ÖZET

11 Eylül saldırıları ABD önderliğindeki küresel güvenlik ortamında,
Savaşın tanımı, doğası, orduların  silahlanması, teşkilatlanması  ve eğitiminde hızlı ve radikal değişimine neden oluyor.
Karmaşıklaşan  ve  geleneksel  tanımların dışına  taşan, çoğu asimetrik ve konvansiyonel  olmayan tehdide karşı,
Devletler artık büyük ve pahalı konvansiyonel askeri birlikler yerine küçük, ekonomik ve politik açıdan az maliyetli çözümlerle istedikleri sonuçları almayı öngörüyor.
 
Nitekim ABD Askeri Stratejisinin esasını, küresel güvenlik ortamındaki sorunlarda nerede, ne zaman ve nasıl olursa olsun düşmana karşılık vermenin düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil bunun nasıl yapılacağına dair strateji üretmeye yaklaşım, kararlılık gösterilmesi ve hakimiyetin tesisi oluşturuyor. 
 
*
Ne ki, ABD’nin tüm dünyada hâkim güç olmak, küresel ilişkileri domine etmek, askeri gücü tek yanlı kendi çıkarlarına kullanmak üzere başka ülkelere baskı yaparak Washington’ın politikalarını savunmaya zorlaması ve rejim değişiklikleri için uğraşması o kadar kolay olmuyor.
Çünkü savaşın doğasının “4.nesil” boyuta evrimi ekonomiden siyasete, teknolojiden uluslararası ilişkilerde bir çok durum karşısında gösterilen kararsızlıklar yüzünden sekteye uğrayabiliyor.
 
*
Mesela Suriye dış politikası bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyor.
Bu politika başta ABD ve müttefikler olmak üzere Türkiye’nin de Suriye’de rejimi değiştirmek üzere değişen savaşın doğası icabı stratejiler, planlar hatta komplolar düzenlemesine yol açmıştır.
Ama ABD yönetimindeki güçler ortak bir strateji ve kararlılık oluşturamayınca, savaşan güçlere verdikleri tüm desteğe rağmen Suriye düşmemiş, üstelik çok kanlı bir savaşa neden olunmuştur.
Bu durum ABD’nin normları belirleyen ve diğer aktörleri peşinden sürükleyen süper gücünün tartışılmasına yol açıyor.
Bu sırada;
 
*
Birincisi; ABD’nin İran’ın nükleer programına ilişkin elde ettiği anlaşmayla, ağır yaptırımların iptaliyle İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına neden olacağı ve Ortadoğu’da etki gücünü artıracağı kanaati gelişmiş,
İran’ın dünya politikasına katılması ve Ortadoğu’da istikrarın oluşması gibi fikirler yayılmıştır.
 
*
İkincisi; ABD’nin enerji kaynaklarını kontrol etmek üzere geliştirdiği politikaların, bu kaynaklara sahip ülkelerin eski Sovyetler Birliği üyesi olmalarından hareketle Rusya; Transkafkasya ve Orta Asya’dan sonra Orta Doğu’da da nufuz genişletme çabalarına hız vermiştir.
 
*
Küresel güvenlik ortamı sonuçta, Rusya ve İran’ın eşitlik mücadesi adına BM merkezinde  adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statü, bunu belirleyen yeni bir uluslararası hukuk talebini ivmelemiştir.
Bu yüzden Ortadoğu’da aşırılık ideolojisi, mezhepsel-etnik ayrılıkların yükseldiği  şu sırada Suriye iç savaşına ve Irak’a aktif olarak müdahalede bulunuluyor.
 
*
Bu noktada Türkiye, ABD ve AB’nin sıkıntılarını yansıtan bir NATO üyesi olmanın ötesinde, İsrail ve Suudi Arabistan liderliğinde  sağlanan “Ordulaşma” ya katılan ülkelerin çoğu ve İran Şii Ordusu eksenindeki ülkelerle de dış politikasında sorunlar yaşıyor. 
Türkiye’nin bu yalnızlığına, NATO’yu oluşturan Avrupa Birliği ülkeleri de eklendiğinde;
Türkiye’nin kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında  çok rahatlıkla bypass edebilir özellikler taşıdığı anlaşılıyor.
 
*
Üstelik bu hüviyetiyle Türkiye, Rusya’ya ait bir savaş uçağını düşürmüştür.
Birincisi; Rusya’nın radar ve savunma sistemlerini  Lazkiye’ye yerleştirmesiyle elini güçlendirmesine,
İkincisi; Uçağı düşürülene kadar Suriye’nin davetlisi ve müttefiki olarak konumlanan Rusya’nın, artık kendisine  saldırı yapıldığı ve bir davasının bulunduğunu ileri sürmesine,
Üçüncüsü; Rusya’nın prestijini pekiştirmek ve uçağının düşürülmesi ile doğan krizi fırsatlara çevirmek için Suriye ve bölgedeki varlığını ve etkisini arttırmasına, teminen siyasi ve askeri girişimlerini hızlandırmasına,
Dördüncüsü; Rusya’nın eğer Suriye’de aşırıcı terör örgütlerinin tasfiye etmesi, ardından “Suriye İç Savaşı’nın Siyasi Çözümü” üzerinden bu ülkede işlenen suçların, savaş hukukunun geçerliliği ve gelişmesindeki öneminden hareketle esaslı bir biçimde kategorize edilmesi  ve hukukun üstünlüğünün sağlanması,
Yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın buradan çıkarılması,
Bu sistematik hukukun BM’de yeni bir dünya statüsü oluşturması hedefinin önü açılmıştır.
 
*
Üstelik Rusya’nın uygulayacağı ekonomik yaptırımlar ile Türk ekonomisinin  ve yaşam kalitesinin darbelemesine,
Hükümet ile Ordu’nun dış politika ve Suriye’ye yaklaşım konusunda hemfikir olmadığı tezine, 
Suriye,Irak ve Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde her türlü inisyatifin kaybedilmesine,
Hükümete isnat edilen bir çok yolsuzluk dosyasıyla Türkiye’nin rencide edilmesine,
Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İslamcı radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmesi ve Suriye’de savaşa salmasıyla diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmesi, başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarması,hukuku ihlal edenlerle yardımlaşması, 
Bir terör örgütüyle petrol,tarihi eser,uyuşturucu benzeri alım-satım ilişkileri kurulması gibi tezlerle;
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve siyaseti üzerinden Türkiye’ye ve halkına zarar verme noktasına gelinmiştir.
 
*
Bugüne kadar Türkiye’ye bunca zarar veren ABD ve müttefiklerinin bu süreçte Rusya ve İran’ı sadece izlemekle yetinmeyeceği kabul edilirse;
Cumhurbaşkanı Erdoğan elinde iki ucu kirli bir değnek taşıyor gibidir ve Türkiye’nin yarınlarının çok zorlu olacağı açıktır. 
 
Olsun efendim!
Padişahım çok yaşa…  
 
30.11.2015

 

11 Eylül saldırıları ABD önderliğindeki küresel güvenlik ortamında,
Savaşın tanımı, doğası, orduların  silahlanması, teşkilatlanması  ve eğitiminde hızlı ve radikal değişimine neden oluyor.
Karmaşıklaşan  ve  geleneksel  tanımların dışına  taşan, çoğu asimetrik ve konvansiyonel  olmayan tehdide karşı,
Devletler artık büyük ve pahalı konvansiyonel askeri birlikler yerine küçük, ekonomik ve politik açıdan az maliyetli çözümlerle istedikleri sonuçları almayı öngörüyor.
 
* 
Nitekim ABD Askeri Stratejisinin esasını, küresel güvenlik ortamındaki sorunlarda nerede, ne zaman ve nasıl olursa olsun düşmana karşılık vermenin düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil bunun nasıl yapılacağına dair strateji üretmeye yaklaşım, kararlılık gösterilmesi ve hakimiyetin tesisi oluşturuyor. 
 
*
Ne ki, ABD'nin tüm dünyada hâkim güç olmak, küresel ilişkileri domine etmek, askeri gücü tek yanlı kendi çıkarlarına kullanmak üzere başka ülkelere baskı yaparak Washington'ın politikalarını savunmaya zorlaması ve rejim değişiklikleri için uğraşması o kadar kolay olmuyor.
Çünkü savaşın doğasının "4.nesil" boyuta evrimi ekonomiden siyasete, teknolojiden uluslararası ilişkilerde bir çok durum karşısında gösterilen kararsızlıklar yüzünden sekteye uğrayabiliyor.
 
*
Mesela Suriye dış politikası bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin'in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyor.
Bu politika başta ABD ve müttefikler olmak üzere Türkiye'nin de Suriye'de rejimi değiştirmek üzere değişen savaşın doğası icabı stratejiler, planlar hatta komplolar düzenlemesine yol açmıştır.
Ama ABD yönetimindeki güçler ortak bir strateji ve kararlılık oluşturamayınca, savaşan güçlere verdikleri tüm desteğe rağmen Suriye düşmemiş, üstelik çok kanlı bir savaşa neden olunmuştur.
Bu durum ABD'nin normları belirleyen ve diğer aktörleri peşinden sürükleyen süper gücünün tartışılmasına yol açıyor.
Bu sırada;
 
*
Birincisi; ABD'nin İran'ın nükleer programına ilişkin elde ettiği anlaşmayla, ağır yaptırımların iptaliyle İran'ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına neden olacağı ve Ortadoğu'da etki gücünü artıracağı kanaati gelişmiş,
İran'ın dünya politikasına katılması ve Ortadoğu'da istikrarın oluşması gibi fikirler yayılmıştır.
 
*
İkincisi; ABD'nin enerji kaynaklarını kontrol etmek üzere geliştirdiği politikaların, bu kaynaklara sahip ülkelerin eski Sovyetler Birliği üyesi olmalarından hareketle Rusya; Transkafkasya ve Orta Asya'dan sonra Orta Doğu'da da nufuz genişletme çabalarına hız vermiştir.
 
*
Küresel güvenlik ortamı sonuçta, Rusya ve İran'ın eşitlik mücadesi adına BM merkezinde  adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statü, bunu belirleyen yeni bir uluslararası hukuk talebini ivmelemiştir.
Bu yüzden Ortadoğu'da aşırılık ideolojisi, mezhepsel-etnik ayrılıkların yükseldiği  şu sırada Suriye iç savaşına ve Irak'a aktif olarak müdahalede bulunuluyor.
 
*
Bu noktada Türkiye, ABD ve AB'nin sıkıntılarını yansıtan bir NATO üyesi olmanın ötesinde, İsrail ve Suudi Arabistan liderliğinde  sağlanan "Ordulaşma" ya katılan ülkelerin çoğu ve İran Şii Ordusu eksenindeki ülkelerle de dış politikasında sorunlar yaşıyor. 
Türkiye'nin bu yalnızlığına, NATO'yu oluşturan Avrupa Birliği ülkeleri de eklendiğinde;
Türkiye'nin kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında  çok rahatlıkla bypass edebilir özellikler taşıdığı anlaşılıyor.
 
*
Üstelik bu hüviyetiyle Türkiye, Rusya'ya ait bir savaş uçağını düşürmüştür.
Birincisi; Rusya'nın radar ve savunma sistemlerini  Lazkiye'ye yerleştirmesiyle elini güçlendirmesine,
İkincisi; Uçağı düşürülene kadar Suriye'nin davetlisi ve müttefiki olarak konumlanan Rusya'nın, artık kendisine  saldırı yapıldığı ve bir davasının bulunduğunu ileri sürmesine,
Üçüncüsü; Rusya'nın prestijini pekiştirmek ve uçağının düşürülmesi ile doğan krizi fırsatlara çevirmek için Suriye ve bölgedeki varlığını ve etkisini arttırmasına, teminen siyasi ve askeri girişimlerini hızlandırmasına,
Dördüncüsü; Rusya'nın eğer Suriye'de aşırıcı terör örgütlerinin tasfiye etmesi, ardından "Suriye İç Savaşı'nın Siyasi Çözümü" üzerinden bu ülkede işlenen suçların, savaş hukukunun geçerliliği ve gelişmesindeki öneminden hareketle esaslı bir biçimde kategorize edilmesi  ve hukukun üstünlüğünün sağlanması,
Yeni Suriye'nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın buradan çıkarılması,
Bu sistematik hukukun BM'de yeni bir dünya statüsü oluşturması hedefinin önü açılmıştır.
 
*
Üstelik Rusya'nın uygulayacağı ekonomik yaptırımlar ile Türk ekonomisinin  ve yaşam kalitesinin darbelemesine,
Hükümet ile Ordu'nun dış politika ve Suriye'ye yaklaşım konusunda hemfikir olmadığı tezine, 
Suriye,Irak ve Türkiye'de Kürt sorununun çözümünde her türlü inisyatifin kaybedilmesine,
Hükümete isnat edilen bir çok yolsuzluk dosyasıyla Türkiye'nin rencide edilmesine,
Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İslamcı radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmesi ve Suriye'de savaşa salmasıyla diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmesi, başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarması,hukuku ihlal edenlerle yardımlaşması, 
Bir terör örgütüyle petrol,tarihi eser,uyuşturucu benzeri alım-satım ilişkileri kurulması gibi tezlerle;
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve siyaseti üzerinden Türkiye'ye ve halkına zarar verme noktasına gelinmiştir.
 
*
Bugüne kadar Türkiye'ye bunca zarar veren ABD ve müttefiklerinin bu süreçte Rusya ve İran'ı sadece izlemekle yetinmeyeceği kabul edilirse;
Cumhurbaşkanı Erdoğan elinde iki ucu kirli bir değnek taşıyor gibidir ve Türkiye'nin yarınlarının çok zorlu olacağı açıktır. 
 
* 
Olsun efendim!
Padişahım çok yaşa...  
  30.11.2015 - 7593

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir