“TURNALAR NEREDEN GELİRDİ?”
HÜSEYİN MÜMTAZ
Köpürmesin diye kulplu kupanın eğilerek doldurulduğu birayla başlanılan, Sarhoş/Sarı/İkinci Selim’in kumandaria şarabıyla devam edilen ve hacıbavlu konyak ile noktalanılan bir gecenin sabahı..
Yahut ertesi gecesi.. Zaman karışmıştır.
Meret bardakta durduğu gibi durmaz elbet.. O kadar kadefin/şişenin dibine vurulduğunda elbet aşık olunacaktır..
Ama neden ille de bütün kızlar “Bizans’tan kalmadır”, bütün “Ottomandigolar” neden ille de Thalassa, Olga yahut Yanulla’ya âşık olmalıdır?
Neden “Karpaslı Mama O Şerife –Hanım-a” değil de Thalassa’ya?
Nazım Beratlı, “TURNALAR NEREDEN GELİRDİ?”de (Işık Kitabevi. Lefkoşa Nisan 2006; Kalkedon, İstanbul 2008) 1950’li yılların Lefke’sini beş-altı yaşlarında bir çocuğun gözünden anlatır.
1571’de gelen Türklerin adada ilk yerleştiği kasabadır Lefke.
Çoğunlukla Türk’tür, biraz Rum, daha az Ermeni aile vardır. Sakin bir Akdeniz adasının, sakin bir köşesinde sakin günler yaşarlar. Herkes kendi işinde gücündedir, kimse kimsenin dinine-diline-âdetlerine karışmaz.
Ezan’a çan sesi, “Ve leddalin amiin”e, “o kirie leison” karışır.
“Dili dile değdirerek” birbirlerinin dilini öğrenirler.
Âşık olunur ama asla evlenilmez, örf engel olur, sevdalanmakla yetinilir.
Sakin Akdeniz adasının sakin kasabasındaki sakin hava EOGA’nın Diğenis’iyle, Markos Drakos’uyla bozulur.
TMT kurulur.
İngiliz pek karışmaz, seyircidir yahut iki tarafın kendisiyle değil, birbirleriyle didişmesini, uğraşmasını tercih eder, sanki göz yumar.
Beş yaşındaki çocuğun Yanulla’nın gözlerindeki, Olga’nın kucağındaki, Thalassa’nın incir dürümlü cevizlerindeki dünyası “Gâvur” sözcüğüyle bozulur..
Sonrası çorap söküğü gibi gelir.
Romanın “gâvur”dan sonraki ikinci çarpıcı bölümü Yanulla ile küçük çocuğun, çocuk akıllarıyla gece yatarkenki Müslüman-Hristiyan hesaplaşmasıdır.
Dört sayfalık ibret verici tirad küçük çocuğun, “Allah baba ayni, cehennem beraber, neçün dua ayrı?” sorusuyla son bulur.
Bu bölüm Atsız’ın “BOZKURTLAR”ındaki Onbaşı Yamtar’ın iki papazla tartışmasıyla neredeyse eş değerdedir.
Orada da Yamtar, Rum Papaz’a; “- Tanrı bir midir? Bizim Tanrımızla Çinlilerin Tanrısı bir midir?” sorusunu sormamış mıydı?
Ve nihayet son bölüm..
TMT mensubu şehidin cenaze namazı sahnesini önce Alfred Hitchcock yönetti/yazdı diye düşündüm sonra İtalyan gerçeküstü yönetmenlerden Fellini yahut Antonioni’de karar kıldım.
“Yediden yetmişe bütün kasaba oradaydı.
Güngörmüş yaşlılar, dudaklarında kıpır kıpır dualarla, yetmiş yıl önce bir gün ansızın çekip gitmiş ve onları öksüz çocuklar gibi yabancı ellere bırakmış bulunan Osmanlı’nın her gün bekledikleri geri dönüşünün, artık yakın olduğunu fısıldamaktaydılar. Tekbir ve Fatiha sesleri arasında… Ellerinde sarı kehribar tespihlerin, düşen her tanesi; -Gelecekler-gelecekler-gelecekler- demekteydi”.
Önce İngiliz Sömürge Yönetimi’nin yasakladığı bir marşın, “Korkma Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraı kasaba göklerine yükselir.
Sonra kalabalığın arasından bir kadın yirmibeş yıldır yasaklanan ay-yıldızlı bayrağı kaldırır.
Nazım Beratlı 50’lerin Lefke’sini, Kıbrıs’ını, Kıbrıs Türkleri’nin Hürriyet ve İstiklâl mücadelesini anlatırken….
2015’in; uzak köşelerinde İstiklâl Marşının söylenemediği, al bayrağın dalgalandırılamadığı Türkiye’sini düşündüm.
“TURNALAR NEREDEN GELİRDİ?”yi okumanın tam zamanıdır.
Türk dili ve edebiyatı, 63 yaşındaki Nazım Beratlı’ya ve romanın kahramanı 5 yaşındaki küçük Nazım’a çok şey borçludur. 27 Eylül 2015
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın