Sevgili dostlar, Yarbay Ali Tatar, üzerine atılan suçu onuruna yediremeyip intihar etmişti. Geçenlerde “Poyraz Köy Davası”ndaki tüm sanıkların beraat etmesiyle o da aklandı…
Bir zamanlar, orduya kumpas kuranlarla birlikte yandaş gazeteciler de komutanlara ağzına geleni söylüyor, en ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. Engin Ardıç da bunlardan biriydi. Bir yazısında sağlığını yitiren ve intihar eden kişileri “Tahtakurusuna, mermiye kafa atanlara” benzetmişti… Ben de ona bundan tam 5 yıl önce, 4 Ocak 2010 tarihinde yanıt niteliğinde bir makale yazmıştım. Önce bu köşe yazarının yazısından bir bölüm alacağım, sonra da benim, “AKP, Ordunun Kanadını Kırıyor…” Başlıklı makalemi yayınlayacağım. Sizlerden biraz uzun da olsa bu yazımı sabırla okumanızı rica ediyorum. (A.E)
Efendiler Nereye? Engin Ardıç
“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?
Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar… Galiba şafak attı, güneş doğuyor, tahtakuruları nereye?”
Yukarıda bir bölümünü okuduğunuz yazı, duru Türkçe’nin büyük ustası Refik Halit (Karay) (Her ikisi de aynı yolun yolcusu, Refik Halit Karay da Kurtuluş Savaşına karşı çıkmış, zaferden sonra yurt dışına sürgün edilmişti… (A.E) tarafından, 5 Kasım 1918 günü Zaman gazetesinde yayınlanmıştı… Evet, taa doksan yıl önce… Dili de taptaze…
Bir süredir ülkemizde bazı kişilerin yaşadığı “sağlık sorunlarını” görünce bu yazıyı hatırladım.
Ayılanlar bayılanlar, merdivenden kayanlar, yurt içinde ya da yurt dışında kalbi sıkışanlar, mermiye kafa atanlar…
Efendiler, hesabı ödemeden nereye?”
AKP, ORDUNUN KANADINI KIRIYOR… Ali Eralp
“Deveye boynun neden eğri?” diye sormuşlar. “Nerem doğru ki…” demiş.
Şöyle çevrenize bir bakın. Ama dikkatli, alıcı gözle bakın.
Yanlış gitmeyen, ters gitmeyen bir şey var mı? “Doğru” olan, düzenli işleyen bir şey görüyor musunuz?
İşçiler ayakta, öğretmenler ayakta, memurlar ayakta, barolar ayakta, eczacılar ayakta… Herkes hak, hukuk arıyor, çözüm bekliyor. Ama çözüm yok. Çözüm biber gazı, cop, boyalı su…
Övünebileceğimiz, gurur duyacağımız bir yanımız kaldı mı?
Bu ülke, Cumhuriyet tarihi boyunca görmediklerini, duymadıklarını, yaşamadıklarını bu “Haçlı İrtica” sayesinde gördü, duydu, yaşadı.
Anayasadaki “Türk” sözcüğü bile AKP’li milletvekilini rahatsız etmekte.
Demirleri eritip, dağları delen şanlı Ergenekon kahramanları bu iktidar zamanında ayağa düşürüldü.
Türk Ordusu bu iktidar zamanında “Arı kovanı”na benzetildi.
Devlet sırlarının saklandığı Özel Harp Dairesine girilip, belge aranması “Arı kovanına çomak sokulması” olarak nitelendirildi.
Ordu tertipçilikle, suikastçılıkla suçlanıyor. Ordu sorguya çekiliyor. Başsavcı, sorunu Genel Kurmaya bildirip, bilgi alacağı yerde gidip karargâhı basıyor.
Devlet kurumları birbiriyle çekişiyor, birbirini suçluyor. Devlet birimleri birbirine güvenmiyor.
Herkes dinleniyor. Yargıtay, Danıştay, başsavcı, politikacı, subay, sendikacı, gazeteci… Say sayabildiğin kadar.
Herkes denetim altında.
Herkes darbeci! Herkes birilerine suikast hazırlıyor! Herkes tertip içinde.
İktidar kendisine muhalefet eden kim varsa, ona bir suç etiketi yapıştırıp içeri atıyor. Yandaş medya ile birlikte korku filmlerine taş çıkartacak senaryolar hazırlıyor.
YALAKA BASIN
Peki, günümüzün “Mütareke Basını”nı da izliyor musunuz?
Kurtuluş Savaşına ve Mustafa Kemal’e karşı çıkan Ali Kemal’leri, Ref’i Cevat Ulunay’ları, Refik Halit Karay’ları mumla arıyoruz.
Ordumuza, ordumuzun yiğit subaylarına ağza alınmayacak sözler söylüyorlar.
Hani utanmasalar, korkmasalar, çekinmeseler, PKK hainleri ile dövüşüp yaşamını yitiren kahraman şehitlerimize bile dil uzatacaklar.
“Niye vatanı savundu, neden Kürt gerillasına (onların sözlüğünde teröristin adı gerilla) kurşun sıktı?” diye onları suçlu çıkaracaklar…
Kendisine yapılanları onuruna yediremeyip, canına kıyan bir Türk subayının ardından bakın Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç neler yazıyor:
“Galiba şafak attı, güneş doğuyor, tahtakuruları nereye?”
Eşinin anlatımı ile “babalarının intiharını henüz çocuklarının bile tam olarak algılayamadığı” hüzün verici bir ortamda, bir subayımıza “tahtakurusu” denilmektedir.
Suçu kanıtlanmadan ölen bir kişinin arkasından böyle hayâsızca söz etmek, konuşmak, iftira atmak hangi kitapta yazar?
Hangi gelenek ve görenekte vardır?
Dine imana sığar mı bu? Onlar ki Müslümanlık denilince mangalda kül bırakmazlar.
Bu ülkenin savunmasını üstlenen, canla başla görev yapan ordusunu, subayını kötülemek, küçük düşürmek, tertip ve planlar içerisinde bulunduğunu göstermeye çalışmak kime ne kazandırır? Kimi yüceltir?
Batı basını bile Türk Ordusuna karşı bu denli acımasız, pervasız davranmıyor. Her şeye karşın kıyısından kenarından gerçekleri dile getiriyor.
İngiliz Daily Telegraph gazetesi, “Ordunun Yatak Odasına Baskın” diye başlık atmış.
Arkasından da ekliyor: “AKP, Ordunun Kanadını Kırıyor…” (Cumhuriyet, 30 Aralık, 2009)
Kanadı kırılmayan kuruluş kaldı mı Türkiye’de?
Yargı, teslim alındı. Basın teslim alındı. Tüm cumhuriyet kurumları ateş altında… Yargı, yaralı kuşa döndü. Diledikleri gibi yönlendiriyorlar:
“Otur otur, kalk kalk… Özel Harp Dairesi”ne gir. Devlet sırrı niteliğindeki belgeleri didik didik et. Aman, sakın ha PKK’lılara ilişme! BDP’lileri, DTP’lileri adliyeye getirme! Onların dokunulmazlığı var. Sonra ABD, AB ne der… Dostlarımızı küstürmeyelim, gücendirmeyelim!”
1.Dünya Savaşının ardından ülkemizi işgal eden İngiliz, İtalyan ve Yunan orduları bile bugünkü ABD, AB emperyalistleri kadar vatanımızın “Harim-i İsmeti”ne (kutsal ocak) girmemiş, girememişti.
Türkiye halkı onları Atatürk’ün önderliğinde “Vatanın Harim-i İsmetinde boğmuştu”.
Ne diyelim, sözün bittiği yerdeyiz…