VİZESİZ TÜRKİYE/VİZESİZ AVRUPA (1)
HÜSEYİN MÜMTAZ
Özal, Çiller zamanlarından beri bu kaçıncı “Avrupa Bayramı” hatırlamıyorum..
Her on senede bir Ankara’da gündüz vakti havai fişekler patlatılır, “Avrupa’ya katılım” kutlanır.
Mülteci krizinin ele alındığı son AB-Türkiye zirvesi öncesi konuşan Davutoğlu da sözlerine, “Bugün Türkiye’nin AB süreci için tarihi bir gün” diye başlamış ve devam etmiş; “Bugün AB liderleriyle beraber kıtanın geleceğini tartışacağız. Bu yeni başlangıç nedeniyle tüm AB liderlerine teşekkür etmek istiyorum. Bu yeni bir sürecin başlangıcı. Ankara’dan açık bir mesaj vermek istiyorum: Biz bir Avrupa halkıyız. Kıtanın kaderi hepimizin ortak konusudur ve Türkiye bu konuda elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır” demiş…
İtalyan aşırı sağının lideri Salvini’nin Roma’da neden; “Türkiye AB’ye giriyorsa biz çıkalım” demiş?
Aslında gündem öyle baş döndürücü bir hızla gelişiyor ki neye daha fazla önem vereceğimizi şaşırıyoruz, çoğu konuyu gözden kaçırıyoruz.
Banu Avar’ın deyimiyle “kurşunî/gri Mustafa”nın fikir babası ve yapımcısı Can Dündar’ın ve Erdem Gül’ün tutuklanması, Rus uçağının düşürülmesi, Diyarbakır Baro Başkanı’nın öldürülmesi; hepsi sadece bir haftaya sığdı.
Eş zamanlı/bağlı olarak başka bazı şeylerin farkına varmadık, önemsemedik.
Örneğin iki generalin tutuklanması, Dündar-Gül olayının yanında gazetelerin arka sayfalarında kendisine ancak yer buldu.
Diyarbakır’da olay yerinde keşif yapmak isteyen Savcı ve beraberindeki heyete iki gün arka arkaya ateş açıldı, çatışma çıktı, keşif yapılamadı. “Deliller” yerlerde mahallelinin insafına emanet edildi.
Keşif/inceleme yapılmak istenilen yer kuş uçmaz kervan geçmez dağın başı değil, Diyarbakır’ın merkezindeki Sur mahallesi idi..
“Bu arada” düşürülen Rus uçağının, paraşütle Suriye topraklarına inen, inerken çapulcularca ateş edilerek öldürülen, yere inince cesedinin üzerine basılarak fotoğraf çektirilen pilotu olan yarbayın cenazesi “bir şekilde” Türkiye’ye getirildi, kendisine ve Türk askerine yakışan askerî törenle Ruslara teslim edildi ve selam durularak memleketine uğurlandı.
Geçen yazımızda Rus pilota reva görülen yakışıksız muamele dolayısı ile bölgedeki ne idüğü belirsiz iddialı/mübalağalı “tümen” isimlerinin şüphe doğurduğunu, Bayır/Bucak Türkmenlerinin varoluş/haysiyet mücadelesine gölge düşürdüğünü, basına yansıyan şekil ve davranışların, kılık kıyafetlerin daha çok kafa kesen Boko-Haram tarzını yansıttığını belirtmiştik.
Hürriyet’ten Faruk Bildirici 22 Kasım’da şöyle yazdı;
“Suriye’deki Bayırbucak bölgesinde yaşanan çatışmalara ilişkin haber, Hürriyet’in gündem sayfalarında ‘Komutan şehit, Kızıldağ düştü’ başlığıyla verilmişti.
‘Şehit’ olarak nitelendirilen komutan, Türkmenlerin oluşturduğu Sultan Abdülhamid Tugayı’nın iki numaralı ismi Zekeriya Abdullah’tı. Bu başlık, sosyal medyada büyük tepkiyle karşılandı. ‘Şehit’ yazılmasına itiraz ediliyor; Abdullah’ın terörist olduğu savunuluyordu. Bazı internet siteleri de ‘Hürriyet, Suriye’de ölen cihatçıyı şehit ilan etti’ haberleri yayınladı. Okurlardan gelen mail’lerde de Abdullah için ‘şehit’ denilmesi eleştiriliyordu. Ayrıntılı sorular içerdiği ve eleştirilerini derli toplu dile getirdiği için okurlardan Mehmet Karadeniz’in eleştirisini özetle aktarmak istiyorum:
-Ölen cihatçı komutan için ‘şehit’ demenizin gerekçesi nedir? Şehitlik yakıştırdığınız cihatçı komutanın bağlı olduğu Türkmen grubun, Lazkiye’deki Alevi köylerine yaptığı baskının acı anısı hafızamızda çakılıyken, Türkiye’de milyonlarca insanı incittiğinizin farkında mısınız? Mezhepleri nedeniyle sivil öldürenleri ‘şehit’ olarak mı görmektesiniz? Bu başlık için özür dilemeniz gerekmez mi? İlk günkü haberde ‘Bölgede Türkmen gruplar, Nusra Cephesi, Faslılardan oluşan Şam el-İslam Hareketi ve Çeçen Cund’uş Şam grubu, Suriye ordusu ve müttefiki Hizbullah’ın ilerleyişini durdurmaya çalışıyor’ diye yazmışsınız. Devam eden günlerde bu grupların da bölgede olduğunu neden zikretmediniz? Neden çatışmalar sadece Rusya destekli Suriye ordusu ve Türkmenler arasındaymış gibi lanse edildi?-“
“Türkmen gruplar, Nusra Cephesi, Faslılardan oluşan Şam el-İslam Hareketi ve Çeçen Cund’uş Şam grubu”..
Karma karışıklığı görüyor musunuz?
Bence “Komutan şehit, Kızıldağ düştü” manşetinde “şehit”ten önce “komutan” sözcüğü sorgulanmalıydı..
“Komutan” olmak öyle kolay mı? Rütbeler pazarda mı satılıyor, yoksa son devir Osmanlı döneminde âdet olduğu üzere itibarî bir takım rütbeler mi ihsan ediliyor? Kim ediyor?
Bernard Shaw’ın şu sözü tam da buraya denk gelmiyor mu?
“Rütbeler; Üstün insanların canını sıkar, Aşağılık insanlar tarafından kirletilir, Orta karar insanlara şeref verir”.
Ama pat diye Tugay/Tümen kurup, kendi kendinize “Fatih Sultan Mehmet, Sultan Abdülhamit, Nurettin Zengi ve Sultan Selim” isimlerini yakıştırırsanız başına da öyle “komutan” bulursunuz elbette..
Meselâ Çanakkale’de neden böyle görkemli/mübalağalı tugay/tümen isimleri yoktu da sadece 5, 7, 9, 3, 11, 19’uncu Fırkalar vardı?
57’inci Alay neden “sadece” 57’inci Alay’dı?
Kurtuluş Savaşına isterseniz hiç girmeyelim..
Geliyoruz AB macerasına..
Yarın… 1 Aralık 2015
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın