TERÖRÜN MENŞEÎ VE BİR İŞBİRLİKÇİ

Yaşanan çatışma ortamının sonlandırılmasını talep etmek üzere bir araya gelen ve Barış Mitingi’ne yürüyen vatandaşlar, Ankara Tren Garı önünde Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemine tanık oldular.
Ulusça çok derin bir üzüntüdeyiz.
 
*
Bu yazı terörün menşeîni soruşturanlara, YCHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu’na ve barış isteyen iyi insanlara yazıldı.
 
*
Türkler, Sevrés Anlaşması’nın şartlarından Türkiye Cumhuriyeti ulusal devletini kurarak çıktıklarında, devletin temellerini Doğu ve Batı arasında yaşanan eski ve yeni çatışmasının çözümlenmesiyle oluşturdular.
Bağımsız Türkiye her alanda devrimlerle yeni bir zihniyete doğuyor, bir vesayetin reddedilmesiyle bir diğer vesayet reddediliyordu.
Batılı bir demokratik düzen, ulusun iradesine ve onu gerçekleştirecek lâik hukuk düzenine dayandırıldı ve kurumlar geliştirildi.
Türkler çağdaş medeniyet hedefiyle insanlığın müşterek medeniyetine ortak oldular.
 
*
Lâik hukuk düzeni, cehalet ve hurafelere dayanan irticaî kesimler ve ulus devleti bölmeye yeltenenlerle mücadele etmenin koruyucusuydu.
Devrimin din özgürlüğünü sınırlaması ise irticaî görüşlerin devlet hayatı ve sosyal yaşam üzerindeki müdahalesini önlemek adına yapıldı.
 
*
Ama Doğu’nun Ortaçağ zihniyetinden kurtulma cehdi olarak “Batı medeniyeti bir bütündür ancak bütünlüğü ile alınabilir, bu kesin karardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana genel olarak kabul edilmiş prensip budur” düşüncesine rağmen, 
“İslam’ın manevi üstünlüğünden hareketle Batı’dan alınacak bir şey olmadığı, yalnızca teknik iktibaslarla yetinilmesini gerektiği” düşüncesi yeşerdi… 
 
*
“Batı’dan alınacak bir şey olmadığı” irticaî  görüşü, Cumhuriyet Devletini Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri saydı.
Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle, dertleri Batı’ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalıydı!
“İslamiyet üstündür,reforma ihtiyacı yoktur” fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddettiler.
Türkiye’nin  Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup  serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü hiç bir zaman benimsemediler.
 
*
Nihayet ABD, Ortadoğu’da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta müttefiki Türkiye’nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullanmaya karar verince,
Müştereken neoliberal pazarların güvenliği için sosyo-politik olarak milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halkın tepkisini kışkırttılar.
 
*
Yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri,sendikaları, medyası ve kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak,
Bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında Cumhuriyet devleti ve rejimini yeniden yapılandırdılar.
Osmanlıcılığın “sınırlar içinde yaşayan herkes ırk,din,dil ayrımı olmaksızın eşittir”,  İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir” sentezini uygulamaya başladılar…
 
*
Bu sıralarda “Çözüm Süreci ” devam ediyor, o günün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında konuşuyordu.
“Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; “bölünürüz, parçalanırız, dağılırız”, hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Yaptığımız hangi reform Türkiye’yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye’nin dağılmasına sebep oldu?” diyor, 
Bir başka korku aracının da “irtica korkusu” olduğuna işaret ederek, 150 yıldır milletin değerlerine sahip çıkmasına, inançları yaşamasına  irtica gelir korkutmasıyla karşı çıkıldığını söylüyordu…
 
*
Erdoğan grupta konuşurken, dışarıda BDP Milletvekili İdris Baluken, İmralı’da BDP-HDP heyeti ile Abdullah Öcalan görüşmesinin ayrıntılarını aktarıyordu.
“Sayın Öcalan AKP hükümetinin çözüm sürecine ilişkin  henüz yasal düzenleme yapmamasını eleştiriyor. Demokratik Toplum Kongresinin sivil toplumun parlamentosu olması gerektiğini belirtti. Özerklik Yasası ile Demokratik Toplum Yasası önerilerinde bulundu” diyordu…
 
*
Orada devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt vatandaş, merkeziyetçi yönetime karşı çıkan BDP çatısı altında, tüm kitle örgütlerinde ve yerel yönetimlerden  en ücradaki evlerde kadar örgütlenmişti.
Seçimle işbaşına gelinmiş  Diyarbakır, Mardin, Van gibi  büyükşehirlerde etnik, kültürel  faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşasına başladılar.
Petrol ürünleri ve bakır, kalay, krom gibi önemli madenlerin ve Karakaya, Atatürk, Keban gibi büyük barajların, hidroelektrik santrallerinin işletilmesinde karar sahibi olmak ve gelirlerinden asgari yüzde 20’lik bir pay talep ediyorlardı…
 
*
Avrupa Komisyonu’nun Sivil Toplum kuruluşlarının işleyişlerini engelleyen yasal çerçevenin değiştirilmesi talebi doğrultusunda “Demokratik Toplum Yasası”nın çıkarılmasını dayattılar.  
Böylece mali ortamın,özel bağışlar ve sponsorlara yönelik vergilerin ve teşviklerin,kamu fonlarının,hibelerin,vergi muafiyetlerinin ve kamu yararı statüsünün yeniden belirlenmesini,
Ardından kendi sivil toplum kuruluşlarının isteklerini duyuracakları ve politika yapımında yer alacakları katılımcı mekanizmaların oluşmasını öngördüler.
 
*
Diğer tarafta Demokratik Toplum Kongresi ise Kürdistan halklarını; kendi statülerini kendi özgüçleri ve özgün siyasetleriyle,gerektiğinde silahla gerçekleşen halk devrimi vasıtasıyla,
Türkiye’yi açığa çıkan iradeyi tanımaya, esas almaya ve  halkın Cumhuriyet devletini Kürt halkının haklarını tanıması için baskı kurmaya çağırıyordu. 
 
*
AKP Hükümeti de bir taraftan çözüm sürecini yürütüyor, öte yanda hem Kürtlerin ayaklanma siyasetine ve terör uygulamalarına karşı,
Hem de İslam Birliğinin sürdürülebilir gelişimi, birlik, karşılıklı işbirliği çerçevesinde teknik ve sosyal faaliyetlerde ortak refleksler geliştirmenin koordinasyonu için  ülkeden 300’ü aşkın sivil toplum ve yardım kuruluşunu; 
Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) şemsiyesi altında topluyordu.
 
*
TİKA, bir yanıyla İslâmcı bir medeniyeti kurma iddiasında Türk Dış politikasının bazen ekonomik,bazen ilişkide olduğu halklarla ya da ülkelerle bağlantılarını güçlendirmek, bazen yeni nufuz alanları açmak görevini üstlenmiştir.
Bir yanıyla da İslamcılığın gelişmesini teminen Tunus’ta  Libya, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de isyan hareketini yürüten İslâmcı örgütlere, rejimlere açıkça  hem yurt içinde hem yurt dışında stratejik, taktik ve lojistik hizmetler sunuyor…
 
*
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Türkiye’de istihbaratın,emniyetin olduğu kadar Türkiye dışında ne kadar cami, Türk derneği, hastanesi, şirketi, okulu, vakıfı varsa bunların esas kurucusu, örgütleyicisi ve yöneticisidir.
TİKA ise MİT’in bu omurgası üzerinden beş kıtada bir ağ halinde yayılmış ve İslamcı örgütlemeye katkı sağlamaktadır.
Bazıları İŞİD, El Nusra gibi radikal örgütlere eleman yetiştirmek amacıyla propaganda, örgütleme ve eğitim faaliyetlerini yürütüyor.
Amerika, Asya, Avustralya ve Avrupa kıtalarından  Suriye ve Irak’a getirilen militan, silah,savaş araçları ve ekipmanların akışını TİKA’ya bağlı yapılar sağlıyor…
Suriye ve Irak’ta  kâh IŞİD,El Nusra gibi terör örgütleri,kâh Özgür Suriye Ordusu operasyonlarına destek oluyor. 
 
*
Bir diğeri Erdoğan’ın teşvikiyle hazineden finanse edilen,AKP zihniyetine bağlı emekli askerlerin kurduğu, “Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi” (SADAT) adı altında faaliyet gösteren kontragerilla kurumudur.
Bir özel savaş kurumudur ve Kürt hareketinin bulunduğu dört parçada savaştırmak amacı ile toplanan IŞİD, El Nusra gibi çetelere ve kimi dinci kontralara kontrgerilla eğitimi veriyor.
Her türlü silahın kullanılmasını öğretiyor, gayri nizami harp yapmak üzere askeri operasyonları düzenliyor ve koordine ediyor…
 
*
Bir yanda kurumlaşmış bölücü Kürt terörü, öte yanda AKP’nin panİslam zihniyetinde devlet yapılanmasında kurumlaştırdığı örgütler ve bir ticari kurumun terörü beslemesi ve bir adım sonrasının boğazlaşmak olduğuna aldırmayan Recep Tayyip Erdoğan… 
Türkiye irticanın eline düşmüştür ve şimdilik fikren bölünmüştür…
 
*
Terörün menşei bu odaklarda soruşturulmalıdır.
Ayrıca her terör olayının sonunda, sonuca pel pel bakan, o yüzden terörün menşeindekilere işbirlikçilik yapan YCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu da unutmamak gerekiyor:
 
*
Kılıçdaroğlu, bir Kurtuluş Savaşı birikiminde Türk Milletinin hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığı içermeyen bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterli Cumhuriyet Devletinin idealist taahhütlerini CHP’den tasfiye etmiştir.
Yerine adam satmacılıkla kendini gösteren bir felsefe ve geleneğin kararlılığında konjonktürel oportunist bir sosyal demokrat harekete yönelmiştir.
Atatürkçü Düşünce Sisteminden gelen, ilişkilerinde yazısız kurallar ve geleneklerde yapısallaşmış ve kurumlaşmış, Kemalist tutarlılıkta davranış birliği içinde katılımcı,özgür insanlarıyla CHP’nin İl ve İlçe örgütlerini politikanın tüm alanlarından uzaklaştırmış,
Bu suretle Türk Ulus Devletinin AKP Devletine dönüşmesine göz yummuştur.
 
*
Bugün Kılıçdaroğlu’nun alı-moru deşifre olmuştur.
Tek derdinin 1 Kasım seçimlerinde muhtemel bir koalisyona ortak olmak ve bu debdebeyi ve tantanayı sürdürmek olduğunu, kandırmak istediği Türk halkı artık biliyor.
 
*
İşte, Ankara’daki katliamla ilgili Başbakan Davutoğlu ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, açıkça katliamın gerçek faillerini saklıyor.
Ya? Gözünün önündeki merteği görmüyor, seçim hükümetinin İçişleri ve Adalet bakanlarının istifasını, olmazsa azledilmelerini istiyor!
Ayrıca Selahattin Demirtaş’ın dışlanmasının yanlış olduğunu Başbakan’a söylediğini açıklıyor…
 
*
Terör işbirlikçisidir, diğerlerinin timsah gözyaşlarına ortak oluyor…
 
13.10.2015
Yaşanan çatışma ortamının sonlandırılmasını talep etmek üzere bir araya gelen ve Barış Mitingi'ne yürüyen vatandaşlar, Ankara Tren Garı önünde Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemine tanık oldular.
Ulusça çok derin bir üzüntüdeyiz.
 
*
Bu yazı terörün menşeîni soruşturanlara, YCHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu'na ve barış isteyen iyi insanlara yazıldı.
 
*
Türkler, Sevrés Anlaşması'nın şartlarından Türkiye Cumhuriyeti ulusal devletini kurarak çıktıklarında, devletin temellerini Doğu ve Batı arasında yaşanan eski ve yeni çatışmasının çözümlenmesiyle oluşturdular.
Bağımsız Türkiye her alanda devrimlerle yeni bir zihniyete doğuyor, bir vesayetin reddedilmesiyle bir diğer vesayet reddediliyordu.
Batılı bir demokratik düzen, ulusun iradesine ve onu gerçekleştirecek lâik hukuk düzenine dayandırıldı ve kurumlar geliştirildi.
Türkler çağdaş medeniyet hedefiyle insanlığın müşterek medeniyetine ortak oldular.
 
*
Lâik hukuk düzeni, cehalet ve hurafelere dayanan irticaî kesimler ve ulus devleti bölmeye yeltenenlerle mücadele etmenin koruyucusuydu.
Devrimin din özgürlüğünü sınırlaması ise irticaî görüşlerin devlet hayatı ve sosyal yaşam üzerindeki müdahalesini önlemek adına yapıldı.
 
*
Ama Doğu'nun Ortaçağ zihniyetinden kurtulma cehdi olarak "Batı medeniyeti bir bütündür ancak bütünlüğü ile alınabilir, bu kesin karardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana genel olarak kabul edilmiş prensip budur" düşüncesine rağmen, 
"İslam'ın manevi üstünlüğünden hareketle Batı'dan alınacak bir şey olmadığı, yalnızca teknik iktibaslarla yetinilmesini gerektiği" düşüncesi yeşerdi... 
 
*
"Batı'dan alınacak bir şey olmadığı" irticaî  görüşü, Cumhuriyet Devletini Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri saydı.
Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle, dertleri Batı'ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalıydı!
"İslamiyet üstündür,reforma ihtiyacı yoktur" fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddettiler.
Türkiye'nin  Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup  serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü hiç bir zaman benimsemediler.
 
*
Nihayet ABD, Ortadoğu'da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta müttefiki Türkiye'nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullanmaya karar verince,
Müştereken neoliberal pazarların güvenliği için sosyo-politik olarak milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halkın tepkisini kışkırttılar.
 
*
Yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri,sendikaları, medyası ve kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak,
Bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında Cumhuriyet devleti ve rejimini yeniden yapılandırdılar.
Osmanlıcılığın "sınırlar içinde yaşayan herkes ırk,din,dil ayrımı olmaksızın eşittir",  İslamcılığın "toplumu bir arada tutan temel faktör din'dir" sentezini uygulamaya başladılar...
 
*
Bu sıralarda "Çözüm Süreci " devam ediyor, o günün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında konuşuyordu.
"Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; "bölünürüz, parçalanırız, dağılırız", hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Yaptığımız hangi reform Türkiye'yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye'nin dağılmasına sebep oldu?" diyor, 
Bir başka korku aracının da "irtica korkusu" olduğuna işaret ederek, 150 yıldır milletin değerlerine sahip çıkmasına, inançları yaşamasına  irtica gelir korkutmasıyla karşı çıkıldığını söylüyordu...
 
*
Erdoğan grupta konuşurken, dışarıda BDP Milletvekili İdris Baluken, İmralı'da BDP-HDP heyeti ile Abdullah Öcalan görüşmesinin ayrıntılarını aktarıyordu.
"Sayın Öcalan AKP hükümetinin çözüm sürecine ilişkin  henüz yasal düzenleme yapmamasını eleştiriyor. Demokratik Toplum Kongresinin sivil toplumun parlamentosu olması gerektiğini belirtti. Özerklik Yasası ile Demokratik Toplum Yasası önerilerinde bulundu" diyordu...
 
*
Orada devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt vatandaş, merkeziyetçi yönetime karşı çıkan BDP çatısı altında, tüm kitle örgütlerinde ve yerel yönetimlerden  en ücradaki evlerde kadar örgütlenmişti.
Seçimle işbaşına gelinmiş  Diyarbakır, Mardin, Van gibi  büyükşehirlerde etnik, kültürel  faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşasına başladılar.
Petrol ürünleri ve bakır, kalay, krom gibi önemli madenlerin ve Karakaya, Atatürk, Keban gibi büyük barajların, hidroelektrik santrallerinin işletilmesinde karar sahibi olmak ve gelirlerinden asgari yüzde 20'lik bir pay talep ediyorlardı...
 
*
Avrupa Komisyonu'nun Sivil Toplum kuruluşlarının işleyişlerini engelleyen yasal çerçevenin değiştirilmesi talebi doğrultusunda "Demokratik Toplum Yasası"nın çıkarılmasını dayattılar.  
Böylece mali ortamın,özel bağışlar ve sponsorlara yönelik vergilerin ve teşviklerin,kamu fonlarının,hibelerin,vergi muafiyetlerinin ve kamu yararı statüsünün yeniden belirlenmesini,
Ardından kendi sivil toplum kuruluşlarının isteklerini duyuracakları ve politika yapımında yer alacakları katılımcı mekanizmaların oluşmasını öngördüler.
 
*
Diğer tarafta Demokratik Toplum Kongresi ise Kürdistan halklarını; kendi statülerini kendi özgüçleri ve özgün siyasetleriyle,gerektiğinde silahla gerçekleşen halk devrimi vasıtasıyla,
Türkiye'yi açığa çıkan iradeyi tanımaya, esas almaya ve  halkın Cumhuriyet devletini Kürt halkının haklarını tanıması için baskı kurmaya çağırıyordu. 
 
*
AKP Hükümeti de bir taraftan çözüm sürecini yürütüyor, öte yanda hem Kürtlerin ayaklanma siyasetine ve terör uygulamalarına karşı,
Hem de İslam Birliğinin sürdürülebilir gelişimi, birlik, karşılıklı işbirliği çerçevesinde teknik ve sosyal faaliyetlerde ortak refleksler geliştirmenin koordinasyonu için  ülkeden 300'ü aşkın sivil toplum ve yardım kuruluşunu; 
Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) şemsiyesi altında topluyordu.
 
*
TİKA, bir yanıyla İslâmcı bir medeniyeti kurma iddiasında Türk Dış politikasının bazen ekonomik,bazen ilişkide olduğu halklarla ya da ülkelerle bağlantılarını güçlendirmek, bazen yeni nufuz alanları açmak görevini üstlenmiştir.
Bir yanıyla da İslamcılığın gelişmesini teminen Tunus'ta  Libya, Mısır'da, Irak'ta, Suriye'de isyan hareketini yürüten İslâmcı örgütlere, rejimlere açıkça  hem yurt içinde hem yurt dışında stratejik, taktik ve lojistik hizmetler sunuyor...
 
*
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Türkiye'de istihbaratın,emniyetin olduğu kadar Türkiye dışında ne kadar cami, Türk derneği, hastanesi, şirketi, okulu, vakıfı varsa bunların esas kurucusu, örgütleyicisi ve yöneticisidir.
TİKA ise MİT'in bu omurgası üzerinden beş kıtada bir ağ halinde yayılmış ve İslamcı örgütlemeye katkı sağlamaktadır.
Bazıları İŞİD, El Nusra gibi radikal örgütlere eleman yetiştirmek amacıyla propaganda, örgütleme ve eğitim faaliyetlerini yürütüyor.
Amerika, Asya, Avustralya ve Avrupa kıtalarından  Suriye ve Irak'a getirilen militan, silah,savaş araçları ve ekipmanların akışını TİKA'ya bağlı yapılar sağlıyor...
Suriye ve Irak'ta  kâh IŞİD,El Nusra gibi terör örgütleri,kâh Özgür Suriye Ordusu operasyonlarına destek oluyor. 
 
*
Bir diğeri Erdoğan'ın teşvikiyle hazineden finanse edilen,AKP zihniyetine bağlı emekli askerlerin kurduğu, "Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi" (SADAT) adı altında faaliyet gösteren kontragerilla kurumudur.
Bir özel savaş kurumudur ve Kürt hareketinin bulunduğu dört parçada savaştırmak amacı ile toplanan IŞİD, El Nusra gibi çetelere ve kimi dinci kontralara kontrgerilla eğitimi veriyor.
Her türlü silahın kullanılmasını öğretiyor, gayri nizami harp yapmak üzere askeri operasyonları düzenliyor ve koordine ediyor...
 
*
Bir yanda kurumlaşmış bölücü Kürt terörü, öte yanda AKP'nin panİslam zihniyetinde devlet yapılanmasında kurumlaştırdığı örgütler ve bir ticari kurumun terörü beslemesi ve bir adım sonrasının boğazlaşmak olduğuna aldırmayan Recep Tayyip Erdoğan... 
Türkiye irticanın eline düşmüştür ve şimdilik fikren bölünmüştür...
 
*
Terörün menşei bu odaklarda soruşturulmalıdır.
Ayrıca her terör olayının sonunda, sonuca pel pel bakan, o yüzden terörün menşeindekilere işbirlikçilik yapan YCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu da unutmamak gerekiyor:
 
*
Kılıçdaroğlu, bir Kurtuluş Savaşı birikiminde Türk Milletinin hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığı içermeyen bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterli Cumhuriyet Devletinin idealist taahhütlerini CHP'den tasfiye etmiştir.
Yerine adam satmacılıkla kendini gösteren bir felsefe ve geleneğin kararlılığında konjonktürel oportunist bir sosyal demokrat harekete yönelmiştir.
Atatürkçü Düşünce Sisteminden gelen, ilişkilerinde yazısız kurallar ve geleneklerde yapısallaşmış ve kurumlaşmış, Kemalist tutarlılıkta davranış birliği içinde katılımcı,özgür insanlarıyla CHP'nin İl ve İlçe örgütlerini politikanın tüm alanlarından uzaklaştırmış,
Bu suretle Türk Ulus Devletinin AKP Devletine dönüşmesine göz yummuştur.
 
*
Bugün Kılıçdaroğlu'nun alı-moru deşifre olmuştur.
Tek derdinin 1 Kasım seçimlerinde muhtemel bir koalisyona ortak olmak ve bu debdebeyi ve tantanayı sürdürmek olduğunu, kandırmak istediği Türk halkı artık biliyor.
 
*
İşte, Ankara'daki katliamla ilgili Başbakan Davutoğlu ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, açıkça katliamın gerçek faillerini saklıyor.
Ya? Gözünün önündeki merteği görmüyor, seçim hükümetinin İçişleri ve Adalet bakanlarının istifasını, olmazsa azledilmelerini istiyor!
Ayrıca Selahattin Demirtaş'ın dışlanmasının yanlış olduğunu Başbakan'a söylediğini açıklıyor...
 
*
Terör işbirlikçisidir, diğerlerinin timsah gözyaşlarına ortak oluyor...
 
13.10.2015 - kilicdaroglu partisinin grup toplantisinda konustu 111777 5

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir