MHP lideri Devlet Bahçeli, salı günü yapmış olduğu grup konuşmasında “Muhtemelen Rusya paralel yapının eline geçmiştir, bu yalanı ortaya atmıştır. Erdoğan ve ailesini petrol kaçakçısı olarak görmemiz eşyanın tabiatına aykırıdır” diye bir laf etti, ortalık yine karıştı. Türk kamuoyu ve Bahçeli muhalifleri, bunu, Cumhurbaşkanı’na verilmiş açık bir destek olarak yorumlarken, Bahçeli taraftarları, bu durumu, Tayyip Bey’e destek olarak değil, tamamıyla bir ironi olarak yorumladılar. Onlara göre; yolsuzlukların üzerine gidilmesini “Ver Bilali al hilali” şeklinde formüle eden Bahçeli’nin, Erdoğan’a destek vermesi mümkün değildi. Ancak Bahçeli’nin çıkışını biz de Erdoğan ailesine destek olarak yorumlayanlardanız..
Yeri gelmişken Cumhurbaşkanına bir destek de biz vermiş olalım. Nedir o destek? O destek, Sayın Erdoğan’ın “PKK ve DAEŞ ruh ikizidir” şeklindeki nitelendirmesidir. Tayyip Bey, bu nitelendirmeyi, 9 Aralık günü sarayda düzenlenen muhtarlar toplantısında Diyarbakır’da ateşe verilen 5 asırlık Kurşunlu Camii hakkında konuşurken yaptı. DAEŞ’in, Irak ve Suriye’de tarihi yapılara yapmış olduğu saldırılarla PKK’nın Kurşunlu Camii’ne yapmış olduğu kundaklama arasında paralellik kurarak iki örgüt arasında böyle bir benzerlik kurdu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Ayrıca PKK’yı kültürel soykırım yapmakla da suçladı. El hak, Sayın Erdoğan’ın bu nitelendirmeleri yerindedir ve isabetlidir. Hadiseye biz de aynı gözle bakıyoruz…
Sağın önemli aydınlarından birisi olan Yağmur Atsız, sosyal medyada aynı konuya değinerek şöyle bir yorumda bulunmuş: “Diyarbakır’da güzelim Kurşunlu Camii yakıldığında, başta oradakiler, memleket topyekun ayağa kalkacak zannetmiştim. Meğer ancak baştakilerden biri düdük çalınca ses verirmişiz. Ne büyük talihsizlik!”
Yağmur Bey’e katılmamak mümkün değildir elbette? Gelin görün ki; bırakın 5 asırlık Kurşunlu Camii’ni, Diyarbakır’ı topyekun yaksalar, bizim ayağa kalkacak halimizin olmadığı da ortada! Çünkü “Gâvur Dağlarından ötesini verelim gitsin, böylece bu kavga da bitsin” diyen hainlerle doludur bu memleket. Yeter ki; onların işleri bozulmasın! Yeter ki; onlar rahat ve huzur içinde yaşasınlar! Boğaz, Haliç, Bodrum, Marmaris, Çeşme ve Antalya’daki eğlence mekanları ayakta kalsın yeter onlar için! Memleketin diğer tarafları yanmış, bitmiş onlara ne gam; hepsinin canı cehenneme!
Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’ye ve Kurşunlu Camii (Fatih Paşa Camii)’ne yönelik saldırılar da gösteriyor ki; PKK Terör Örgütü, artık tıpkı IŞİD gibi tarihe ve insanlığın ortak mirası olan kültürel değerlere de saldırmaya başlamıştır. Bu anlamda Cumhurbaşkanı’nın nitelendirmesi doğrudur doğru olmasına da bütün bunlar, zatı devletlerinin iktidarları döneminde olup bitmektedir. Güvenlik güçlerimizin aylardır temizlemekle uğraştıkları şehir ve kasabalarımız, bu iktidar döneminde bu hale gelmiştir. En çok da Çözüm Süreci’nde şehirlere yerleşmiştir terör örgütü.
Geçenlerde genç bir misafirimiz vardı. Doğu’daki bir ilçede yapmış olduğu askerliğini bitireli henüz bir yıl oldu. Anlattığına göre; PKK’lı militanlar, bulundukları kışlanın veya garnizonun önünden ellerini kollarını sallayarak geçmekle kalmayıp, sözle ve hatta taş atarak askerlerimizi taciz ettikleri halde, bu hainlere karşı askerden herhangi bir tepki olmamıştır. Çünkü askere operasyon ve vur emri verilmemiştir!
Diyarbakır’da Misyon Sahibi Yapılar Hedef Alınmaktadır!
Dört Ayaklı Minare, 1500 yılında Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Bey tarafından, Kurşunlu Camii ise Osmanlı’nın Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır(1516-1520). Yapılış tarihlerini dikkate alırsak; Dört Ayaklı Minare Akkoyunluların Diyarbakır’daki kayda değer son eseri, Kurşunlu Camii ise Osmanlı’nın Diyarbakır’daki kayda değer ilk eseri sayılır.
Kurşunlu Camii, bir anlamda Osmanlı’nın Diyarbakır’ı fethinin nişanesidir. Yani camiinin böyle bir tarihi misyonu da bulunmaktadır. Dört yekpare taş sütun üzerine inşa edilen Dört Ayaklı Minare’nin her bir sütununun ise, dört büyük mezhepten (Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbelilik) birisini temsil ettiği söylenmektedir. Böylece söz konusu minare, bir anlamda Diyarbakır’ın hoşgörü ve barış kenti olduğunun da bir simgesi gibidir.
Bu sebeple; PKK’nın, iki büyük tarihi misyonu barındıran bu iki önemli esere saldırması, son derece önemlidir. Dikkat edilirse; almış olduğu kurşun yaraları yüzünden Dört Ayaklı Minare neredeyse yıkılmak üzeredir. Kurşunlu Camii ise kurşunlarla delik deşik edilmekle kalmadı, sonunda büsbütün ateşe verildi örgüt tarafından.
Bu sebeple; Suriye’deki Palmira kentinin IŞİD tarafından, Afganistan’ın Basyan bölgesindeki Buda heykellerinin Taliban tarafından tahrip edilmesine isyan eden bizim Türkiyeli sözüm ona Müslüman aydınların, en önemli Türk ve İslam eserlerinden olan ve her ikisi de 5 asrı devirmiş bulunan Dört Ayaklı Minare ve Kurşunlu Camii için ses çıkarmıyor olmaları, gerçekten de çok hazindir. Üstelik bu tavır, Müslüman’a yakışan bir tavır da değildir…
Fars Türk’ün Ezelî Düşmanıdır!
Haberlerde İran’ın, Türkiye’ye yapmış olduğu doğalgaz sevkiyatını yarı yarıya indirdiği söyleniyor. Böylece, Türkiye’ye gelen doğalgazın kesileceği haberi Rusya’dan beklenirken, Rusya’nın müttefiki ve kadim dostu İran’dan gelmiş oldu. Oysa bildiğimiz kadarıyla; İran ile yapılan doğalgaz anlaşması “Al ya da öde” şeklindedir. Yani Türkiye, dönemler itibarıyla tespit edilen miktar kadar doğalgazı almasa/alamasa bile bedelini ödemek zorundadır İran’a. Peki, İran bu miktarı hangi şart altında olursa olsun vermek zorunda değil mi kardeşim? Bu nasıl bir anlaşmadır böyle? Böyle bir anlaşmanın altına imza koyarak Türkiye’yi zorda bırakanlar, dilerim ki; mezarlarında rahat uyuyamazlar!
Halbuki; biz 2010 yılında BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yeni yaptırımlar uygulanmasını öngören karar tasarısına, bütün batılı müttefiklerimizi karşımıza alma pahasına ve İran lehine olmak üzere “‘Hayır” demiştik. Neymiş efendim; İran halkı Müslüman’mış ve İslam kardeşliği böyle davranmamızı gerektiriyormuş! Geçin bunları bire! Fars Milleti tarih boyunca Türk’ün düşmanı olmuştur. Halen de öyledir. AKP iktidarı Beşar Esat’ı devirmek için Türkiye’yi olmadık sıkıntılara sokarken, İran, Beşar Esat’ı ayakta tutabilmek için var gücüyle savaşmaktadır. Halen Suriye’de 2000’in üzerinde İran askeri vardır ve bunlar fiilen savaşıyorlar Beşar Esat güçlerinin yanında. Şimdiye kadar en az 2 Devrim Muhafızı İranlı general öldürüldü Suriye’de. Öldürülen sıradan İran askerlerinin ise net sayıları bilinmiyor. İran işte böyle bir devlettir.
Unutulmasın ki; Azerbaycan, 1828 tarihli Türkmençay anlaşması ile İran ve Rusya arasında pay edilmiştir ve İran’da şu anda 35-40 milyon Türk nüfus yaşamaktadır. İran’ın en büyük korkusu, bu nüfusun günün birinde ayaklanıp kendi devletlerini kurması ve Kuzey Azerbaycan’la bütünleşmek istemesi ihtimalidir. Onun için de İran, Türkiye’ye hep mesafeli durmuştur tarih boyunca. Türkiye yerine, Rusya ve Ermenistan ile dostluk ilişkileri ve anlaşmaları vardır İran’ın. Bu üç ülkeyi bir araya getiren şey, özelde Türkiye, genelde ise Türk Dünyası’dır. Çünkü korkuyorlar Türkiye’den ve Türk dünyasında…