında ve derginin Web sitesinde (1) yayınlanan Sevim Akyürek imzalı “Heidi’nin ayakları neden çıplaktı?” başlıklı yazı alışılmışın ötesinde ilgi gördü.

Öyle ya, içinde sömürü var, çocuk var, emek var; bizim Heidi var yahu! Gözyaşları sel oldu aktı.

)

Makaleye göre İsviçre’de (yazar önceden yayınlanmış bir diğer makalesinde (5) coğrafyayı daha geniş tutuyor.) “18. yüzyılın sonundan” (1) başlayarak çocuk sömürüsünün kurumlaşmış, özel bir biçimi yaşanmış. Sevim Akyürek’e göre “1960’lı yılların başına kadar” süregelip “ancak 1974 yılında yasayla kaldırılan” (1) (yazar önceki makalesindeki (5) 1973 belirlemesini değiştirmiş gibi (6)) bu uygulamada “devlete borcu bulunan ya da boşanan çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, yetimler, ailesi cezaevinde olan ya da kendisi suç işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla… ailelerden toplanan çocuklar çiftliklere kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında, dört yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı. Bu andan itibaren, çocukları arayan, sorunlarını dinleyen tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı.” (1) “Verdingkinder” deniyormuş. (1) Akyürek “Bu yazıda onlardan ‘çıplak ayaklı çocuklar’ olarak söz edeceğiz” diyor. (1)
Çıplak ayaklı olmak bu çocukların ayırt edici özelliği midir? Eh, bu kötü koşullarda yok yoksun yaşayanların çoğu zaman yalınayak olması zaten beklenmez değil ama yine de çıplak ayak burada genel yoksulluk/yoksunluk halinden ayrı çok tipik bir özellik mi? Öyle olsa neden “bu yazıda” öyle söz edilsin? “Bunlardan öyle söz edilir” gibi bir genelleme yapmıyor Akyürek. (7) Zaten yazar andığım önceki makalesinde geçen “bu köle çocuklar okulda, sokakta, evlerde çıplak ayakları, düşük omuzları, soluk benizleri ile…” (5) ifadesinde “çıplak ayak”ı sadece o genelliğin ilk akla gelebilecek unsurları arasında sayıyor gibiydi; örneğin Hitler rejimindeki “Yahudi yıldızı takma mecburiyeti”ne benzer bir “ayakkabı giymeme mecburiyeti” anlamıyorum. (Heidi konusu ise o önceki makalede zaten hiç geçmiyor. Heidi’den bir ölçüde esinlenmiş bir film veya çizgi film seyrederken, Web’de Heidi görsellerine bakarken veya kulaktan kulağa yöntemiyle duyulanın yanlış anlaşılmasıyla yapılan talihsiz keşfin ilhamı sonraki bir tarihte gelmiş olmalı. Bunlar özür olmaz elbette. Heidi’den “esinlenen” porno da çekmişler; o videoyu seyredip “Johanna Spyri şöyle de böyle de” diye kaleme sarılmıyoruz.) Nitekim, Sevim Akyürek’in andığım önceki makalesinde söz ettiği Dora da çıplak ayaklı, hayır, değildir ancak “kendisine iki numara büyük gelen ayakkabısını bir numara dar gelene kadar da kullanmak zorunda kalmış”tır. (5)
Sözün özü, Sevim Akyürek “bu yazı”da o çocuklardan “çıplak ayaklı çocuklar” olarak söz edecek çünkü o çocuklarla Johanna Spyri’nin (1827-1901) kısaca Heidi olarak bildiğimiz kitabının aynı adlı kahramanının akla nerden düştüğü pek bilinmez, tuhaf, romanın gerçeğine taban tabana zıt benzerliğini bu yoldan kurmaya karar vermiş.
Sevim Akyürek şöyle yazıyor:
“Kırmızı yanaklı, basit elbiseli, hiç yorulmadan herkesin yardımına koşan bu kız çocuğu, hep çıplak ayaklarıyla geçer öykülerin içinden. Onun büyükbabası olarak izlediğimiz yaşlı çiftçiyle arkadaşı Peter’in ayakkabıları varken Heidi, keskin taşların üzerinde ve soğuk havalarda bile hep çıplak ayak koşar keçilerin peşinden.
“Yaratıcısı Johanna Spyri, 53 yaşında yazdığı Heidi aracılığıyla, çıplak ayaklı çocuklar gerçeğinin üzerindeki toplumsal sır örtüsünün bir ucunu kaldırmıştır. Küçük kahramanı aracılığıyla, doğaya, insanlara, hayata Alpler’in öksüz kızının gözüyle bakarken, bütün Verdingkinder’lerin çocuk dünyalarına ve duygularına dikkat çekmeye çalışmıştır. Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeğin simgesidir ve onun çıplak ayakları bugün çocuklara karşı işlenmiş bir suçun yarattığı utancın üzerinde koşuyor. Heidi çıplak ayaklıydı; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün ‘köle çocukları’ diğer çocuklardan ayıran keskin uçurumun simgesiydi.” (1)
Peşinen iki-üç noktada anlaşalım: Büyükbaba çiftçi falan değil. (8) O kadar değil ki, çiftçiliğe uygun bir yerde oturmadığı gibi “iki keçisi ve bir kulübesinden başka bir şeyi” yok. (9) Torununa son derece ihtimam gösteren dede güz yaklaşıp da havaların soğumaya başlamasıyla birlikte Heidi’nin küçük olduğundan ve rüzgarın sertliğinden bahisle kızın keçilerin peşinden meraya gitmesine mani oluyor. (10) (Yanlış anlaşılmasın, Heidi zaten keçi gütmekte kullanılıyor değil; o meraya arkadaşı çoban Peter’le konuşup oynamak, keçileri sevmek, doğayla haşır neşir olmak için, yani keyfinden çıkıyor.) Heidi ayakkabısızlığa zaten ilk Peter’den özeniyor ama birinden biri ayakkabısız olacak olsa o zaten Heidi değil Peter olurdu çünkü Petergil fakir, Heidi’nin Müsrif Oğul Meseli göndermelerine konu olan büyükbabası ise -artık- varlıklı değil ama becerikliliği sayesinde pek güzel idare ediyor ve Heidi’nin de evi olan evde Peter’in evindeki elle tutulacak derecedeki yoksullukla karşılaştırılınca enikonu refah içinde yaşıyorlar. Ama yine de merak eden varsa, Peter’in dahi kışın yalınayak dolaştığına dair bir işaret yok; kitabın genel havası, akışı böyle şey düşünmeye müsait değil. Heidi’nin büyükbabasının -yazın bile olsa- torun yalınayakken ayakkabı giydiği iddiasına karşı ise, çayırda çimende çoluk çocuğun yalınayak koşturmaktan zevk alabileceği ama yaşlı başlı dedenin başka tercihleri olabileceği şeklinde yorum yapmaya falan elbette çabalamayacağım. Sevim Akyürek’in büyükbabanın ayakkabısı vardı veya yoktu, zavallı Heidi çıplak ayakken adam değildi gibi bir sonucu kitaptaki hangi bölümden, cümlelerden çıkardığını gösteren biri olursa gerçekten sevinirim.
Yukarıdaki Sevim Akyürek’den yaptığım uzunca alıntıda, yazarın muhtemelen kitabı okumadığı için nedeninin farkında bile olamayacağı ama doğruluk payı taşıyabilecek tek cümlesi şu: “Spyri… Heidi [karakter değil roman olarak alın -KDÖ] aracılığıyla, çıplak ayaklı çocuklar [Akyürek’in özel amacına yönelik şekilde “çıplak ayaklı çocuklar” olarak değil de, daha genel bir isimlendirmeyle ‘verdingkinder’ veya ‘beslemeler’ gibi alın -KDÖ] gerçeğinin üzerindeki toplumsal sır örtüsünün bir ucunu kaldırmıştır.” (Bu bahse döneceğim.) Gerisi baştan aşağı yakıştırma, a’dan z’ye yanlış.
Bakalım Johanna Spyri’nin yazdığı Heidi ayakkabılar dahil lüzumsuzu, rahatsızlık vereni neden ve nasıl çıkarmış:
“[Heidi] Peter’e baktı: Oğlan kısa pantolon giymişti ve yalınayaktı; bu yüzden hiç yorulmadan oradan oraya sıçrıyor[du]… Küçük kız dayanamadı, yere çömelerek hemen pabuçlarıyla çoraplarını çıkardı, sonra ayağa kalkarak boynundaki kalın şalı attı, önlüğünü de çıkarıverdi… Şimdi küçük kız bir jüponla kalmıştı; mis gibi dağ havasını içine çekerken çıplak kollarını havaya kaldırdı.” (11)
Spyri, ardından, Heidi’nin yaptığını onaylamayan ve zaten romanın pastoral saflık, temizlik, sadelik ve özgürlük düşüncelerine yabancı bir karakter olarak yarattığı teyzeye şöyle feryat ettirir:
“Etekliğine ne oldu? Şalın nerede? Sana dağa tırmanmak için yepyeni pabuç ve çorap almıştım. Hepsi gitmiş! Yok olmuş! Nerede onlar? Heidi ne yaptın sen?… Ne akla hizmetle üstündekileri çıkardın sen? Ne demek oluyor bu?” (12)
Peki çıplak ayakları 2015 Türkiye’sinin edebiyata ve tarihe meraklı ama kitaba ve okumaya bigane bir kesimini hıçkırıklara boğan Heidi ne karşılık verecek?
“‘Onlara ihtiyacım yok,’ dedi küçük kız; yaptığına hiç de pişman değildi sanki” (13)
Teyze az sonra Heidi’yi dedesine bırakıp dönünce, ayakkabılarının da içinde olduğu bir çıkın haline getirilmiş eşyaları hakkında büyükbaba ve Heidi arasında şu konuşma geçer:
“‘Giysi bohçanı da getir!’ dedi.
“‘Onlara artık ihtiyacım yok,’ diye karşı çıktı Heidi.
“… ‘Aklını mı kaçırdın sen? Niye ihtiyacın olmayacakmış?’ diye sesini yükseltti.
“‘Ben de keçiler gibi sıçramak isterdim; onların öyle hafif ayacıkları var ki!’
“‘Sen de sıçrarsın, ama eşyanı getir!’ diye buyurdu büyükbaba.” (14)
Nihayetinde, söz dinleyen Heidi eşyasını getirip gömmedolabın bir köşesine tıkar. Sahi kuzum siz neye içlenip isyankar olmuştunuz? Belki de ağlayasınız geldi. Ama başka sebep bulun. Misal, kendi halinize ağlayın. (15)
Rahatlık veya özgürlük hissi, Spyri’nin kırsal hayalleri vb. sebeplerle bu kız ayakkabı giymiyor diyoruz ama hava şartları hayal, hülya dinlemez; kar var kış var. O zaman ne oluyor? Basitçe kitaba müracaat ediyoruz:
“Artık güneş, yaz aylarındaki gibi kızgın değildi. Heidi çoraplarını, ayakkabılarını ayağından, elbisesini de üzerinden eksik etmiyordu, çünkü hava gitgide serinlemekteydi.” (16)
Başka söze lüzum var mı?
Spyri’nin yarattığı Heidi karakterinin ayakkabı giymeme sebepleriyle Sevim Akyürek’in ona yamadığı ayakkabı giymeme sebepleri arasında sadece fark yok. Bunlar birbiriyle uzaktan veya yakından ilgili değil veya bir bakıma birbirinin tamamen zıddı.
Bir fikir insanı okumadan etmeden nasıl olur da kaleme sarılır? Makaleyi okuyan, tweet/retweet düğmesi aşındıran, gazetelerde, bloglarda, Web “sözlük”lerinde makaleyi göklere çıkaran, bağlantısını paylaşan, yetmedi tam metni tekrar tekrar paylaşan, önemli kısmının solcu, zeki, okuma alışkanlığı olması icap eden bir kitlenin böyle şaşkın, ne versen yutar hale gelmesinin nedenleri nedir? Alıntı, olgu göstermemek ve muhatabın da sormaması, merak etmemesi ama inanması artık esas mı? Raftan çekip, dört liraya kitapçıdan alıp, Web’den bedava indirip bir kitabı karıştırmak mı zor? İddianın, şüphenin doğruluğunu sınama zamanın ruhuna mı uymuyor? İnancın yerini bilimin alması sürecini bilirdik de şimdilerde bilimin yerine inancı mı koyup rahata eriyoruz? Ya da bilim-inanç ortaya karışık mı geliyor? (17)
Çok meşhur bir roman için milyonla dolaşıma giren böylesi tuhaflıklar uyduranın pek müşkül durumda kalacağı zannedilir; oysa herkes o kadar mesut, gamsız, tasasız gözüküyor ki! Edebiyatçı değilim, yayıncı değilim, öğretmen değilim, çocuğum yok… Bana mı düşmeliydi bunları yazmak?
Ama madem bir kez giriştim, şunu da yazayım: “Heidi’nin ayakları neden çıplaktı” sorusuna verilen tuhaf yanıtın nereden kaynaklandığına dair sağlamca bir tahminim var.
Frankfurt’taki konağın kâhyası Fraulein Rottenmeier “Paris’te bulunan Bay Sesemann’a bir mektup yazarak Klara’nın bir oyun arkadaşı istediğini, böyle biriyle ders saatlerinin daha zevkli geçeceğini… bildirmişti… Bay Sesemann yanıt olarak evinde böyle bir çocuğa kötü davranılmaması koşuluyla kızının bu isteğini seve seve yerine getireceğini yazmıştı. ‘Böyle bir şey yazmasına gerek yoktu ya! Kim çocuklara gaddar davranır ki?’ diye eklemek zorunluluğunu hissetti Fraulein Rottenmeier.” (18)
Bu kadar. Öncesi-sonrası bu konuyla ilgisiz. Bay Sesemann ağzından pek sevgi dolu biri olmayan Fraulein Rottenmeier’e dünyanın herhangi bir yerinde iyi kalpli bir zengin tarafından böyle bir durumda dile getirilmesi mümkün bir uyarı yapılıyor olabilir ve/ya o söz edilen köleciliği andıran çocuk suiistimali kurumu tam olarak neyse, onun, farkında ve aleyhinde olan Johanna Spyri bilvesile müphem bir kayıt düşüp tavrını belirtiyor olabilir. İkinci ihtimal geçerli bile olsa, romanın baş karakterinin yaşadıkları bunla ilgisiz. Spyri’nin hayat hikayesinde buna ışık tutacak bir şey ben görmedim. Belki vardır. Yayınlanmış başka kitapları varmış. Okumuş değilim. Gerisi edebiyat tarihçilerinin, dönem araştırmacılarının işi. Belki bu işin zaten yapılmışı vardır. Bakmak lazım.
Bu noktada kendime tahmin yürütme alanına biraz girme hakkı tanıyorum. İnsana dair hiçbir şey bana da yabancı değil ama bir makale yazarının okuduğu kitabı bu denli yanlış anlayacağını düşünmek delice olur. Bana kalırsa Sevim Akyürek Heidi’yi okumuş izlenimi vermeye çalışsa da, aslında hiç eline almamış. Birisinden, bir yerlerden, belki kulaktan kulağa yöntemiyle “Heidi… verdingkindern… bağlantı…” gibi bir şeyleri yarım yamalak duymuş ve ilmine varmadığı şeye inanmış. İş kalmış bağlantıyı bulmaya. Çizgi filmler(den aklında kalanlar) ve/ya Web’de dolanan çoğu çizgi film temelli Heidi görselleriyle mücehhez olarak ve “olsa olsa” yönteminin iğvasına kapılıp Spyri’ninkiyle tamamen ilgisiz dokunaklı bir kurgu inşa etmiş. Veya bunu ilkin başkası yapmış da, Akyürek ondan almış ama ne kaşifin adını anmış ne kaynak vermiş…
Buraya kadar anlattığım yakın zamanda Heidi’ye ilişkin iki yanlışın birine tanıklığımdır. (19)
Böyle eylemleri görmek de travmatik tabii.

DİPNOTLAR
(*) Bu yazı yazarının isteği doğrultusunda Creative Commons Attribution-ShareAlike 3.0 Unported (CC BY-SA 3.0) lisansıyla lisanslanmıştır. Lisans metni için:
1) Erişim: 21 Nisan 2015.
2) Erişim: 21 Nisan 2015.
3) Erişim: 22 Nisan 2015.
4) Erişim: 22 Nisan 2015.
5) Erişim: 22 Nisan 2015.
6) Sevim Akyürek imzalı “Dövüldüler, Aşağılandılar, Tecavüze Uğradılar” başlıklı 20 Ocak 2013 tarihinde Arkadaş Web sitesinde yayınlanmış o makalede konu yine “verdingkinder”di. Bir yazarın önem verdiği konuyu tekrar tekrar, geliştirerek işlemesi doğal. Eskiden “fikri takip” denirdi; zamanımızın hay huyu içinde seyrek rastlanıyor; olumlu tutumdur. Bununla birlikte cümle cümle, paragraf paragraf aynen tekrarlar, blok halde kopyala yapıştır usulleri atıf gerektirir. Tersi “kendinden intihal” veya “çifte yayın” cümlesindendir. Yazı namusuyla bağdaşan iş değildir. Bu noktada yazarın sorumluluğu ayrı, yayıncının sorumluğu ayrıdır. Teferruattan görmediğim bu hali son derece önemsiyorum. Akademik biçimcilik kaygısı değildir; o akademik kurallarsa kural olsun diye gelişigüzel uydurulmuş hiç değildir. Yazı çizi işiyle uğraşanın bunları biraz olsun bilmesi umulur. İşte, Akyürek’in söz ettiğim iki makalesini birlikte okumanın, bu yazımda söz ettiğim ve etmediğim bazı bakımlardan bana faydası dokundu. Uzatmıyorum; kendinden intihal, çifte yayın, açıkça belirtmeden fikir/yazı parçası değiştirme vb. ayrı acıklı bahislerdir.
7) Şu anda o çocuklarla ilgili bir okumaya girişme, araştırma yapma merak ve niyetim yok. Amacım Türkiye okuru nezdinde Heidi’nin bu konuya karıştırılma biçimini tartışmak. Bu çerçevede diğer kısmı doğru kabul ediyorum veya doğruluğu eğriliğiyle pek az ilgileniyorum.
8) Kitabın Almanca ve İngilizce e-nüshalarını ücretsiz olarak Project Gutenberg sitesinin adresindeki Johanna Spyri sayfasından giderek edinebilirsiniz. Piyasada ve kütüphanelerde muhtelif Türkçe çevirileri bulunuyor.
9) Spyri, Johanna; Heidi; Çeviren: Saffet Günersel; İş Bankası Yayınları, 11. Baskı, Haziran 2013, İstanbul s.4.
10) A.g.e., s.31.
11) A.g.e., s.7-8.
12) A.g.e., s.8.
13) A.g.e., s.8.
14) A.g.e., s.12-13.
15) Veya, hep ağlanmaz ya, biraz da neşelenin. Makale bu fırsatı zaten sunuyor. Spyri’nin kitabının mutlu sonlarla dolu olması gibi Sevim Akyürek yazısı da kestirmeden mutlu soncu. “İsviçre’nin karanlık yüzü”nden söz ediliyor edilmesine ama anlatılanın uydurma olmayan kısmı da tarihte kalmış iş. Biraz karışık yazılmış olsa da öyle anlıyorum ki uygulamanın 1960’lı yılların başında fiilen, 1974’te yasayla ortadan kalktığını söylüyor. İyi ya. Konuyla “yüzleşilmiş” de. Şimdinin moda kavramıdır; erken davranıp ve belki de yüzleşmeyi icat edip isabetli davranmışlar. Tek bir istek kalmış: “Devletin artık resmi olarak özür dilemesi!” Ne hoş; insanın Heidi gibi sevinçle zıplayası geliyor. Yıkıcı haberlere, değerlendirmelere kanmayın; İsviçre’nin hali içinize neşe saçsın; hem “ezeli bir şifadır aldanmak”.
16) Spyri, Johanna; Heidi; Çeviren: Saffet Günersel; İş Bankası Yayınları, 11. Baskı, Haziran 2013, İstanbul s.32.
17) National Geographic Türkiye dergisinin Mart 2015 sayısının kapağında soranın hayıflanarak sorduğu belli soru dehşet verici: “Bilime inanmayı neden bıraktık” Demek o takım da gele gele oraya gelmiş! Bilmek ve bilim inanç işi midir? Bilime inanır mıyız yoksa bilimsel sonuçlara ikna mı oluruz? Bana da inanmayın Bilim ve Gelecek’e de; Sevim Akyürek’e de inanmayın Evrensel Kültür’e de. Atın ağzında kaç diş olduğu bahsinde inanılanlara başvurmayın, açın ve sayın; ortaçağdan öyle çıkılmış diyenler var; yeni ortaçağa aşkla sarılmak lüzumsuz. Herkesin her şeyi kendi sağlaması mümkün değil elbet. Güvenilirliği tecrübeyle sınanmışların en iyi ihtimalle milleti makaraya sarmak, kötü ihtimalle çok yanlış yol ve işlere sevk etmemek için sorumlu davranması beklenir. Onların sorumlu davranmasının, gevşememesinin yoluysa yine en azından bir öncü veya uzman kesimin sınama, eleştiri işini savsaklamamasından, uyanıklığından geçiyor olmalı. Yine de, görünen gelecekte, şuna veya buna inananlar, her verdiğini yutmaya hazır kalabalıklar olacaktır. Bu tabloda tek tek kişilerin konumu bir ölçüde niyet ve kararlarla, bilinçle de ilgili olmalı.
18) Spyri, Johanna; Heidi; Çeviren: Saffet Günersel; İş Bankası Yayınları, 11. Baskı, Haziran 2013, İstanbul s.64.
19) Olayın başlangıcı tarih olarak öncelere gitse de benim sonra gelen diğer tanıklığım: İnternet üzerinde, özellikle Project Gutenberg’de bulduğum ücretsiz İngilizce ve Almanca e-nüshalarının yanı sıra Heidi’nin Türkçe çevirisini de edinmek istedim. Muteber bir çevirmen ve yayınevinin ürünü için bakındım. İş Bankası, Saffet Günersel çevirisiyle kitabı basmış. Bendeki 11. basım. Kapakta “100 Temel Eser – Orijinal dilinden, kısaltılmamış çeviri” ibaresi var. Ülkemizde yazıya, belgeye saygının Project Gutenberg’in İngilizce Heidi nüshalarından birinin (#20781) başında belirtildiği gibi “Orijinal belgedeki hece tireleme tutarsızlıkları korunmuştur. Belirgin tipografik hatalar düzeltildi; bunlar için belgenin sonuna bakın” titizliğine varmasını yaşam sürem içinde beklemiyorum. “Kısaltılmamış” çeviriyle yetinebilirim. Hele de çocuk kitabı çevirilerinde bunu bile bulmanın zorluğunu bilen bilir. Aldım; okudum. Almancasıyla veya İngilizcesiyle karşılaştırmazsam eli yüzü düzgün çeviri gibi. Bir iki yerde “aslı böyle olmamalı” hissi verse, bazı yerlerde çeviri sorunlarına bulunan çözümler benim tercihlerimden farklı da olsa, bazı yerde ufak bazı yerde biraz irice olağan çeviri kazaları da olsa, dedim ya, eli yüzü düzgün. Basım hatası, “tashih” gözüme üç beş tane ya çarptı ya çarpmadı. İngilizce ve Almanca nüshalarla karşılaştırmaya başlayınca bulunan hatalar haliyle artıyor. Ama şimdi konu o değil. Bunları bırakalım bir yana. Viran olmuş hanenin boya badanasını tartışacak değilim. Soru şudur: “Heidi Bir yandan Kilo Alıyor, Öte yandan Veriyor” diye Türkçeleştirilen tuhaf başlıklı bölümde Almanca nüshaların birinden yaptığım hesaba göre blok halde 81 satır, 725 sözcük, boşluklu 4047 karakter yaylaya mı çıktı, Frankfurt’a mı gitti? Devlet zoruyla yapılmayan sansüre kurban vermişiz gibi geliyor bana. Sorumlusu kim? “Adam sen de! Kitabın başına ne gelse olur; yeter ki çıplak ayaklı Heidi hoş olsun; biz neye ağlayacağımızı biliriz.” Peki.

Spyri’nin yarattığı Heidi karakterinin ayakkabı giymeme sebepleriyle Sevim Akyürek’in ona yamadığı ayakkabı giymeme sebepleri arasında sadece fark yok. Bunlar birbiriyle uzaktan veya yakından ilgili değil veya bir bakıma birbirinin tamamen zıddı. - 4

Yorumlar

  1. Okuyucu avatarı
    Okuyucu

    Eleştirdiğiniz yazı İsviçre’nin bilinmeyen yüzü hakkında bir ışık tutuyor. Bu yüzden sevildi ve paylaşıldı bu kadar. Heidi’yi yazan yazar ise tabii ki İsviçre’deki gerçekleri olduğu gibi yazmayacaktı. Eleştirinizde haksızsınız. Bir yazar mutlu bir kızı anlatarak aslında mutsuz çocukluklara ithafta bulunmuş olabilir. Ayaklarının çıplak olması ile tarihteki bir şeye, belki de yaşadığı gördüğü bir şeye ithamda bulunabilir. Bunu birebir kitaba yazmasına gerek yok. Zaten yazmaması gerekir ki büyük üstad sanatçılar böyle yapar. Bir ressam sadece simsiyah bir kare çizmiş ve ünlü olmuş (bkz. Kazimir Malevich). Heidi’nin yazarı da acaba sanatçı bu eserinde ne anlatmış diye düşünme payı bırakmış yani. Bence çok gereksiz bir tartışma başlatmışsınız. Biz okuyucular diğer yazıyı gayet sevdik.

  2. Okuyucu avatarı
    Okuyucu

    Bu kadar emeği daha anlamlı bir şeye harcayaydınız ya…

  3. Murat Yazıcı avatarı
    Murat Yazıcı

    “Bu kadar emeği daha anlamlı bir şeye harcayaydınız ya…” bu yorumun beğen butonu olsa bu yorumu yazmama gerek kalmayacaktı! 😉

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir