Mankurt kelimesini toplum olarak pek bilmeyiz ama angut ‘u aşağı yukarı herkes bilir.
Ne yalan söyleyeyim Mankurt’u ben de bilmiyordum.
Eski başbakan Erdoğan nereden bulur çıkartır bu sözleri hayret ediyorum.
Her halde gündemi değiştirmek için birileri kulağına fısıldıyor.
Her kelimesi de gündeme cuk oturuyor.
İşte yine öyle oldu…
Şimdi günlerce bu söz üzerinde durulur.
Sözlükte aramama gerek kalmadı Allah’tan, Rahmi Turan Sözcüdeki köşesinde
anlatmış…
Türk dünyasının en büyük yazarlarından olan Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un
Orta Asya ülkelerindeki Mankurt efsanesini “Gün olur Asra bedel” romanında
yazmış.
Yazar, bir ülkenin başına gelecek en büyük felaketin toplumun mankurtlaşması olduğunu söylermiş.
Mankurtlaşmak günümüzde ulusal kimlikten uzaklaşmak, topluma ve kültüre yabancılaşmaktırmak, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizlersek, dünyayı yöneten egemen güçlere yaranmak anlamında kullanılıyor diyor Rahmi Turan.
Kısaca, beyin yıkama oluyormuş.
Beyni yıkanarak mankurtlaştırılan kişi düşmanı efendi olarak kabul ediyor, kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köle oluyormuş.
Efendisine öylesine sadık oluyormuş ki karnını doyurmaktan öte bir şey düşünmeyen, efendisinin emriyle kendi öz anasını bile öldüren bir yaratık oluyormuş.
Orta Asya’da Juan-Juan isimli barbar bir toplum tutsak ettiği nitelikli insanları
Köleler haline getirmek için önce tutsağın başını kazıyıp saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış.
Bu arada kestikleri devenin en kalın yeri olan boyun derisini tutsağın kanlar içindeki başına sımsıkı sararlarmış.
(Öf ya… Yazarken bile insan bir tuhaf oluyor.
Bu ne vahşettir?)
Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkar, dayanılmaz acılar verirmiş.
Bir yandan da kazınan saçlar uzayıp dışarı çıkamayınca başına batarmış.
Kızılderililer için bildiğimiz kadarıyla inançlarına göre “saç” kişiyi cennete gönderen en önemli bir değerdi.
Saçı kesilen bir Kızılderili cennete gidemeyeceği inancıyla saçlarını uzatırmış.
Bu sebepten öldürdükleri beyazların cennete gitmelerini istemedikleri için kafa derilerini saçlarıyla birlikte yüzerlermiş.
Düşünecek olursak kızıl derililer bunlardan daha insaflılarmış.
Hiç değilse öldürdükleri kişilerin saçlarını yüzüyorlarmış.
Tabi aradaki fark Juan-Juanlar köleleştirmek için bu işkenceyi yapıyorlarmış.
Kızılderililer ise kıtanın Avrupalıların keşfinden sonra, yeraltındaki altına, hayvan sürülerine hem de topraklarına ve doğal kaynaklara sahip olmak istençleri karşısında, hem topraklarını hem de canlarını koruma adına öldürüyorlarmış.
Şu zavallı Kızılderililerin çektikleri de bambaşka bir dram…
Neyse asrımıza dönersek şükür, böyle işkence ile beyinler yıkanmıyor artık.
Beyin yıkamanın çeşitli yöntemlerde olduğunu görmekteyiz.
Burada en büyük etken psikolojik oluyor.
Mesela din faktörü kullanılıyor.
Sinsice, yavaş yavaş, dini saptırarak bir kitle efsunlandırılıyor.
Propagandanın insan beyni üzerinde etkisinin büyüklüğü tartışılamaz.
Günümüzde artık Propagandaya kapılıp kalmamak, muhatap olanların inancına, kültürüne, zekâsına ve şuuruna bağlıdır.
Okuma oranımıza baktığımız zaman içler acısıdır. AB ülkelerinde yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye’de sadece yüzde 0,01dir. Kültürel miras kuşaktan kuşağa aktarılarak devam ederken Atatürk’ün bizlere bıraktığı miras ise günden güne topluma yabancırılıştırılmaktadır.
Adeta unutturulmak istenmektedir.
Bunda en büyük etken de 13 yıldır Türkiye’yi yöneten anlayış ve yaptıklarıdır.
Gerek Milli Eğitimin yok edilmesi, gerekse yazılı, görsel medyanın ele geçirilmesi
halkı etkisiz ve tepkisiz hale getirmiştir.
Televizyon hem eğitici hem de tehlikelidir.
AKP için ise muazzam bir propaganda aracı olmuştur.
Birkaç ulusal kanal dışındakiler ise iktidarın borazanı olmuştur.
Taraflı ve sansürlü haberlerle, siyasi fikri, ideolojik bir görüşü olmayan
dizikolik bir halka dönüşmemizde etkisi çok büyüktür.
Böyle olunca da televizyon bir iletişim araçlığından çıkıp beyin yıkama aracına dönmüştür.
Beyin yıkamanın bir türü de gençleri uyuşturucuya alıştırmakla olmaktadır.
Terör örgütlerinin içi böyle müptela edilmiş gençlerle,adamlarla doldurulmuştur.
Eski başbakan Erdoğan Almanya Başbakanı Merkel’in gelmesini istemeyen akademisyenlere “Bunlar birer Mankurt’tur, kendi ülkelerinden nefret ederler “
demiş ya oysa Mankurt yukarıda belirtilen gibi başka anlamda bir sözcük.
Zaten beyin gitmiş sadece efendilerine hizmet eder hale gelmişler.
Akademisyenleri bilmem ama Erdoğan kendi çevresine baksa bu Mankurt’lardan ne kadar çok olduğunu görecektir.
Öyle olmasa bu vatan bu günleri yaşamazdı.
Ben onlara Mankurt yerine Angutlar diyorum.
Angutun bir kuş türü olduğunu biliyoruz.
Angut kuşu çok vefalı bir hayvanmış.
Eşi ölünce her türlü tehlikeye karşın gözlerini ölü eşinden ayırmaz kendisi de ölene kadar başında beklermiş.
Karşıdaki yalan da söylese, çalsa çırpsa da, diktatörlük yapsa da İşte bazılarımız da bu kuş gibi Angutça bön bön bakar, bir tepki vermeyiz, hatta alkışlarız…
O zaman Mankurt’lardan farkımız oluyor mu?
İlle de saçlarımızı yolmaya ve deve derisi ile sarmaya gerek var mı?
Tünay Süer 22.10.2015
Bir yanıt yazın