Siyasal İslamcı faşizm, adım adım ilerliyor…
Hem de tek adam diktatörlüğüne doğru…
At izinin it izine karıştığı bir ortamdan geçiyoruz… Kimin nerede, ne zaman, ne için tutuklanacağını bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz, belirsizliklerin egemen olacağı bir döneme giriyoruz…
Muhalefetin yokluğundan da yararlanarak AKP, 2023 hedefine doğru emin ve kesin adımlarla ilerliyor.
Tıpkı Hitler, Mussolini, Franko rejimlerinde olduğu gibi…
Karanlık, sisli puslu bir ülke ve o ülkeyi yöneten karanlık düşünceli insanlar, diledikleri gibi at koşturuyorlar…
Ne Anayasa tanıyorlar ne hukuk… Hukukun guguk olduğu bir dönemden geçiyoruz…
Bu ilerleyiş zamanla daha da hızlanacak ve şeriat düzenini oluşturabilmek için korku imparatorluğu kuracaklar… Beğendiklerini en yüksek makamlara, beğenmediklerini, kendileri için tehlikeli gördüklerini, zindanlara atacaklar…
Peki, neye göre yapacaklar bütün bu uygulamaları?
Burada tek ölçü, gerçeklerin ortaya dökülmesi, yolsuzlukların, hırsızlıkların açığa çıkarılması, iktidarın ve kişilerin yanlış uygulamalarının, yanlış işlerinin eleştirilmesi olacaktır… İktidarı güç durumlara düşüren, arı kovanına çomak sokanlar cezalandırılacaktır… Ki, başkalarına kötü örnek olmasın…
Bu türden uygulamalara geçmişte de çok rastladık…
Diktatörler için hak, hukuk diye bir kavram ve bir kurum yoktur… Onlar için bir tek geçerli kavram vardır o da kişisel çıkarları ve saltanatıdır…
Diktatör her yerde, her zaman başarmak zorundadır… Çünkü onun başka seçeneği kalmamıştır… Başaramazsa, kudretli olamazsa; basın, toplum, yargı onun denetiminden çıkarsa, dünyanın ve saltanatının başına yıkılacağını çok iyi bilir…
Aslında o, korktuğu için, herkesten, her şeyden kuşkulandığı için şiddet ve baskı yolunu seçer… Korku İmparatorluğunun korkak komutanları, o kadar çok suç işlemiş, o kadar çok yolsuzluk, hukuksuzluk bataklığına saplanmışlardır ki, geriye dönüş kalmamıştır… Ya başaracaktır, ya başaracaktır… O, kendisine zarar verecek diye gölgesinden bile korkar…
Bu nedenle, bir koruma ordusuyla dolaşır… Dünya nimetlerinden sonuna dek yararlanmak, saltanatını sürdürebilmek için elinden gelen, gelmeyen her şeyi yapar… Her yöntemi kullanır… Acımasızlık, baskı, şiddet, yalan – dolan, kumpas, onun en geçerli sindirme yöntemidir…
Adaleti uzaktan kumanda ile yönetir… Siyasal iktidarının emrine giren yargıçlar, savcılar onun en yakın dostlarıdır… Destekçileridir… Baskı araçlarıdır… Emir kullarıdır…
Çarkın dönmesi için gerektiğinde yargıç, yargıcı mahkûm eder… Savcı, savcıyı şikâyet eder… Savcı, savcıyı sorguya çeker…
Zaten, mahkûm edecekleri kişiler için suç, suçlama kanıtları da önceden hazırlanmıştır… Sümen altında beklemektedir… Nedir bunlar?
“Terör örgütü üyesi olmak…”
“terör örgütü propagandası yapmak…”
“Hükümeti devirmek için darbe teşebbüsünde bulunmak, casusluk…”
Şimdiye dek tüm askerler, gazeteciler, yazarlar, çizerler bu gerekçelerle tutuklandılar… Bu gerekçelerle dört duvar arasına atıldılar… Sonra da aklandılar… Yattıkları yıllar ise yanlarına kâr kaldı…
Adana ve Hatay’da 1-19 Ocak 2014 tarihlerinde MİT’e ait TIR’ların durdurulması ile ilgili olarak 3 komutan da yine aynı gerekçelerle zindanlara atıldı…
Tıpkı Ergenekon Davasının başlangıcında olduğu gibi…
Ergenekon davası AKP için bir deney, bir yoklama, faşizme açılan bir kapıydı… Aydınların, muhalefetin, ordunun tepkisinin nasıl olacağını anlamak, görmek istiyorlardı…
Generaller, askerler, yurtseverler zindanlara düzmece belgelerle doldurulurken, kimseden çıt çıkmadı… Ne bir ses ne bir nefes… AKP durumu gördü… Sevindi… Mutlu oldu…
Ordunun kozmik odasına girilmesine bile izin verildi… Türk silahlı Kuvvetlerinin Gizli Belgeleri ortalara saçıldı…
Daha sonra Recep Tayyip Erdoğan, “Ben Ergenekon’un Savcısıyım” diye ortaya çıktı ve kendisini eleştirenleri, hakkında kötü söz söyleyenleri, yazanları, “Benim için, bir milyar doları var diyen şimdi Silivri’de yatıyor…” tehdidi ile sindirmeye çalıştı. Ve,
“Bir ülkenin başbakanı anma törenine gider de bir korgeneral ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir. Kalkmadığı takdirde bedelini öder. Bedelini de ödedi. Çanakkale’de anma törenlere gidiyoruz bu beyefendi ayağa kalkmadı. Ondan sonra gereği yapıldı o ayrı mesele. Ama şimdi bakın gideceği yeri o da buldu.” diyerek, Em. Kor General Engin Alan’ın tutuklanmasından duyduğu memnuniyetini açık açık beyan etmişti…
MİT TIR’larını haber yapan gazeteci için, “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu” sözleri ise ülkemizin geldiği bugünkü “uzaktan kumandalı adalet” ortamını gözler önüne seriyor… O gazeteci içeride şimdi…
Bugünkü düzen bana Amerika’daki “McCarthy dönemini” anımsattı. 1950’lerde bir korku imparatorluğu kurulmuş, “Cadı Avı”na çıkılmıştı…
Wisconsin Eyaleti Cumhuriyetçi Parti Senatörü McCarthy “CASUS, Komünist” diyerek birçok aydın, namuslu kişinin yaşamını karartmış, hatta sahte kanıtlarla bazılarının idam edilmesini sağlamıştı…
Suçlananlar, izlenenler arasında kimler yoktu ki… Ne kadar aydın, onurlu, dürüst kişi varsa tümü de hedef tahtasına yatırılmıştı… Yazar Arthur Miller, oyuncu Charlie Chaplin, Orson Welles, bilim adamı Albert Einstein, sinema yönetmeni Elia Kazan, Bertold Brecht…
Günümüzde adı özgürlük, düşünce düşmanı olarak anılan, bu acımasız, sahtekâr, yalancı senatör, ne var ki, içkiye düşkünlüğü yüzünden 49 yaşında Siroz hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdi…
Daha sonra da yenilmez sanılan McCarthyzm düzeni birkaç sene içinde yok olup, tarihin tozlu, kirli sayfalarında yerini aldı…
Konumuza dönersek, bu ülkede tek suçlu, adım adım katı diktatörlük yönetimine doğru ilerleyen AKP iktidarı değildir. Asıl suçlu bu gidişi “BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN” düşüncesi ile izleyen muhalefettir, aydınlardır, toplumdur…
Oysa yılan ejderha olma yolundadır…
Ama kimse bunun farkında değil… Şimdilik TV dizileri izlemekle vakit geçiriyorlar…
Bir yanıt yazın