İlk gazete Takvim-i Vekay-i miydi? Yoksa Tercüman-ı Ahval’mi?
İlk o yıllarda başladı çoğalmaya gazeteler. Ne zaman Gizli bir maksad hasıl olsa, özgür basın teranesi alır yürür. Basında özgürlük isteyenlerin tarihine bakın, karşı tarafa yaptıkları haksızlıklarla doludur.
Abdülhamid Han Filistin topraklarını para karşılığı İsrail’e satmayınca, Ayhan Kılıç Teklif edilen paranın iki misli nesriyata ayrıldı. İşte o sayede bizim gazetelerimiz söyledi bizzat
“Le Sultan de Rouge” yani “Kızıl Sultan” İstibdatla yönetiyor memleketi diyordu gazeteler, özgürlük diyorlardı, hak-Hukuk diyorlardı, Meşrutiyet diyorlardı gazeteler. Ve Abdülhamid indirildi tahttan. Zaten bütün bağırışmalar da bu yüzdendi. Kendi memleketimizde, kendi insanlarımızla, kendi padişahımıza küfrettik, hemde hep bir ağızdan, peki kim finanse ediyordu bu nesriyatları? Elbette Theodor Herzl yani İsrail Devleti’nin kurucusu.
Cumhuriyet kuruldu ve nesriyatlar devam etti. Peki özgürmüydü basın, hayır değildi. Milli şef döneminde, yazdığı kitabı Milli Şef’e onaylatamayanlar yayımlayamazdı yazdığı kitapları, merak edenler 1945 lerde yazılmış kitapların önsözlerini okusun, görsün sınır tanımayan yalakalığı.
Askeri cuntalar geldi, özal geldi, o geldi bu geldi, basın hiç özgür değildi. 1952 de kuruldu Hürriyet Gazetesi, Ve Türkiye cıvık gazetecilikle tanıştı. Erol Simavi bir dönmeydi, Sebataist’ti yani. Sabah Gazetesininin sahibi Dinç Bilgin’in aslında bir Sırp olduğu yıllar sonra anlaşıldı. Gazeteler ve televizyonlar hep bağlıydı birilerine, hemde göbekten, özgür değildiler yani, ve hiç özgür olmadılar. Yayın yönetmenleri, yazı işleri müdürleri kesip biçti haberleri, bu olmaz, bu olur dedi. Özgür iradeleriyle mi dediler, hayır, patronlarının talimatıyla dediler. Ne zamanki gazete sahipleri gazetecilik dışında işler yaptılar, gazeteler hepten çıktı yoldan, Muhabirler silah gibi, yazılar mızrap gibi kullanıldı, en tanınmış haberciler, köşe yazarları, iltimas ve şantaj için gazeteciliği kullandı. En temiz olan gazeteci beni taşlasın.
Yani uzun lafın kısası hiç özgür olmadı medya. Birilerini alkisladi hep, şakşakçı oldu yani. Dün Ergenekon Terör örgütü’ne üye diye onlarca yüzlerce paşa içeri atılırken, kimsenin giki çıkmıyordu, oysa dün sesi çıkmayanlar bugün ciyak ciyak bağırmakla meşguller, adalet dün başkalarına lazımdı, bugün kendilerine lazım. Devletin en mahremine girilip kozmik odalar idik didik aranırken bu özgürlük savaşçısı gazeteciler Fenerbahçe-Beşiktaş maçında mısır mı satıyordu? Hayır büyük bir çoğunluğu gazeteciydi. Dün Samanyolu’na “yalanyolu” diyenler bugün onu savunuyorlar. Bu ne çelişkidir arkadaş. Dün, Cumhuriyet Gazetesi’ne Kominist diyenler aynı mikrofona aynı ton da demeç veriyor. Dün Hürriyet Milliyet bir kısım medya idi, şimdi havuz medyası ve yandaş medya gibi kavramlar türedi. Milyonlarca para kazanan, akşam yemeği için Paris’e giden gazeteciler, Dondurma yalamaya Roma’ya giden televizyoncular var bu memlekette, özgür düşüncenin karşılığımı acaba bu kadar meblağlar? Yoksa ihale haberciliğinin kendisine yansımış kırıntıları mı? Gazete dünyası yalan dünya, muhabirler, özgür basın, hepsi hikaye. Herkes birilerinin emir eri, kapı kulu. Herkes kendi kapısının hizmetçisini özgür kalem diye lanse ederken diğerini yandaş ve yalaka olmakla suçluyor. Mesele bundan ibaret.
Asıl özgür yazılar İnternet medyasında. Mesela ben bu yazıyı alabildiğince özgür yazıyorum, ne bana fikir veren var, ne de yazıyı şöyle yaz diyen var. Ama yazdığım yazı başına yüz bin dolar alsaydım , elbet bir karşılığı olacaktı bununda.
Yani kimse kendini kandırmasın. Özgür basın yok, özgür kalemler var, onların da ne durumda oldukları belli zaten, asıl özgürlük ise İnternet dünyası. Alabildiğince özgür, ve alabildiğince özgün.
Ayhan Kılıç
[email protected]
Edmonton/Kanada
Bir yanıt yazın