Biz şimdiye dek kimleri “Cumhuriyet, ordu, Atatürk, Aydınlanma düşmanı” olarak bilirdik?
Şeriatçıları, tarikatçıları, bölücüleri, ırkçıları, mandacıları, 2. Cumhuriyetçileri vb.
Şimdi bu kervana Y-CHP’li bazı milletvekilleri de katıldı.
Gazeteci Talat Atilla’nın yazdığına göre olay şöyle gerçekleşmiş:
CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, 10 milletvekilinin bulunduğu bir toplantıda:
“Arkadaşlar, bugün ilginç bir olay yaşadım” der ve ekler:
“Atatürk’ün resmini duvardan indirdim.”
“Nasıl yani?”
“Bir CHP milletvekili arkadaşımın Meclis’teki odasını ziyaret ettim. Çay içerken gözüme Atatürk’ün büyük bir fotoğrafı çarptı, gidip onu yere indirdim.”
İlk şaşkınlığı atan bir CHP milletvekili sorar:
“Neden bunu yaptın?”
“Yeni şeyler söylemek lâzım!” (Yeni ne söyleyecekse!… Yani Atatürk ve Atatürk’ün söyledikleri, gerçekleştirdikleri, devrimleri, 1923 Aydınlanma hareketi eskiymiş…! A.E.)
Aylin Hanım’ın bu davranışı CHP’li vekillerde rahatsızlık yaratınca o devam eder:
“Daha sonra arkadaşım fotoğrafı yeniden astı.”
Bir başka örnekse Y-CHP’nin Genel Başkan yardımcısı Mehmet Bekaroğlu… O da kafayı Nobel ödüllü onur, gurur simgemiz, bilim adamımıza takmış…
Nobel Kimya ödülünü almaya hak kazanan bilim adamı Aziz Sancar, ödülünü Anıtkabir’e konulmak üzere Genel Kurmay Başkanına teslim etmiş ve şunları söylemişti:
“Genelkurmay Başkanına teslim ettim ve Genelkurmay Başkanlığı kasasında saklanacak. Ödülü madalyayı teslim ettim hem sertifikayı hem madalyayı teslim ettim. 19 Mayıs’ta Allah kısmet ederse Anıtkabir’e koyacağız. Bu Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in madalyasıdır. 19 Mayıs’ta tekrar geleceğim ve Anıtkabir’e koyacağız. “
Sen misin bunu yapan? Y-CHP’nin Genel Başkan yardımcısı, eski deyişle medar-ı iftiharı, yeni deyişle gururu Mehmet Bekaroğlu hemen bir mesaj yayınlamış:
“Aziz Sancar’in Nobel ödülü almasına çok sevindik, milletçe gurur duyduk ama ödülü Genelkurmay’a götürmesine şaşırdık…”
Bilim adamımız, ödülünü Diyanet İşleri Başkanlığına götürseydi, belki de bu denli çok şaşırmayacaktı eski Fazilet, Saadet, Has Partili milletvekilimiz…
Ama bir gerçek var ki Anıtkabir Genel Kurmay Başkanlığına bağlı…
Peki, nedir bu çevrelerin orduyla, Cumhuriyetle, Atatürk’le alıp veremedikleri? Sıkıntıları ne?
Şeriatçısı, bölücüsü, tarikatçısı ile bunların tümünün birleştiği, buluştuğu nokta soyut bir devlet, ordu ve Atatürk düşmanlığıdır…
“Neoliberal” ya da “liboş” diye adlandırılan bu yeni liberal takım, AKP’nin iktidarı ele geçirmesinden sonra iyice etkin bir konuma geçti…
Ve Türkiye Cumhuriyetinin adım adım şeriata, emperyalizme teslim edilmesini bir “Özgürlük, insan hakları” ilerlemesi diye yorumladılar. “Türbana, tekkelere, tarikatlara, Kürtlere, her çeşit düşünceye özgürlük” diye bağırdılar.
Onlar, Apo’yu sevdikleri kadar Mehmetçik’i sevmediler.
ABD’yi, AB’yi, Kürdistan’ı, Ermenistan’ı tuttukları kadar Türkiye’yi tutmadılar.
“Bayrakları ve sınırları savunmayı aptalca bir durum” diye nitelendirdiler. “Böylece uygarlaştıklarını(!), “Avrupalılaştıklarını(!)” liberalleştiklerini(!) sandılar…
Şu içinde bulunduğumuz günlerde Kurtuluş Savaşı ortamından daha kötü ve tehlikeli günler yaşıyoruz. O yıllarda düşman, yurdumuzu askeri, topu tüfeği ile işgal etmişti. Ve kolları, ayakları, bacakları, kafası yani tüm gövdesiyle ortadaydı. Karşımızdaydı. Görüyorduk onu. Bize nereden, hangi yönden saldıracağı belliydi. Ona göre önlem alıyor, ne yapacağımızı biliyorduk.
Düşman şimdi gizleniyor. Tanınmamak için çeşitli maskeler takıyor yüzüne. Gerçek yüzünü saklıyor. Bazen insan hakları savunuculuğu maskesi ile ortaya çıkıyor. Bazen özgürlükçü oluyor, etnik grupların haklarını savunuyor gibi gözüküyor. Ama saman altından su yürütüyor. Dinler, mezhepler, ırklar aracılığı ülkemizi bölmeye çalışıyor.
1980’lerde ABD, tüm dünyada yeni bir akım başlatmıştı. Bu akımın adı “Yeni özgürlükçülük” anlamına gelen “Neoliberalizm” idi.
Küba devlet başkanı Fidel Castro, “Neoliberalizm, emperyalizmin dünya çapındaki hegemonyasının bugünkü ideolojisidir” diyerek bu konuya dikkat çekmişti.
İşte bu ideolojinin temsilcisi sekiz eski milletvekili geçenlerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve polisin, Güneydoğu’da PKK’ya karşı yürüttüğü operasyonları ve sokağa çıkma yasağı kararlarını protesto etmek üzere bir eylem gerçekleştirdiler.
Bu protestocuların arasında elbette HDP’liler de vardı… Ama biz bunu normal görüyoruz… Çünkü onlar PKK’nin sivil temsilcileri… Peki ya Ufuk Uras’a, Akın Birdal’a, eski CHP milletvekilleri Melda Onur ve Profesör Binnaz Toprak’a ne demeli?
“Hayatı ve özgürlükleri savunuyorlar”mış… Önlerine açtıkları dövizde böyle yazıyor…
Sanki sokaklara caddelere hendekleri Türk silahlı kuvvetleri açmış gibi… Sanki barikatları Türk Emniyet Kuvvetleri yapmış gibi…
Sanki PKK sütten çıkmış ak kaşık… Sütte leke var onda yok…
Sanki çoluk çocuk, genç yaşlı, bebe demeden 40 bin kişiyi Türk silahlı Kuvvetleri katletti…
Attila ilhan şöyle der:
“İşte yeniden Tanzimat zihniyeti, yeniden mandacılık. Üstelik bu hainlerin içinde kendisine solcu diyenler var. Hadi şeriatçıları, bölücüleri, liberalleri anlıyorum, ama bu namussuzlar kendine solcu deyip Türkiye’yi pazarlayanlar. Al birini vur ötekine. Bak, bazı televizyon kanallarında her hafta hep birlikte boy gösteriyorlar, söylediklerini alt alta yaz, oku, ihanet belgesi çıkar.” (“Attilâ İlhan’la Bin Saat”, Erol Manisalı)
Bir yanıt yazın