Mart’ta, Yemen Cumhurbaşkanı Hadi Mansur, Husilerin ilerlemesi ve Aden’e girmesinden sonra BM Güvenlik Konseyi ve Fars Körfezi İşbirliği Konseyi’nden müdahale talep etti.
Mısır/ Şarm El Şeyh’de 26. Arap Birliği Zirvesi’nde barışa yönelik bölgesel bir güvenlik tehdidi durumunda devreye girmek üzere birleşik bir Arap gücü kurulması mutabakatı sağlandı.
*
Şimdi terörle mücadele için Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman olan Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Türkiye, Filistin Yönetimi, Katar, Lübnan, Libya, Mısır, Fas, Nijerya ve Yemen bir koalisyon kurmuştur…
*
Ne oluyor? Bölgeyi Sünni- Şii eksene bölen gelişmelere şöyle kısaca bir bakmak gerekiyor.
*
Suriye’yi iç savaşa taşıyan olayların iç sorunlarla ilgili bir boyutu olsa da esas neden;
Birincisi; Batı’nın buyurduğu üzere İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerin tutum ve politikalarıdır.
İkincisi; Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı kullandığı önleyici Vahhabilik doktrini gereğince,
Şiiliğin bulunduğu her yerde Vahhabiliğin geliştirilerek hem etki alanını arttırmak, hem de Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturma hedefidir.
*
Bu yüzden, onlar İsrail’e yaranmak için “Suriye Dostları” yalanı ardına gizlenmişler ve Suriye’ye düşman diplomatik hareketlerle de terörü desteklemişlerdir.
Böylece teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeler olarak Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlaksız bir ticarete dönüştürüvermişlerdir.
*
Şimdi Rusya Suriye’de, Devlet Başkanı V. Putin’in, Esad’ın yerine bir alternatifin olmayışından hareketle krizin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınması ve iç savaşa artık siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesini sağlamaya çalışıyor.
Elbette bu ülkede işlenen suçların savaş hukukunun gelişmesini ivmeleyecek doğrultuda kategorize edilmesini,
Bu sistematik hukuk üzerinden BM’de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına çabalıyor…
*
Rusya “Lâik, birleşik ve demokratik bir Suriye” yi teminen ABD ve müttefiklerinin ortak tehdit kabul ettiği (!) tüm terör örgütlerini tasfiye etmek üzere Suriye, İran ve Irak ordularının da dahil olduğu bir uluslararası koalisyon kurmuştur.
Bu koalisyon, G20 Antalya Zirvesi’nde ülkelerin terörizme darbe indirmek için eşgüdümü güçlendirecekleri,
Teröristlerin çeşitli ülkelere girerken kullandıkları yöntemlerin araştırılacağı,
Gelir kalemlerinin kurutulacağı taahhüdünde bulunduğu sonuç bildirgesi çerçevesinde kararlılıkla ilerliyor…
Viyana Suriye Zirvesi’nde alınan Şam ile muhalefet arasında görüşmelerin BM denetiminde ateşkes ilan edileceği 1 Ocak 2006’da başlayacağı, 6 ay içinde geçiş hükümeti kurulacağı,18 ay içerisinde de seçim yapılacağı mutabakatının izleneceği sürece adım adım yaklaşılıyor…
*
Ama ABD’nin bölgede yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapı darmadağın olmuştur.
Bu durum ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail’i,
İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığıyla Suudi Arabistan’ı derinden etkiliyor.
İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki güç dengesi içerisindeki konumları giderek zayıflıyor…
*
Suudi Arabistan’ın Suriye macerası fiyaskoya dönüşmüştür, Yemen’de başı belâdan kurtulmuyor.
Eylül’den beri İsrail, Yahudilerin dini günleri nedeniyle Filistinlilerin Mescid-i Aksa’ya girişini bazen tamamen bazen de kısmen engelliyor.
Filistinliler ise kutsal değerlerini savunmak, Aksa’nın bölünmesini engellemek için ayaklanmış,Yahudi yerleşkelerinin inşaatını ve yerleşimcilerin saldırılarını durdurmak için intifada başlatmıştır.
Nitekim Kudüs ve Batı Şeria’nın çeşitli kentlerinde ciddi gerginlikler yaşanıyor…
*
O yüzden İsrail Başbakanı B.Netanyahu “İsrail iki halklı bir ülke olmayacaktır.Tek geçerli çözüm asker ve silahtan arındırılmış, İsrail’i tanıyan bir Filistin Devletidir. Aslolan Filistinlilerin İsrail’i kabul etmeyişleridir. Bu vahşi Ortaçağ’dan kalma güçlerin ülkemizi ve halkımızı tehdit etmelerine asla izin vermeyeceğiz ” diyor.
Washington ve Tel Aviv’de, İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmenin İsrail’in tek önceliği olması gerektiği tartışılıyor.
Mesela, Yeş Atid Partisi lideri Yair Lapid, İsrail’in Sünni ülkeleri bir araya toplayarak bir zirve yapması gerektiğini ve nihayet Filistin’i İsrail’den ayıracak sürecin sonuna gelinmesi gerektiğini söylüyor.
Bölgedeki tüm sünni ülkelerin İsrail’i tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabileceği öngörülüyor.
*
Bu sırada nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman olan Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Türkiye ve diğerleri terörle mücadele için Suudi Arabistan merkezli bir koalisyon kuruyor.
Karşı cepheden, Suudi rejimi tarafından oluşturulan koalisyonun gerçekten İslamî olması durumunda Arabistan’ın ilk işinin Kudüs’ün kurtarılması için gerekli girişimleri başlatmak olması gereği,
Suudi rejiminin terörizmle mücadele için ortak bir koalisyon oluşturmak istemesinden önce ilk olarak bizzat kendisinin terör eylemlerine son vermesi gerektiği itirazları yükseliyor…
*
1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO’nun bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımının hayata geçirildiğine ilişkin düşünceler gelişiyor.
Bu kez hem İran, hem Rusya o dönemin SSCB rolünü üstlenmiştir.
Ortadoğu’da nüfuz ettikleri alanlarda karşılarında Sünni Arapların oluşturduğu NATO’nun uzantısı bir savunma örgütü oluşturuluyor.
*
Böylece ABD; Ortadoğu’nun bölüşümünde Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri ile Rusya/ İran arasında kalan İsrail’in güvenliği için öngördüğü bir mekanizmayı ileri sürüyor.
Hem İsrail’in müttefiki Arap’ların ‘Milli Güvenliği’, hem de İsrail’in güvenliğinin teminata alınması öngörülüyor…
*
Üstelik ABD, Hürmüz Boğazı’nda İran’ı caydırmak ve körfez ülkelerini korumak için donanmalarına yüklediği ve operasyonel hale getirdiği Füze Savunma sistemiyle birlikte konuşlandırdığı tüm serilerinde Patriot bataryalarını,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küveyt, Katar, Umman’a sağladığı veri bağlantılarıyla birleştirmiştir.
İsrail ve Türkiye’de konuşlandırılan füze savunma sistemleri ve patriot sistemleriyle “tek tetik” oluşturulmuş ve bölgede kendi sistemine entegre ettiği füze kalkanı Rusya’ya yönlendirilmiştir.
*
Ama en az İran kadar Rusya’da bu alanda iddialıdır.
Rusya, füzeleri karşısında ABD’nin inşa ettiği füze kalkanının ‘elinden bir şey gelmeyeceğini’ ileri sürüyor.
“ABD’nin konuşlandırdığı füze kalkanının, verileri analiz etme becerileri ve ateş gücü bakımından Rusya’nın stratejik füze güçlerinin yaylım ateşine karşı koyabilmesi mümkün değildir “deniliyor…
*
Türkiye’ye gelince;
Türkiye devletinin lâik niteliğinin yanında olması gereken TSK’nın, bulunduğu coğrafyada ekonominin, siyasetin,diplomasinin Sünni-Şii eksene bölünmüş olması halinden “Ordulaşma” ya dönüşmesinin yaşandığı şu günlerde sünni hilafete prim tanıması affedilir şey değildir…
18.12.2015
Bir yanıt yazın