Cumhuriyet’in Kurucu Fikri
TÜRK MİLLÎYETÇİLİĞİ
Milliyetçilik: “Bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususi seciyesini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar, millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez.” (1930 Halk Partisi Programı)
Genel olarak milliyetçilik ve özel olarak Türk milliyetçiliği, bir dünya görüşü ve fikir sistemidir. Her fikir sisteminin esas aldığı bir “cemiyet birimi” ve “gayesi” vardır. Fikir sistemleri, tercih ettikleri cemiyet birimleri ve gayeleri ile birbirlerinden ayrılırlar. Cemiyet birimi, fikir sistemlerinin kendilerine temel olarak aldıkları genel olarak fert, sınıf, millet, ümmet gibi insanlık birimleridir. Fikir sistemleri, gayesini, bu birimlere göre tespit eder. Her çeşit siyasî, kültürel, ekonomik uygulama, bu birimi, tespit ettiği gayeye (hedefe-amaca) ulaştırmak içindir.
Fikir sitemlerinde, gayeye ulaşmak için tutulan yolu gösteren unsura, usûl veya metot adı verilir. Her Fikir sistemi, kendisine temel aldığı insanlık birimini, tespit ettiği gayeye ulaştırmak için kendisine bir yol, bir usûl seçer. Bu yol, her fikir sisteminde faklıdır. Meselâ Marksizm’de bu yol, “ihtilâl” veya “devrim”dir. Onun için her Marksist, ihtilâlci-devrimcidir.
Fikir sistemlerini tanımak için önce tercih ettikleri cemiyet birimine ve gayesine bakılır. Meselâ Marksizm, Liberalizm, Siyasi Ümmetçilik (İslâmcılık) ve milliyetçilik birer fikir sistemidirler. Bu fikir sistemlerinin esas aldıkları cemiyet birimleri ve gayeleri farklı farklıdır. Bu sebeple bir insan aynı zamanda birden çok fikir sistemi mensubu veya taraftarı olamaz. Olduğunu zannediyorsa yerini tayin edemiyor demektir. Kısaca hem Marksist(Komünist) hem milliyetçi; hem liberalist (Kapitalist) hemmilliyetçi; hem siyasi ümmetçi hem milliyetçi olunmaz.
Çünkü, Marksizm, insanlık tarihini ezen-ezilen (işçi-patron) mücadelesi olarak görür. “İşçi sınıfı”nı esas alır. Gayesi,“işçi sınıfının hakimiyeti”dir.
Çünkü, Liberalim, kapital (sermaye) sahibi ferdi esas alır. Kazanmak için her yol mubahtır. Sermaye ve kazanmaktan başka değer tanımaz. Liberalizm’e göre insanlık tarihini sermaye sahipleri yönlendirir; insanlık tarihi sermaye sahipleri tarihidir. Vs.
Çünkü, Siyasi Ümmetçilik, insanlık tarihini dinler ve ümmetler mücadelesi olarak görür. İnsanlığın esas cemiyet birimi “Ümmet”lerdir. Siyasi Ümmetçiye göre, kavim veya millet varlığı diye bir cemiyet birimi yoktur. Yani bir siyasi ümmetçi İslâmcı’ya göre Türk-Arap-Arnavut vs milletleri yoktur. Veya tarihin yürütücü gücü sadece ümmetlerdir. Bunda kavimlerin veya milletlerin bir rolü ve yeri yoktur. Siyasi İslâmcıya göre zaten, İslâm’da kavim veya millet mensubiyeti gütmek yasaklanmıştır. Onun için bir siyasi İslâmcı, meselâ “Türk milletindenim” veya “Türküm” diyemez. Böyle dediği zaman inandığı fikir sistemini reddetmiş olur.
Siyasi İslâmcı olmakla “Müslüman” olmak ayrı konulardır. Türk milliyetçiliğine göre her Türk milliyetçisi Müslüman’dır; fakat “siyasi İslâmcı” değildir.
Milliyetçilik, insanlık tarihini milletler ailesi veya milletler mücadelesi olarak kabul eder. Cemiyet birimi olarak bugünkü sosyolojik anlamda “millet” varlığını kabul eder. Özel olarak Türk Milliyetçisi de “Türk milleti” varlığını kabul eder. Bütün dünya görüşünü veya fikir sistemini Türk milletine göre düzenler. “Her şey Türk için ve Türk’e göre” sloganı bunu anlatır.
Türk milliyetçiliği, Türk milletini esas alır.
Türk milliyetçiliğinin gayesi, Türk milletini kendisini tarif eden yani Türk milleti yapan değerlerle birlikte ebediyen yaşatmaktır. Başka bir ifadeyle Türk milliyetçiliğinin nihaî gayesi, Türk milletinin var olmasını ve var kalmasını sağlamaktır. Türk milliyetçiliği için bütün, politikalar, uygulamalar, bu gayeye hizmet ettiği oranda değerlidir.
Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü ile Gençliğe Hitabe’nin, “Türk istiklâlini Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” şeklindeki ilk cümlesi, Türk milliyetçiliğinin cemiyet birimi tercihini ve gayesini ortaya koyar. Atatürk, başka hiçbir söz söylemese bu ifadeleri onun Türk milliyetçisi olduğunu göstermeye, ispata yeter.
Bundan dolayı Atatürk, Türk milliyetçisidir; Türkiye Cumhuriyeti de Türk milliyetçiliği fikri üzerine kurulmuştur. İşte bunun için “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri Türk milliyetçiliğidir.” diyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran fikir sistemi veya dünya görüşü, Türk milliyetçiliğidir. Başka bir ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere devrin Türk milliyetçileridir. Türkiye Cumhuriyeti,Atatürk’ün, Nutuk adlı eserinde de açık seçik ifade ettiği gibi “millî” ve “asrî” “Türk devleti” olarak kurulmuştur.[1]
Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci özelliği, “millî devlet” oluşudur.
Millî devlet, “kurucusu ve sahibi bir tek millet olan devlet” demektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve sahibi Türk milletidir. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” diyerek bunu açık seçik ortaya koymuştur.[2]
Türkiye “mozaik” değildir.
Mozaik, “bir bütünlük göstermeyen, eşit şartlarda yan yana yaşayan kültürler topluluğu”; “çok sayıda farklı etnik gruptan oluşan toplumsal yapı” anlamına gelir. Türkiye bu anlamda “etnik mozaik bir ülke” değildir. Milletler arası ilmî ölçülere göre, bir ülkenin “etnik mozaik” olarak tanımlanabilmesi için genel nüfusun %35’şinin farklı etnik gruplardan meydana gelmesi gerekir. Halbuki bu oran Türkiye’de %10’lardadır. 2006’da 74 milyon kabul edilen Türkiye nüfusunun % 90’ı Türk’tür. Türkiye’yi etnik-mozaik sayan görüşler, genel olarak, Alman Peter Alfrod Andrews’in 1992’de“Türkiye’de Etnik Gruplar” adıyla Türkçeye tercüme edilen kitabına dayanmaktadır. P.A. Andrews, bu kitabında Türkiye’yi 47 etnik gruptan meydana gelen bir mozaik ülke olarak göstermektedir. P.A.Andrews’in 2001’de ABD’de bir kuruluş için hazırladığı raporda da Türkiye’de toplam etnik nüfusu %13.79 olarak göstermektedir. Bu demektir ki her durumda Türkiye’de Türk nüfus oranı en az %86’dır.
Elbette her ülkede, kurucu hakim milletin dışında kendisini ırk, dil veya din bakımından farklı kimlikle tarif eden gruplar bulunabilir. Meselâ “millî devlet” olan Fransa’da, kendisini Fransız kimliği dışında kabul eden etnik grupların oranı, % 20’nin üzerindedir. Buna rağmen Fransa, “etnik mozaik” veya “çok kültürlü” bir ülke olmayı kabul etmez. Türkiye’yi“mozaik” olarak görenler veya görmek isteyenler, Türkiye’de devletin kurucu unsuru ve sahibi “Türk milleti” varlığını reddedenlerdir. Mozaikçiler, Türkiye’yi, içinde Türkler’in de bulunduğu 30 veya 47 etnik gruba ayırıyorlar. Halbuki, Almanya’nın Alman ülkesi, Fransa’nın Fransız ülkesi olduğu gibi Türkiye de Türk ülkesidir. Anadolu coğrafyası, 12.yüzyıldan itibaren yerli ve yabancı kaynaklarda “Türkiye” adıyla anılır.
Bugün “Avrupa Birliği uyum kanun ve uygulamaları”, “azınlık hakları” vb adlar altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu temel kuruluş özelliği yani “millî devlet” oluşu ve kurucu millet olarak “Türk kimliği” tartışma konusu haline getirilmiştir. Türkiye’nin “mozaikliğini” savunan ve “Türk kimliği”ni tartışmaya açan “Türk kimliği” yerine “Türkiyelilik” kimliğini koymaya çalışan böylece “millî devlet” ve “Türk kimliği”ni reddeden bütün siyasi görüşler, Türkiye Cumhuriyeti’ni “federe devlet” haline getirme, Türkiye’yi bölme peşindedir. “Avrupa Birliği”, “demokrasi”, “azınlık hakları”, “insan hakları” vb gibi kavramlar buna alet edilmektedir.
“Batılı çok uluslu küresel sermaye”, dünyayı sömürebilmek, hedeflerine ulaşmak için “millî devlet” yapısını önünde engel olarak görmektedir. Bundan dolayı, “millî kimlik”, “resmî dil”, “kurucu unsur” esaslarını tartışma konusu haline getirerek yıpratmakta; bunların yerine, “farklılıklarımız zenginliğimizdir.” anlayışı ile “etnik farklılık”, “mozaiklik” ve “çok kültürlülük” kavramlarını yerleştirmeye çalışmaktadır.[3] Bu tür görüş ve anlayışlar, “millî devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve Türk milliyetçiliğine aykırı bir görüştür.
Kısaca, ABD ve AB kaynaklı güçler, Türk milletine dayanan “millî devlet” olan Türkiye’yi, “çok etnikli federe devlet” haline getirmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti, “asrî devlet” tir.
Asrî devlet,(çağdaş devlet), “Hakimiyet, kayıtsız, şartsız milletindir.” ilkesine uyan, buna göre idare edilen devlettir.“asrî devlet”, bir hukuk terimdir. “Hukukî Türkçülüğün birinci gayesi, asrî bir devlet vücuda getirmektir.” diyen büyük Türk milliyetçisi fikir adamı Ziya Gökalp, 1923’te yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “asrî –çağdaş- devlet” anlayışını şöyle açıklıyor:
“Asrî (çağdaş) devletlerde evvelâ gerek kanun yapmak ve gerek memleketi idare etmek yetkileri doğrudan doğruya millete aittir. Milletin bu yetkilerini sınırlayıcı ve bağlayıcı hiçbir makam , hiçbir an’ane ve hiçbir hak yoktur.
İkinci olarak, milletin bütün fertleri tamamıyla bir birine eşittir.”[4]
Yine Ziya Gökalp’a göre, asrî devlette bütün millî hukuk alanlarının Teokrasi ve Klerikalizm kalıntılarından temizlenmesi gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal, daha Millî Mücadele’yi başlatmak üzere İstanbul’dan ayrılmadan devrin şartları içinde, tek çıkar yolun “hakimiyet-i millîyeye müstenit, bilâ kayd ü şart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!” olduğuna karar vermiştir. Ona göre bu kararın dayandığı mantık ve muhakeme de şudur:
“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak istiklâl-i tamme malilikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyet-i mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez.” [5]
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran temel irade, işte bu cümlelerde ifadesini bulan “Türk milletinin kimseye uşak olmadan, sömürge muamelesi görmeden, -siyasî, kültürel, ekonomik anlamda- tam istiklâline sahip haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması” fikir ve ülküsüdür. Türkiye Cumhuriyeti, bu inanç ve anlayışla kurulmuştur. Atatürk devrindeki dış ve iç politika, ekonomi, eğitim, kültür alanlarındaki bütün uygulamalara yön veren bu anlayıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, fikir sistemi olarak Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Türk Milliyetçisi olduğunu her fırsatta ifade etmiş ve çevresine hatırlatmıştır:
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk
milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” (26 Nisan 1926)
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.(Onuncu Yıl Nutku-1933)
“Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir nokta-i nazardan istifade ederiz. O nokta-i nazar şudur: Türk milletini, medenî cihanda lâyık olduğu mevkie isadetmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye etmek…” (Nutuk – s. 897)
“Muhterem efendiler, sizi, günlerce işgal eden, uzun teferruatlı beyanatım en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuza davet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.
Efendiler, bu beyanatımla, millî hayatı hitam bulmuş farz edilen büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit, millî ve asrî bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.”[6]
Türk milliyetçileri ve Atatürk
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, her fırsatta Türk milliyetçisi olduğunu ifade etmiştir. Millî Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet’in kuruluşundan ölümüne kadar, bütün uygulamaları Türk milliyetçiliği yönünde olmuş; çevresinde milliyetçi şahsiyetleri toplamıştır.
Türk milliyetçileri de Atatürk’ü en büyük Türk milliyetçisi, Cumhuriyet’in kuruluşunu da ideallerindeki devlet olarak görmüşlerdir. Atatürk devrindeki bütün uygulamalar ve yazılanlar bunun belgeleridir.
Şimdi bunlardan bazılarını gözden geçirelim:
Türk Ocakları ve Atatürk
Türk milliyetçiliğinin en köklü ve en geniş kapsamlı sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’dır. Türk Ocakları, 1912’de zamanın Türk milliyetçileri Şair Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi gibi ünlü şahsiyetler tarafından kurulup yaşatılmıştır. Millî Mücadele’de ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Atatürk’ün yakın çevresindeki Fikir ve siyaset adamları hep Türk Ocaklıdır. Türk Ocaklarının Ünlü Başkanı Hamdullah Suphi, Atatürk’ün ilk Millî Eğitim Banlarındandır.
Atatürk, daha 1922’de Büyük Zafer’in kazanılmasından hemen sonra İstanbul, Ankara ve İzmir Türk Ocaklarına Millî Mücadele için toplanan paralardan her birine 2000 lira olmak üzere 6000 lira vermiştir.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, 1924’te Türk Ocakları Atatürk’ün isteği ile “kamu yararına çalışır dernek” olarak kabul edilmiştir. Bununla ilgili yazı şöyledir:
Türk Ocağı’nın
Kamu Yararına Çalışan Dernek Sayılması,
“On iki senedir halkçılık ve milliyetçilik düsturlarını memleketin en uzak köşelerinde neşir ve tamime çalışan Türk Ocakları’nın ifa-yı vazife hususunda daha ziyade mahzar-ı tahsilât olunabilmesi zımmında menafi-i umumîyeye hâdim cemiyetler meyanına ithali için cemiyetler kanununun 17. maddesi mucibince tasdik olunması talebini hâmi Dahiliye Vekâlet-i Celilesi’nin 8 Eylül 1340 (1924) tarih ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti 17744/4498-301-85 numaralı tezkeresi, İcra Vekilleri Heyeti’nin, 2.12.1340 tarihli içtimasında ledel kıraat Türk Ocakları’nın menafi-i umumiyeye hadim olduğu kabul edilmiştir. 2.12.1930.
Türkiye Reisi Cumhuru
Mustafa Kemal
1925’te Atatürk’ün eşi Lâtife Hanım, Kars delegesi olarak katıldığı Türk Ocakları Kurultayı’nda “Fahrî Genel Başkan” seçilmiştir.
Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra, zaman zaman, vatandaşlarla aracısız konuşup dertleşmek, vatandaşa fikirlerini yüz yüze anlatmak, memleket meselelerini yerinde tespit etmek üzere çeşitli yurt içi gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde genel olarak –o gün de bugün de- Türk milliyetçiliğinin en büyük kuruluşu olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük harcı bulunan Türk Ocakları şubelerini ziyaret etmiştir.[7] 1931 yılına kadar, Türk Ocakları ile Devlet adeta iç içedir. Türk Ocaklarının 1931’de tek parti ve devlet partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile birleştirilmesinin sebebi de aynı görüşte olmalarıdır.[8]
Atatürk’ün bahsettiğimiz bu yurt gezilerinden birisinde de Konya Türk Ocağı şubesini ziyaret etmiştir. Burada yaptığı konuşma, adeta Türk milliyetçiliğinin beyannamesi gibidir:
Atatürk’ün
Konya Türk Ocağı’ndaki konuşması
(20 Mart 1923)
“Arkadaşlar,
Bir milletin namuskâr bir mevcudiyet, şayanı hürmet bir mevki sahibi olması için, o milletin yalnız âlim ve mütefennin bulunması kâfi değildir. Her ilmin, her şeyin fevkinde bir hassaya sahip olması lâzımdır ki, o da o milletin muayyen ve müspet bir seciyeye malik bulunmasıdır. Böyle bir seciyeye malik olmayan fertler ve böyle fertlerden mürekkep milletler, birer fesat ocağı olurlar. Benim bildiğime göre memleketimizde çok senelerden beri açılmış ve elân mukaddes ateşlerle yanan, ve alevi her mensup olanın kalb ve vicdanını münevver kılan Türk Ocakları‘nın esas gayesi, millete böyle müspet bir seciye vermektir. Türk Ocakları, milletin harsı üzerinde mühim tesirler yapmalıdır. Zaten bunu yapıyorlar ve daha ziyade yapacaklardır. Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tekâsül göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle, telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki milliyet nazariyesini, millet mefkûresini inhilâle sâî olan nazariyatın dünya üzerinde kabiliyet-i tatbikiyesi bulunamamıştır. Çünkü tarih, vukuat, hâdisat ve müşahedat hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük mikyasta fiilî tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
Bahusus bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki akvam-ı muhtelife hep millî akidelere sarılarak, milliyet, mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden, koğulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlîl ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün ef’al ve harekâtımızla gösterelim: bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır.
Mevcudiyet-i millîyemize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairin dediği gibi, (Karşı duvardaki levhayı işaret ederek)
“Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi”
diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikati ifade ettiğimiz gün; kanaatimize, mefkûremize, istikbalimize yan bakan her ferdi düşman telâkki ettiğimiz gün; millî benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her haili derhal devirdiğimiz gün, halâs-ı hakikiye vasıl olacağız. Ve sizler gibi münevver, azimli, imanlı gençler sayesinde bu halâsa vasıl olacağımıza emin olabilirsiniz.”[9]
Atatürk-Azınlıkçılık ve Türkçe
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni “millî devlet” olarak kurmuştur. Ona göre “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Türkiye Türk ülkesidir ve Türklerindir. Çünkü yine ona göre, Adana Türk Ocağında söylediği gibi, “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür, ebediyen Türk kalacaktır.”
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni “mozaik bir yapı” üzerine kurmamıştır. Bugün bazı iç ve dış mihraklar, yeni azınlıklar yaratma peşindedirler. Mozaiklik ve azınlık hakları çığırtkanlığı yaparak Türkiye’de Türk kimliğini tartışılır hale getirmişlerdir. Bu Tür görüşlerin hiç biri Atatürk ve Cumhuriyetle bağdaştırılamaz. Türkiye’de Lozan’da kabul edilen gayri Müslimler dışında azınlık yoktur. Türkiye’de tek millet, Türk milleti; tek dil, Türk dilidir. Atatürk, bunu böyle kabul eder. Türkiye’de azınlık dili vs adı altında Türkçeden başka dil kullanılmasını asla kabul etmez.
Nitekim Adana Türk Ocağı’nda, bölgede Türkçeden başka dille konuşulması ile ilgili olarak yaptığı konuşmada şöyle diyor (17 Şubat 1931):
Muhterem arkadaşlar,
“Bir arkadaşımız, ‘Biz milliyet fikirlerini dağıtıyoruz.’ dedi. Tabiî bu yıl da öteden beri sarf edilen gayretlerin devem edeceğine şüphe yoktur.
Yalnız milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve behemehal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz. Halbuki Adana’da Türkçe konuşmayan 20.000’den fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse, gençler, siyasi ve sosyal kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa, en aşağı yüz seneden beri devam ede gelen bu durum daha yüzlerce sene devam edebilir.
(…)
Efendiler! Herhangi bir felâket günümüzde bu insanlar başka dillerde konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi, bu gibi unsurları –ki bunlar Türk vatandaşlarıdırlar, halde ve âtide talih ve mukadderatımız birdir – bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır.”[10]
Atatürk ve Türk Dünyası
Atatürk, bir Türk milliyetçisi olarak, o günün siyasi şartları içinde, fikir ve uygulamalarında Türkiye Türklüğünü esas almakla beraber, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Orta Asya ve Balkanlar’da yaşayan Türk varlığını düşünmekten de geri kalmamıştır. Özellikle başta Türk dili ve Tarihi olmak üzere kültür konularında Türklüğü bir bütün olarak düşünmüştür. Bunun en büyük sağlam belgesi, Türk Tarih ve Türk Dil tezleri ile bu konularda yaptırdığı çalışmalardır.
Atatürk’ün tarih ve dil konularındaki çalışmaları bütün açıklığı ile ortadadır. Türkiye dışı Türkler konusunda söylediği şu sözleri de onun dış Türkler konusundaki görüşlerini açıklamaya yeterlidir:
“Türk milleti Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hattâ bu savaşa atılırken bile, mahkûm milletlerin hürriyet ve istiklâl davalarıyle ilgilenmeyi, o davalara müzaheret etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve istiklallerine kayıtsız davranması elbette tecviz edilemez. Fakat milliyet davası, şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası, siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müspet ilme, ilmî usûllere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müspet usullere müracaat etmek şarttır. Hareketlerin imkân sınırları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler.
Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki, Yakut Türkleri’nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”[11]
Dış Türkler ve Milliyetçilik
“Bizim milliyetçiliğimiz, gerek müstakil, gerek başka devletlerin tebaası halinde yaşayan bütün Türkleri hangi dinden olursa olsunlar derin bir kardeşlik hissi ile candan sevmek, onların refah ve inkişafını candan dilemekle beraber kendine siyasi iştigal hududu olarak Türkiye Cumhuriyeti hudutlarını kabul etmiştir.”
Atatürk’ün yazdırdığı kitaplarda
Türkiye Cumhuriyeti ve Milliyetçilik
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan özellikle de 1927’den sonra, “temelini yüksek Türk kültürü” olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti’ni sağlamlaştırmak üzere Türk kültürü ile doğrudan ilgilenmiş, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını bu gaye ile kurdurmuştur. Bu Kurumların çalışmalarına hem nezaret etmiş hem de doğrudan katılmıştır. Bu kurumlara çeşitli yayınlar hazırlattığı gibi bizzat kendisi de yazmış; bazı yayınlar üzerinde eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler yapmıştır. Bu yayınların bazıları –Atatürk hayatta iken- okullarda ders kitabı olarak okutulmuştur. İşte bunlardan birisi, dört ciltlik Tarihkitabıdır. Bu ciltlerin 1V.sü “Tarih-1V, Türkiye Cümhuriyeti” (1931) adını taşımaktadır. Atatürk’ün tarih ve Türklük anlayışını da ortaya koyan bu ciltte, Türk milliyetçiliği ve Türkiye Cumhuriyeti” ilişkisi üzerine “Milliyetçilik” başlığı altında şu açıklamalar ve değerlendirmeler yapılmaktadır:
“Milliyetçilik:
Millî Mücadele başlamadan önceleri bizde milliyetçilik cereyanı henüz vazıh bir görünüş almış değildi. (…)
Türkçülük, Osmanlı unsurlarının ayrı ayrı tuttukları milliyetçilik cereyanlarına karşı koymak gayretinden, bütün Türk kavimleri birleştirmeği istihdaf eden Turancılığa kadar gidiyor ve bazen de İttihad-ı İslâm fikirleriyle karıştırılıyordu. Elhasıl fikirlerde ve cereyanlarda vuzuh ve kat’iyet yoktu. Hele siyasi hayatta bu fikirlerin tesiri pek az hissolunuyordu.
Türk milliyetçiliği Ancak Millî İdare’den sonra her sahada bütün vuzuh ve şumuliyle hakikî mana ve delâletini bulmuş, siyasî, iktisadî, harsî bir devlet sistemi halini almıştır. Halk Fırkası, milliyetçiliği en ehemmiyetli umdelerinden biri edinmiştir. Meşrutiyet devrinde kurulmuş olan (1912) Türk Ocakları adlı gençlik cemiyeti Cumhuriyet devrinde yüzlerce şubesi olan bir teşkilat halinde genişlemiş ve 1931 kurultayında verdiği kararla maksad ve gayede tamamen beraber olduğu Halk Fırkasına iltihak etmiştir.”[12]
Atatürk devri ders kitaplarından birisi de, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş edebiyatçılardan İsmail Habib (Sevük) tarafından Liseler için hazırlanan “Yeni Edebî Yeniliğimiz” (1930) adlı edebiyat kitabıdır. Bugün de değerlendirmeleri ve üslûbuyla değerini koruyan bu kitapta, Cumhuriyet Devri ile ilgili bölüm başlığı şöyledir:
“Son Devrin Türkçülüğü -Türkçülüğün Fiilî ve Umumî Zaferi-”
Alt başlıklar da şöyle:
- Devlet unvanında Türkçülük
- İlk Türk Ordusu
- Türk milliyetçiliğinin Beyannamesi
- Siyasi Türkçülük
- Müstakil Türkçülük
- Lâik Türkçülük
- Medenî Türkçülük
- Lisanda Türkçülük
- Umumi Netice
Bu başlıkların her birinde Cumhuriyet’in kurulması ile milliyetçilik uygulamasının nasıl başarıldığı anlatılmaktadır.
İsmail Habib, “Son Devrin Türkçülüğü –Türkçülüğün Fiilî ve Umumî Zaferi-” başlığı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile Türk milliyetçiliğinin bir sistem halinde nasıl uygulamaya konulduğunu, Türk milliyetçiliği ideallerinin nasıl başarıldığını şöyle anlatıyor:
“…Milliyetin muhtelif safhalarda muhtelif icabatı vardır. İşte bu muhtelif cepheli idealin bir çok cephelerini eskiden beri seçenler oldu. Lisanda, tarihte, halkçılıkta, siyasette, hülâsa milliyetin havzasına dahil her sahada o ideali bazen mübhem, bazen açık; bazen nazarî, bazen fiilî: sezip söyleyenler de söyleyip tatbika kalkmak isteyenler görüldü. Fakat bütün o seziş ve görüşleri umumî ve müstekar bir realite halinde taazzi ettirmek şerefi millî hükümetindir.”[13]
“Fikir başka, fiil başka; söz başka, tatbik başka hatta fiil ve tatbik başka, o fiil ve tatbiki umuma şamil bir kudret ve istikrar yapmak yine başkadır.Türkçülük cereyanındaki bu son devir, işte o fikirleri birer fiil, o sözleri birer tatbik; fiil ve tatbik halinde tecrübe edilmek istenen şeyleri de bütün vatana şamil birer kudret yaptı. Bu işin mebdei olarak millî cidalin fiilî bir devlet manzarası aldığı tarih –yani 23 Nisan 1920 de T.B.M.M’nin açıldığı gün- kabul edilebilir. O tarihten itibaren inkılâbın safha safha inkişafı Türkçülük ve milliyet taazzisinin de safha safha zaferi oldu.”[14]
Türk Milliyetçileri-Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti
Ziya Gökalp ve Atatürk
İkinci Meşrutiyet devrindeki (1908-1918) adıyla Türkçülük, şimdiki adıyla milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran fikir veya dünya görüşüdür. Türk milliyetçileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî ve asrî devlet olarak kuruluşunu, ideallerindeki Türk devletinin kuruluşu olarak görmüşlerdir. Bunu, hem Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerinde ve uygulamalarında hem de o devrin Türk milliyetçilerinin eserlerindeki değerlendirmelerinde açıkça görüyoruz.
Atatürk, Türk milliyetçiliğinin teorisini kuran en büyük Türkçü fikir adamı Ziya Gökalp için “fikrimin babası” ifadesini kullanmıştır. Cumhuriyet Devrindeki birçok hukukî ve sosyal düzenlemenin arkasında Ziya Gökalp’ın fikirleri vardır. Bunun için Türkçülüğün Esasları adlı esere bakmak yeterlidir.[15] Buna karşılık Türk milliyetçiliğinin büyük fikir adamı ve sosyolog Ziya Gökalp da, Türk milliyetçiliğinin teorisini ve uygulama planlarını ortaya koyan Türkçülüğün Esasları(1923) adlı temel fikir eserinde, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, “Türkçülüğün en büyük adamı” ve “Türk milliyetçiliğine resmiyet veren ve Türk milliyetçiliğini fiilen tatbik eden ” olarak nitelemektedir
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Türkçülüğün, Cumhuriyet devrine gelinceye kadar olan tarihî gelişmesini anlattıktan sonra Atatürk’ün, Türk milliyetçiliği tarihi içindeki önemli yerini şöyle tespit ediyor:
“Bununla beraber, Türkçülüğe dair bütün bu hareketler verimsiz kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük mefkûresi etrafında birleştirerek, büyük bir çökme tehlikesinden kurtarmağa muvaffak olan büyük bir dâhî zuhur etmeseydi! Bu büyük dâhînin adını söylemeğe hacet yok. Bütün Cihan bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa ismini mukaddes bir kelime addederek her an hürmetle anmaktadır. ” [16]
Yine Ziya Gökalp, Karl Marks’ın “Tarihî Maddecilik” sistemini tenkit ettiği bölümde de Mustafa Kemal’in, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak, Türk milliyetçiliğini devlet hayatında uygulamayı başaran kişi olduğunu şöyle ifade ediyor:
“Meselâ Türkçülerin ortaya attıkları ‘Türkçülük’ fikri, küçük bir topluluğa has bir tasavvurdan ibaretti. Bu küçük topluluğun kafasındaki tasavvuru Türk milletine yayarak onu bir mefkûre haline getiren Trablusgarp, Balkan Harpleriyle, 1. Dünya Savaşı’ndaki felâketler olmakla beraber, bu mefkûreye (Türk milliyetçiliğine) resmîlik veren ve onu fiilen tatbik edende ancak Mustafa Kemal oldu.”[17]
Yusuf Akçura ve Atatürk
Türk milliyetçiliğinin teorisini hazırlayan iki büyük şahsiyetin birisi Ziya Gökalp ise değeri de Yusuf Akçura’dır. Kazan Türklerinden olan Yusuf Akçura, Türk Ocağı ve Türk Yurdu dergisinin kurucularındandır. Kısaca Türk milliyetçiliğinin ve“Bütün Türklük” ülküsünün öncülerindendir. Millî Mücadele’ye fiilen katılmış, Cumhuriyet’in kuruluşunda Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuştur. Atatürk’ün dış politika danışmanlığını da yapan Yusuf Akçura, Türk Tarih Kurumunun da ilk başkanlarındandır.
Yusuf Akçura’nın birçok eseri bulunmakla beraber Türk milliyetçiliği açısından en tanınmışları, 1904’te yayımladığı“Üç Tarz-ı Siyaset” ve 1928’de yayımladığı “Türkçülük-Türkçülüğün Tarihî Gelişimi-” adlı eserleridir. Yusuf Akçura’nın “Türkçülük–Türkçülüğün Tarihî Gelişimi-“ adlı bu eseri, Türk Ocakları’nın 1927 Kurultayında alınan bir karar üzerine hazırlanan ve 1928’de yayımlanan Türk Yılı adlı yayının içinde uzun bir makale olarak yer almıştır. Türk milliyetçiliği tarihine dair ilk eser olmasına rağmen bugün de en değerli temel kaynaklarından biridir.
Yusuf Akçura, Türk Ocağı mensubu olarak hazırladığı bu önemli Türk milliyetçiliği tarihine dair eserinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun Türk milliyetçileri açısından ne anlama geldiğini, Türk milliyetçiliği tarihinde Cumhuriyet’in yerinin ne olduğunu şöyle değerlendiriyor:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin başta Büyük Millet Meclisi nâmıyle, sonra hakikî adıyle kurulması, Türk milliyetçiliği açısından Türkçülük idealinin gerçekleşmesi demektir. Çoğu Türkçülerin belki hayatlarında gerçekleşeceğini ümit bile edemedikleri ideal, bir Türk dehasının kudretiyle gerçek olmuştu, millî Türk devleti kurulmuştu.”
“Türkçülük fikri, yarım asır evvel nihayet birkaç kişinin dimağ ve kalplerinde düşünceler duygular ve emeller uyandıran, ara sıra dil ve kalemlerinden müphem ve çekingen bir şekilde çıkan bir nazariyeden ibaretti. Bu nazariye, o zamanlar muhite o kadar gayr-i munis idi ki taraftarı olanlar, onu pek açık süsleyip yaymaktan çekiniyorlardı. HalbukiTürkçülük fikri bugün tahakkuk etmiştir. Realiteler halinde tecelli ediyor.”[18]
Hamdullah Suphi ve Atatürk
Türk Ocaklarının ünlü Başkanı ve Atatürk’ün iki defa Millî Eğitim Bakanlığına getirdiği Hamdullah Suphi, -Türk Milliyetçiliği,Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk- ilgisini en veciz şekilde şöyle ifade ediyor:
“Bin iki yüz seneden beri Türk milletine hitap eden Orhun Kitabesi, nihayet asırlarca zaman sonra bizden, Anadolu’dan cevabını aldı. Bu cevap Türk’ün hakkı ve Türk için Türk Devletini kuran ve Türk milliyetperverliğinin cihan karşısında en büyük timsali olan genç kahramanın sesidir.” (Dağ Yolu)
Sadri Maksudi ve Atatürk
Türk Milliyetçiliğinin teorisini yapan ünlü fikir ve ilim adamlarından birisi de Prof. Sadri Maksudi’dir.[19] Atatürk, Sadri Maksudi’yi 1925’’te Ankara Hukuk Mektebi için Avrupa’dan Türkiye’ye davet etmiştir. Tarih Kurumu’nun kurulması ve Tezi’nin geliştirilmesinde Atatürk’e tesir edenlerin başında Sadri Maksudi gelir. Ayrıca Atatürk’ün, kitabının başına el yazısı ile Türk dili hakkındaki “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. …” diye başlayan cümlelerini yazdığı kişidir. Sari Maksudi, 1930’da Türk Ocakları adına yayımlanan bu kitabında, Cumhuriyet’in kuruluşu ve milliyetçilik ile igisi konusunda şu ifadeleri kullanıyor:
“Bugünkü Türkiye’nin istinat ettiği büyük esas ise, Türklük mefkûresidir, milliyetçiliktir. Devletin dayandığı esas unsur da büyük bir çoğunluğu teşkil eden Türk halkıdır.” [20]
Atatürk Dönemi’nde
Azınlık Okulları ve Türkçe,
1925’te Millî Eğitim Bakanlığı yabancı okullarındaki mecburî Türkçe derslerini haftada beş saate çıkardı.
1926’da bütün yabancı okullarında kayıtların da Türkçe tutulması mecburiyetini getirdi.
Bütün bunlar gösteriyor ki Türkiye Cumhuriyeti Türk milleti varlığına dayanan millî bir Türk devletidir. Atatürk bir Türk milliyetçisidir.Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları Türk milliyetçileridir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu fikri de Türk milliyetçiliğidir.
***
“TÜRKÇÜLÜK”
SÖZÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER-TESPİTLER
Günümüzde “Türkçülük” sözünü –terimini- çekici, olumlu ve hoş bulmayanlar olabilir. Hattâ olumsuz bir çağrışım yapan bir kavram olarak da algılayanlar olabilir. Bu durum, Türkçülük sözünün taşıdığı anlamdan değil, kökeni ikinci Meşrutiyet devrine kadar uzanan siyasî ve kültürel sebeplerle günümüzdeki sömürgeci-küreselci propagandalardan kaynak- lanmaktadır. Çok kavimli Osmanlı Devleti’nin dağılıp yıkılmasını önlemek için ortaya atılan “Siyasî Osmanlıcılık” ve “Siyasî İslâmcılık” taraftarları, bu akımlardan sonra siyasi özellik kazanan“Türkçülük” fikrini hoş karşılamadılar ve hattâ terimle alay edenler de oldu. İkinci Meşrutiyet devrinde Türkçülüğe karşı çıkanlar, genellikle Osmanlı vatandaşı Türk olmayan Müslümanlar olmuştur. Başta Müslüman Arnavutlar ve Araplar, sonra diğerleri, “Türkçüler”e, “İslâmda dava-yı kavmiyet olmaz.” diyerek, hücum etmişlerdir. Aslında bunu yapanların çoğu, “Siyasi İslâmcı” kimliği altında kendi “kavmiyetçiliğini” yapanlardır. Osmanlı’nın son döneminde, Türklerin dışında her kavim, kendi hesabına dernekler kurarak siyasi ve kültürel çalışmalar yapıp yayınlar yaparken, aynı çalışmaları Türkler yapınca “İslâm’a aykırı” oluyordu. Yani Osmanlı içinde kendi kavmiyetçiliğini (milliyetçiliğini) yapmak sadece Türkler’e gelince sakıncalı oluyordu. Durum bugün de pek değişmemiştir.
Çok kavimli Osmanlı Devleti’nin dağılıp yıkılmasından sonra yerine, Türkiye Cumhuriyeti, “Türk milleti” varlığına dayanan “millî devlet” olarak kuruldu. Adı üzerinde “Türk” devleti. Böyle olmasına rağmen, Atatürk dönemi hariç, Cumhuriyet devrinde de durum pek değişmemiş, 1940’lı yıllardan sonra, humanist-Batıcı zihniyete sahip iktidarların propagandaları ile “Türk” ve “Türkçülük” sözlerinin soğuk veya olumsuz anlamlı algılanması sağlanmıştır. Günümüzde de, Osmanlı’nın dağılma döneminde olduğu gibi, kendisini “Türk”ten ayrı gören Müslüman gruplar, yine açık veya gizli kendi kavmiyetçiliklerini yapmakta, bunu kendilerine hak olarak gördükleri halde, Türk’ün “Türk”olduğunu ifade etmesini hak olarak görmemektedirler. Türkiye’yi bölmek için her gün etnik kimlik üzerinden siyaset yaparak bölücülük veya“ırkçkılık” yapanlar, “Türk” ve “Türkçülük”ten bahsedilince, feryadı basmaktadırlar. “Türk olduğunu ifade” ve “Türkçülük” Türk’ün kurucusu ve sahibi olduğu Türkiye Cuhuriyet’inde, bir taraftan sanki “siyasi suç” gibi gösterilmekte; diğer taraftan güya siyasetin dışında kalmış görünen“Cemaatçi” diye tabir edilen “İslâmcı !” guruplar tarafından İslâm’a aykırı bulunmaktadır.
Bütün bunlardan sonra, siyasi fikir tarihimize dikkatlice baktığımızda şunu tespit zor değil. Gerek Osmanlı devrinde gerek Cumhuriyet devrinde “Siyasi İslâmcılık” taraftarlarının büyük çoğunluğu, Türk asıllı olmayan Müslümanlardır. Bu bize, ister istemez, “etnik-kavmiyetçilik”yapanların, bu “etnikçi” kimliklerini “siyasi İslâmcılıkla perdelediklerini” düşündürmektedir.
Öyle bir anlayış ve zihniyet varki, Müslüman olmak için sanki “Türk” ve “Türklük” düşmanı olmak gerekiyor. Sanki, Türk, Müslüman olamaz veya Müslüman’ın Arab’ı, Acem’i, Arnavud’u, Çerkes’i, Kürd’ü vsi. olabilir fakat Türk’ü olamaz. Türk , “Türk” olduğunu ifade ederse, haşa dinden çıkar. Ama, Türk’ün dışında bütün kavimler, etnik çalışmalarını yapabilirler, din onlar için cevaz veriyor. Yasak Türk için.
Türkiye’de, halkın %88’i Türk kökenli olduğu; devletin adının “Türkiye Cumhuriyeti” olduğu; Cumhuriyet’in kurcu ideolojisinin –fikrinin- “Türkçülük-Türk milliyetçiliği” olduğu halde, “Türk”,”Türkçülük” hatta “Türk milliyetçiliği” terim kavram veya sözlerinin olumlu anlamla algılanmaması garip bir durumdur. Sanki milletin kendi kimliğinden utanması gibi bir durum söz konusu.
Bunun sebeplerinden birisi, Osmanlı devrinden gelen ümmet zihniyetinin kalıntıları ve bu kalıntının, “İslâmcılık kimliği” altında, Türk’ün aleyhine hâlâ kullanılmasıdır. Diğer ana sebepler ise, dış kaynaklıdır. Büyük sömürgeci devletler ve “küreselci sermaye”, sömürecekleri ülke halkının kendini savunma silahı olan “milliyetçilik” fikrini, halkın elinden almak; gözünden düşürmek için “milliyetçilik” terimine olumsuz bir anlam yüklemişlerdir. “Sömürgeciler”e ve “küreselciler”e göre milliyetçilik, bencil, bölücü, gerici, modası geçmiş, ekonomik faydalara ters düşen, dünyanın gidişine uymayan bir fikir ve dünya görüşüdür. Bu fikirler, sömürgeci-küreselcilerin içerideki işbirlikçileri tarafından basın-yayın yoluyla işlenmektedir. Çünkü “millî devlet” yapısı ve milliyetçilik, sömürgeci-küreselcilerin önünde engeldir.
“Türk” ve “Türkçülük” kavramlarının olumsuz algılanmasının sebeplerinden birisi de, 1990 öncesi Rusya’da hakim olan “Sovyetler Birliği” rejimi yani “Sosyalist-Komünist” rejimdir. Özellikle ideolojik kavga yılları olan 1980 öncesinde, Sosyalistler’e göre, “Sosyalist” olmayan herkes, özellikle “Türkçülük-milliyetçilik” mensupları, Faşist, ırkçı, gerici vs olarak suçlanması, kötülenmesidir. Dün Türk milliyetçiliğini ve milliyetçileri “Faşit” olarak suçlayan “soyalistler”in pek çoğu bugün, AB ve “küreselci sermaye”nin emrinde“demokratikleşme”,”insan hakları”,”azınlık hakları”, “mozaiklik”, “çok kültürlülük” vb kavramlar arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin “millî”ve “üniter” yapısının altını uymaya çalışmaktadırlar.
Kısaca, “Türk” ve “Türkçülük” bir taraftan kendileri her fırsatta etnik-kavimcilik yaptıkları halde bunu “İslâmcılık” kimliği ile perdeleyenler; 1940’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin idaresine hakim olan “Hümanist-Batıcı” zihniyet; Atatürk’ün ölümünden sonra,1990 öncesi yıllarda Sovyet propagandasının tesirinde kalan “Sosyalistler; 1990 sonrası yıllarda da sömürgeci-küreselciler tarafından olumsuz anlam yüklenerek gözden düşürülmeye çalışılmaktadır.
Günümüz Türkiyesi’nde siyasi idareye hakim olan filkir ve güçlerle, sömürgeci-küreselci güçlerin birleştikleri nokta, “Türk” ve“Türkçülük” (Türk milliyetçiliği) aleyhtarlığıdır. Bu yukarıda açıkladığımız sebeplerden anlaşılacağı gibi “tezat” veya “çelişki” değidir. Etnik kimliklerini İslâmcılık kisvesi altında gizleyerek Türk ve Türkçülük düşmanlığı yapanlarla, Sömürgeci-küreselcilerin gayeleri ayrı olmakla beraber hedefleri aynıdır.
Türkiye’de, “mozaikçilik”, “alt kimlik”, “üst kimlik” tatışmaları ile “Türk kimliği”ni tartışmaya açanlar, “Türkiye Cumhuriyeti”nin“millî devlet” yapısından, “Türk” adından ve “Türkçülük” fikrinden rahatsız olanlardır. Bunların fikir kimliklerine baktığımızda ya “İslâmcı” ya “küreselci” veya aynı kapıya çıkan “Avrupa Birlikçi” olduğunu görüyoruz. Türkiye’de yakın yılların siyasi İslâmcıların “siyasi lideri” Necmettin Erbakan’ın “Sen Türküm, doğruyum diye bağırtırsan;birisi de çıkar, ben Kürdüm, daha doğruyum ,çalışkanım der.” diyerek“Türk’üm” denilmesine karşı çıkıyor. Bir başka siyasi İslâmcı da , “her yere ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünün yazılmasından” şikâyet etmektedir.
Türklerin kurucusu ve sahibi olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk” olmaktan, “Türk kimliği”nden “Türküm” demekten bir Türk’ün rahatsız olabileceğini düşünmek mümkün mü?
“Hepimiz Hırantız.” “Hepimiz Ermeniyiz.” diye sokaklara çıkıp nara atanlar, Türk vatanı , Türk milleti, Türk devleti adına şehit edilen Mehmetçikler için bir gün bir defa çıkıp, “Hepimiz Türküz.”, “Hepimiz Mehmetçikiz.” diyebiliyorlar mı?
Türkiye’de “Türk”ün ve “Türkçülüğün” düşmanı, önce Türk’ün ekmeğini yiyen, Türk’ün koynunda beslenenlerdir. Dışarının işbirlikçisi de bunlardır. Bunlar bilinen durumlardır. Hain her zaman hainlik yapacaktır. Bu onun şanındandır. Bunlara üzülmüyoruz.
İnsanı bir Türk ve Türkçü olarak üzen, halis muhlis Türk asıllı, Türk kökenli, Türk oğlu Türk olanların, “Türk” ve “Türkçülük”sözlerine, kavramlarına ilgisiz kalması veya propagandalara kanarak, soğuk bakmasıdır.
***
[1] Kemal Atatürk, Nutuk, (Haz.) Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, AAM.,Ank. ,2004, s.607.
[2] Prof.Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, TTK, Ank. 1998,s.351.
[3] Türkiye’deki etnik gruplar ve bu konuda Türkiye üzerinde oynanan oyunlar için bak. Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, 12. baskı, Ank.2005.
[4] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Yay.Hazırlayan İsmail Acar, Liva Yayınevi, İst. 2005,s.177.
[5] Nutuk, s….( Bugünkü Türkçe ile Atatürk şöyle diyor: “Asıl olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.Bu esas, ancak tam istiklâle sahip olunarak sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde yaşarsa yaşasın istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık içinde uşak olmaktan başka bir değer ifade etmez. Uşak muamelesine tabi tutulur.”
[6] Nutuk, 10. Baskı,İst. 1970, s.897.
[7] Atatürk’ün Söylev ve Demeçler adı altında toplanan konuşmalarının pek çoğu, Türk Ocakları şubelerinde yaptığı konuşmalardır.
[8] İsmail Acar, Türk Ocakları, Balıkesir Şubesi yay.,2005,s..
[9] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İnk.Tarihi Enst.,Ank.1981,C.2, s.143.
[10] Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Tür Dili-Belgeler-, TDK., Ank. S.361; Füsun Üstel, Türk Ocakları, İletişim y., s. 366.
[11] Abdülkadir İnan, Türk Kültürü, Yıl 1963, sayı: 13.
[12] Tarih-1V, İst.1931, s.181-182.
[13] “Millî hükümet” , Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’dir. Ancak,kastedilen de “Türkiye Cumhuriyeti”dir.
[14] İsmail Habib (Sevük), Yeni Edebî Yeniliğimiz, 2. baskı,İst.1941,s. 565 vd. (Birinci Baskı,1930)
[15] Ziya Gökalp Atatürk ilişkisi için bak: İsmail Acar, Türkçülüğün Esasları Üzerine Bir Değerlendirme, Liva Yay., 2005.
[16] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz. İsmail Acar, Liva yayınevi, 2005,s.49.
[17] A.g.e, s. 49.
[18] Yusuf Akçura, Türkçülük-Türkçülğün Tarihî Gelişimi-, Hz. Sakin Öner, Türk Kültür Yayını, İst.1978, s. 230-231.; (Yusuf Akçura’nın bu eserinin , 2007’de İlgi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından Üç Tarz-ı Siyaset ile bir arada güzel bir baskısı yapılmıştır.)
[19] Sadri Maksudi’nin Türk milliyetçiliği ve milliyetçileri için, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları adlı eseri bugün de önemli bir kaynak eserdir..
[20] Sadri Maksudi, Türk Dili İçin, Türk Ocakları Kültür Sanat Yayı, İst.1930, s.290.
Kaynak : http://w3.balikesir.edu.tr/~iacar/ckftm.1.htm
Bir yanıt yazın