KIBRIS’TA, NEREDE KALMIŞTIK?

q

KIBRIS’TA, NEREDE KALMIŞTIK?

HÜSEYİN MÜMTAZ

 

Bir bardak suyu aklımızla içemedik..

Bardağı kim tutacaktı, bardağın boyu ne olacaktı, bardağı hangi marketten alacaktık, suyu soğutup mu içecektik, ısıtıp mı?

Şişeden mi koyacaktık, sürahiden mi? Cam şişe mi olacaktı, plastik mi?

Suyu eve kim getirecekti? Evin babası mı, annesi mi, yoksa “özel şirket” mi, “devlet memuru” mu? Memur ise kaç eve kaç memur, kaç memura kaç müdür olacaktı, memur ve müdürler önceki yasaya göre mi, göç yasasına göre mi maaş alacaktı?

Ben sıkıldım.

Allah’tan Anastasiadis, Kasulidis, Omiru, Kotzias ve Beril Dedeoğlu var da “sıkıntımız” fazla uzun sürmüyor.

Hangi birinden başlayalım?

İş geldi dayandı mezarlara, anıtlara, şehitliklere..

“Kayıp bulmak için” 40 yıl sonra Murataağa-Atlılar-Sandallar şehitlerinin mezarları açılıyor.

Aynı gerekçeyle Lefkoşa Tekke Bahçesi’ndeki şehit mezarlarının da 50-55 yıl sonra açılması isteniyor..

Kimsede tık yok.

Rum’un güveninin artması için Derinya Kapısı, Rum’un istediği yer ve istikametten açılıyor, güzergâhtaki asker “geri çekiliyor”.

“Sarı Öküz” bir kere verilince arkası gelir, daha anlamadınız mı?

Sertoğlu Rumlara çok kızıyor, “Dış temas yapamazsınız, bizle maç yapamazsınız, ancak kendi kendinize amatörce takılırsınız” demiş Rumlar.

Fileleftheros; Güney Kıbrıs’ın, Ankara’nın denizaltı borularla KKTC’ye su götürme projesini KKTC’yi “ilhak hareketi” olarak kabul ettiğini yazmış.

Temsilciler Meclisi Başkanı ve Cumhurbaşkanına vekalet eden Yiannakis Omirou da, Türkiye’den Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesine su getirilmesinin uluslararası hukukun kabaca çiğnenmesi olduğunu söylemiş, bunun Kıbrıs’ın bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin çiğnenmesi olduğunu ifade etmiş. Meclis Başkanı, bu eylemin ‘işgal altındaki bölgeyi’ Türkiye’ye entegre etme girişimi olduğunu ve devam etmekte olan müzakerelerin altını oyduğunu belirterek, Türkiye’nin yayılmacı bu eylemini Avrupa Birliği ve uluslararası topluluk nezdinde en sert bir şekilde kınadıklarını söylemiş ve uluslararası hukuka uyulması gereğini vurgulamış.

8 Ekim tarihli “SUYUN SUYU” başlıklı yazımızda şunları dememiş miydik?

“41 yıldır Rum’un malında, evinde, arazisinde oturup tek çivi çakmayan; 41 yıldır kullandığı halde bir türlü benimseyip ‘benim’ diyemeyen; Rum’un anlaşma sonrası gelip şu kadar yeri alacak olmasına ses çıkarmayan, kapılar açılıp sınır delik deşik olurken susan ahali, bir ‘lüzumsuz kalabalık’; Türkiye su getirip de ‘Bu tesisleri 30 yıl ben kontrol edeyim’ deyince ‘Mülkiyeti Türkiye’ye vermişiz’ diye feryadı basıyor.

            Onlar bir süre önce de ‘Türkiye’nin suyunu da istemeyiz’, ‘Su adanın ekolojik dengesin, bozacak’ da demişlerdi..

Bu ses aslında güneyden yahut kuzeydeki Rum borazanlarından geliyor olmasın?”

https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/10/08/suyun-suyu/

Demek doğruymuş, “içimizdeki borazanlar”mış ötenler.

Suyun geldiği gün bu borazanlar Elçilik önünde gösteri yapmış “Getirdiğin su, götürdüğün canları temizleyemez” pankartı ile Lefkoşa’da bulunan TC Elçiliği önünde protesto eylemi yapmış.

17 borazan örgütün katıldığı gösteride yapılan ortak açıklamada Asrın Projesi “asrın felaketi” olarak değerlendirilerek, suyun ülkeye gelmesinin ekolojik bir felaketi de beraberinde getireceği iddia edilmiş..

Ey akıl neredesin?

Ey vicdan?

 

Dönüyoruz Anastasiadis, Kasulidis, Kotzias ve Türkiye’nin seçim hükümetinin “geçici” AB Bakanı Beril Dedeoğlu’na..

Yunan Dışişleri Bakanı Kotzias konuya damardan girdi ve “kalıcı bir çözüm için Türk ordusunun Ada’dan gitmesi gerektiğini” savundu: “Kıbrıs sorunu gösterilmek istendiği gibi Ada’daki doğalgaz kaynaklarının paylaşılması meselesi değil. Her şeyden önce bir işgal meselesidir. İşgal güçleri varlığını sürdükçe Kıbrıs sorunu için çözüm olamaz. Bu, çözüm olmaz, bizleri 1974’e götürenlerin tekrarı olur. Gitmeleri gerekiyor.”

Bu lâfı Kotzias “toplumlararası görüşme/müzakere”lerin devam ettiği; Türkiye ve KKTC’de herkesin nedense büyük bir saflıkla “yılsonuna kadar anlaşma, Mart’ta referandum” iyimserliğini dillendirmeye çalıştığı bir dönemde sarf etti.

Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn ve Komisyonun Bütçe ve İnsan Kaynaklarından Sorumlu Başkan Yardımcısı Kristalina Georgieva ile “Suriyeli sığınmacılar” konusunda bir araya gelen Türkiye’nin AB Bakanı Beril Dedeoğlu bile; “Kıbrıs’ta da gayet olumlu gidiyor görüşmeler. Dolayısıyla önümüzdeki yıl çok hareketli geçecek diye tahmin ediyorum bu konuda” dedi.

Dedeoğlu’nun, nereden kaynaklandığı belli olmayan bu iyimserliğine Anastasiadis taa dünyanın öteki ucundan, Çin’den cevap verdi; “Gidişatta radikal değişiklik olmazsa, mart ayında referandum yapılabilecek gibi görünmüyor” dedi. Zor konularda anlaşmazlıklar bulunduğuna işaret eden Rum lider, bunları mülkiyet, toprak düzenlemeleri, garantiler ve güvenlik olarak sıraladı. Çağdaş bir Avrupa devletinin garantilere ihtiyaç duymayacağını ileri süren Anastasiades, “Ada’daki BM barış gücü askerlerinin sayısı artırılarak, çözümün hayata geçirilişi izlenebilir ve bir kaç yıllığına kolluk görevini de bunlar üstlenebilir” dedi.

Biz ise büyük bir sadakatle, Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığından ayrılmasından beri anavatan/yavruvatan ilgililerinden/basınından alamadığımız bilgileri Rum tarafından almaya devam ediyoruz;

Fileleftheros yazıyor;

1-Mülkiyette ilerleme kaydedilmiyor, çünkü meselenin çekirdeğini oluşturan; mülkiyet hakkının (mal sahibi ve kullanıcı) kullanılması başta olmak üzere birçok anlaşmazlık var.

2-Kıbrıs Rum tarafı, Ada’nın tamamında yerleşime ve mülk edinmeye kısıtlama getirilemeyeceğini savunuyor. Kıbrıs Türk tarafı oluşturucu devletçiklerde nüfus ve mülk çoğunluğu olması gerektiğinde ısrar ediyor. Öğrendiğimize göre Espen Barth Eide AB üyesi bir ülkede kısıtlama olamayacağını açıkça ortaya koydu.

3-Garantiler konusunun, garantör güçlerin prosedüre müdahil olmasına karar verilmeden netleşmesi söz konusu değildir. Kıbrıs Türk tarafı, sunduğu belgede, konunun en son ve bir beşli konferans çerçevesinde göğüslenmesi gerektiğine inanıyor. Kıbrıs Rum tarafı garantiler sisteminin tasfiyesini savunuyor, BM temsilcisi bütün tarafları AB, BM ve NATO mekanizması aracılığıyla tatmin etmenin yolunu arıyor.

4-Toprakta, sunulan kriterler dışında hiçbir görüşme yapılmadı. Bu başlık açısından anahtar olacak gibi görünen Omorfo’dur (Güzelyurt). Edindiğimiz bilgilere göre Türk tarafı kentin ve bölgesinin iadesini görüşmüyor ancak bunun müzakerelerde teyit edilmesi gerek. Kıbrıs Rum tarafı 100 bin Rumun Kıbrıs Rum oluşturucu devletçiğinden geri dönmesini istiyor. Federal Devlet’e tabi olacak özel bölgeler (Maronitler, arkeolojik ve dini alanlar, Karpaz) oluşturulması da konuşuldu.

5-Yerleşikler konusunda Türk tarafı bugün sahte devlet ‘vatandaşlığına’ sahip olanların otomatikman ‘yeni düzenin’ vatandaşı olması gerektiğini savunuyor.

6-Yönetim konularında birçok yakınlaşma var, özellikle de kurum ve yetkilerin yapısında. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, kararların ayrı çoğunluklarla alınacak olması sebebiyle devletin işleyişinde sorun çıkacak. Başkanlık konusundaki anlaşmazlık devam ediyor ancak bu anlaşmazlık diken görülmüyor.

7-Nüfustaki 4’e 1 oranındaki anlaşma Akıncı caydığı için havaya uçtu. Türk tarafı, Türk vatandaşlarına Avrupalıların sahip olduğu temel özgürlüklerden yararlanma hakkı verilmesini istiyor.”

Aslında Güzelyurt yetmiyor, Maraş’ı da istiyorlar.

Rum’un “güvenin artması”, “Sarı Öküz”lerin sayısına bağlı gibi görünmüyor mu?

Güneyde yayın yapan In-Cyprus haber sitesine konuşan “üst düzey” bir Rum yetkili, “Kapalı Maraş bölgesinin Rumlara geri iade edilmesi halinde AB sürecinde Türkiye’ye uygulanan vetonun bazı başlıklar için kaldırılabileceğini” söylüyor.

Ama önce Fileleftheros’daki “açıklama”nın bir noktasına dikkat çekmek istiyoruz.

“Madde 4) Toprakta, sunulan kriterler dışında hiçbir görüşme yapılmadı. Bu başlık açısından anahtar olacak gibi görünen Omorfo’dur (Güzelyurt). Edindiğimiz bilgilere göre Türk tarafı kentin ve bölgesinin iadesini görüşmüyor ancak bunun müzakerelerde teyit edilmesi gerek. Kıbrıs Rum tarafı 100 bin Rum’un Kıbrıs Rum oluşturucu devletçiğinden geri dönmesini istiyor. Federal Devlet’e tabi olacak özel bölgeler (Maronitler, arkeolojik ve dini alanlar, Karpaz) oluşturulması da konuşuldu”.

Şimdi fotoğrafın bütününü görelim;

“Sonunda”, yâni “birleşilince” Federe Rum tarafı silme Rum olacak; Federe Türk tarafı ise, önce 100.000 Rum’u alacak; eski evlerine, askerden boşalacak yerlere yerleşecekler sonra Türk bölgesindeki Maronitler ve Karpaz, “arkeolojik ve dini alanlar” dabellası altında Federal Devlet’in kontrolünde olacak.

İyi de Yugoslavya Ay’da değildi ki!

Yugoslavya federatif bir devletti. Tito’nun ölümünden sonra toparlanamadı ve 1991’de dağıldı.

Yugoslavya’nın; 1991’de Avrupa’nın göbeğinde ve dünyanın gözü önünde Sırplar tarafından Boşnaklara katliam/soykırım uygulanarak dağılmasından sonra Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Kosova Devletleri meydana geldi.

Hepsi bağımsız idi, hepsi sadece kendi etnisitesini içeriyordu.

Biri Hariç..

Bosna Hersek; Boşnak, Sırp ve Hırvatları da barındıracaktı ve bu üçü arasında dönüşümlü başkanlık olacaktı..

Yâni Sırbistan’ı Sırplar, Slovenya’yı Slovenler, Hırvatistan’ı Hırvatlar, Makedonya’yı Makedonlar, Karadağ’ı Karadağlılar, Kosova’yı Kosovalılar yönetecekti ama Bosna-Hersek’i hem Boşnaklar, hem Sırplar, hem Hırvatlar yönetecekti.

“Avrupalı Barış Planı”; Bosna-Hersek’teki Sırp ve Hırvatların, kendi bağımsız devletleri olduğu halde oralara taşınmasına izin vermemiş, Boşnakların içinde kalarak devleti ortak yönetmelerini “uygun” görmüştü.

Çünkü hepsi “ehil”di ama Müslüman Boşnaklar kendilerini yönetemezlerdi, yanlarına bir değil, iki “gözetmen” lâzımdı. Aslında zaten Hristiyan Avrupa’ya da yakışmıyorlardı.

Tıpkı Kıbrıs Türkleri gibi..

Rumlar Rum Federe Devleti’ni oluşturacaklardı ama Türk Federe Devleti’nde mutlaka Hristiyan Maronitler ve Karpaz’da Rumlar olmalıydı.

Oyun budur.

Siyaset bilemeyebilirsiniz, dış politikaya da aklınız ermeyebilir ama hiç tarih de mi okumadınız be birader?

Okumadığınız belli çünkü alttan alta başka dolapta kalmış eski bir çorbanın da yeniden ısıtılmaya başlandığı görülüyor.

Lefkoşa’daki Almanya Büyükelçiliği’nde Almanya’nın Birlik gününün yıldönümü dolayısıyla düzenlenen etkinlikte bir konuşma yapan Anastasiades, Almanya’nın ‘bütün Avrupa için, özellikle Kıbrıs’ta kendileri için ilham veren bir yol gösterici haline geldiğini belirtmiş.

Anastasiades, Kıbrıs ve Kıbrıs halkının Almanya’nın yeniden birleşmesinden ilham aldığına ve cesaret bulduğuna da dikkat çekmiş.

Adanın yeniden birleşmesi için kişisel olarak bıkıp usanmadan çalışmaya kendini adadığını belirten Nicos Anastasiades şöyle devam etmiş:

“Benim gerçekten ve yürekten Kıbrıs sorununa, ilgili Güvenlik Konseyi Kararları, Üst Düzey Anlaşmaları ve Şubat 2014 Ortak Deklarasyonu’nda yer alan, siyasi eşitliğe dayalı iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon temelinde kapsamlı, uygulanabilir ve adil bir çözüm bulunması taahhüdüm vardır. Tek uluslararası yasal kimliğe, tek egemenliğe ve tek vatandaşlığa sahip olacak birleşmiş bir Kıbrıs, bütün Kıbrıslılar için Avrupa Birliği kuruluş ilkelerini koruyacaktır. Vatanımızı en sonunda yeniden birleştirmek, yabancı birliklerden arındırmak, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin daha önce yıllarca olduğu gibi bir kez daha barış içinde birlikte yaşamalarını sağlamak amacıyla yoğun biçimde çalışmaya devam etmeyi dört gözle bekliyorum. Yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’ın bölgemizde, özenilecek ve tekrarlanacak bir örnek ve bir model dava haline geleceğini, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi, 1989’da başlayan bütün Avrupa’nın yeniden birleşmesi projesini tamamlayacağını umuyorum.”

“Yabancı Birlik” dediği, Türk Barış Kuvvetleridir.

“İçimizdeki borazanlar”ın kullandığı, Elçilik önünde seslendirdikleri dildir bu dil.

“Almanya’nın birleşmesi” örnek olacakmış..

Geçen sene aynı tarihlerde aynı Almanya örneği verilmiş, Soyer’in benzer bir toplantıya katılması bizzat Rumlar tarafından engellenmiş ve biz de şöyle yazmışız;

“İkincisi; CTP’nin cabbar eski başbakanlarından F. Sabit Soyer’in Almanya’daki bir toplantıya katılmasının yine güneyliler tarafından engellenmesidir.

Almanya’daki toplantı, ‘Berlin’in Birleşmesinin 25. Yıldönümü kapsamında düzenlenen’ bir konferanstı.

Tıpkı Özersay’ın, çapraz müzakereci ile ‘anlaşmak’ için taa Güney Afrika’ya gitmesi gibi F.Sabit Soyer de ‘Almanlar’ın Birleşmesi’ni kutlamaya gitmiş, daha doğrusu gitmeye kalkmıştır.

Yahu Ayn El Arap’la Girne’nin ilgisinin bulunmaması gibi iki Almanya’nın birleşmesinin de Kıbrıs’la en ufak bir ilgisinin bulunmadığını neden bir türlü anlayamamaktadır bu fikri sabitler?

Berlin’de ‘birleşen’; dili, dini, kültürü, tarihi aynı olan ve ‘komünizm’ tarafından ayrılmış olan ‘aynı millet’tir.

Bizim Rum’la ‘aynı’ olan neyimiz vardır?

Hangi dil, hangi din, hangi kültür, hangi tarih ‘birleştirmektedir’ bizi?

Kaldı ki sabit fikirli komünistlerin, komünizm tarafından bölünmüş/ayrılmış şehrin birleşmesini kutlamaya gitmeleri kendileri ile çelişkiye düşmeleri demek değil midir?”

Örnek çok güzel, iki Almanya birleşti, Kıbrıs niye birleşmesin?

Niye birleşsin?

İlle birleşecekse Bosna örneğindeki gibi Rum ve Maronit’leri de mi içine alsın?

Alacaksa alsın da neden ille “federal devlete” bağlı olsunlar?

1.Kıbrıs meselesi bir işgal sorunudur, İşgal güçleri gitsin.

2.Garantörlük kalksın.

3.Maraş verilsin.

4.Güzelyurt’u da isteriz.

  1. Karpaz ve Kormacit’te özerk bölgeler olsun.
  2. Ada’da 4 Rum’a 1 Türk olsun. (Bence mahzur yok, 74’de de öyle değil miydi?)
  3. Derinya kapısı ille askerin içinden geçsin, diyor Rumlar.

Ancak böyle güvenleri artacakmış..

Atlılar-Sandallar-Muratağa;

Tekke Bahçesi şehit mezarları da açılacakmış..

Ada’da 4 Rum’a karşı 1 Türk olacak ama Güney Kıbrıs, en çok silah bulunduran ülkeler sıralamasında 5. sırada yer alıyormuş.

“Small Arms Survey” adlı İsviçreli bir araştırma grubunun 178 ülkenin profilini incelediği bir araştırmaya göre 5. sırada yer alan Güney Kıbrıs’ta 100 kişiye düşen silah oranının 36.1 olduğuna işaret edilen haberde, ilk sırada ise 100 kişiye 90 silahın düştüğü Amerika olduğu belirtilmiş.

Ve taze bakan Dedeoğlu diyor ki; “Kıbrıs’ta da gayet olumlu gidiyor görüşmeler”.

Rumların güveni arttıkça benimki yerlerde sürünüyor.

Allah’ım, sen aklımı koru.. 24 Ekim 2015

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

KIBRIS’TA, NEREDE KALMIŞTIK? - q

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir