Anagnostopulu: Göçmenlerin Sorumlusu ABD ve AB
Göçmen krizi ile ilgili herşeyi özetleyen bu cümlenin sahibi Yunan Syriza partisinden Anagnostopulu. Avrupa İşlerinden Sorumlu eski bakan Sia Anagnostopulu, özellikle Midilli adası çevresinde yaşanan mülteci dramlarıyla ilgili suçlamalara karşı bu cevabı son derece önemlidir. Ona göre: “Ortadoğu’daki durum ABD ve AB politikalarının bir sonucu. On yıllar boyunca oradaki ülkeleri mahvetmek ve şu anki noktaya gelmek için her şeyi yaptılar. Bu da krizin sorumlusunun ABD ve AB olduğunu gösteriyor.”
Belirtmek gerekir ki mülteci sorunu, uluslararası ilişkilerin gittikçe genişleyen bir konusu. Bir tarafta hızla yaygınlaşan kitle imha silahları, diğer taraftan mekânsal uzaklığın ve sınırların anlamını kaybettiği küreselleşen dünya. Örneğin 1856-1876 arasında Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmesiyle o güne kadar yaşanan en büyük göçlerden biri yaşandı. 1.000.000 civarında Kafkasyalı Türkiye yollarına düştü. 93 Harbinden sonra Rumeli’den Anadolu’ya yıllarca muhacir akmıştır. Fakat bunların sayısı bugün sadece Suriye’de evini barkını bırakıp yeni yurt arayanlarınkine ulaşmamaktadır. Rusya’nın Afganistan’a müdahale sonrası komşu ülkelere ve dünyanın her yerine sığınma yollarına düşenlerin sayısı da oldukça fazla.
ABD’nin 2003’te Irak’a müdahalesi ile başlayıp Tunus’tan Suriye’ye haritaları allak bullak eden gelişmeler sonucu ülkesi, yuvası darmadağın olanların sayısı 10 milyonlarla hesaplanmaktadır. Libya, Suriye, Irak gibi ülkeler fiilen en azından üçe bölünmüş durumdadır. Her ülkede onlarca silahlı grup ellerine tutuşturulan silahlarla karşı tarafa rastgele ateş etmektedir. Bu ülkelerde can güvenliği bilinmeyen bir şey haline gelmiştir. Ekonomi, üretim, istihdam, refah diye bir şey kalmamıştır.
Çatışmalar öncesi dünya standartlarının orta alt grubunda yer alan bu ülke halklarının bir şekilde gününü geçirdikleri düzenleri, evleri, işleri bulunmaktaydı. Bugün en iyi gelir kalemi bir gruba katılıp karşı tarafa ateş açmak, verilen hedeflere bomba yağdırmak. Arap Baharı’nın başladığı 2011’den beri ekonomik altyapı bütünüyle çökmüştür. Ancak hiçbir şekilde silah sıkıntısı yaşanmamaktadır. İleri teknolojik ürünler dahi bölgeye kolayca ulaştırılabilmektedir. Tıpkı Türkiye sınırları içindeki teröristlerin sahip olduğu silahlar gibi.
Libya’dan Suriye’ye, Yemen’den Irak’a hatta Afganistan’a kadar bu ülkelerin insanları sefaletten kurtulup güvenli bir gelecek aramaya çıkmışlardır. Çünkü kendi ülkelerinde yarına sağ çıkma ihtimalleri zayıftır. Belirtmek gerekir ki haber kanallarında karşımıza çıkanlar, birçoğu denizlerde boğulanlar, yaşadıkları ülkenin bir dereceye kadar varlıklı olanlarıdır. Çünkü Ege veya Akdeniz kıyısına kadar gelebilmek için her aile fert başına binlerce dolar harcamak zorundadır. Bunu denkleştirmek için de memleketindeki işyerini, tarlasını, hayvanını bir şekilde elden çıkartmıştır.
Sorulması ve soruşturulması gereken konu: Bu ülkelerde ekonomi bu derece çöktüğü halde çarpışan gruplar silahları nasıl temin edebiliyorlar? Daha önemlisi, on milyonların yollara düşmesine, denizlerde çırpınmasına yol açan bu sürecin başındaki silah şirketlerini denetlemek veya doğrudan silah temin eden ülkelere karşı yaptırımları tartışmak niçin gündeme gelmiyor? Yunan Bakan’ın haykırdığı gerçek tam da burada düğümlenmektedir.
ABD’deki Afrikalıların kendilerini bu ülkede görmek istemeyen beyazlara karşı sloganı: “We are here, because you were there!” (Siz orada –Afrika’da- olduğunuz için biz şimdi buradayız!) Bugün Avrupalılar ülkelerinde bu fukara mültecileri görmek istemiyorlar. Aslında parası veya kariyeri olanları bir taraftan kabul ediyor. Eski Yunan bakan ise lafı hiç dolaştırmadan gerçek suçluları teşhis ediyor: “ABD ve AB.. oradaki ülkeleri mahvetmek ve şu anki noktaya gelmek için her şeyi yaptılar.”
Aslında bu gerçek kimsenin meçhulü değildir. Yunan bakanın elindeki bilgi ve belgeden çok daha fazlası bizde olmalıdır. Ve bu mahvetme politikalarının çok önemli bir kısmı bize karşı yapıldı ve yapılmaya devam etmektedir. Son iki aydaki şehit cenazeleri iç savaşın en yoğun olduğu ülkelerle karşılaştırılabilir. Fakat merak ettiğim bu derece saldırının şiddeti arttığı halde niçin yetkililer bu gerçekleri kamuoyu ile paylaşmazlar. Mesela ABD’nin terör örgütüne destek kalemleri çok iyi bilinmektedir. Beyaz Saray’ın terörle mücadelemize destek beyanları, icra organlarının tam tersi istikamette sürüp giden uygulamalarını etkilememektedir.
Son olarak Kandil’in bombalanması esnasında ölenlerden biri Alman istihbaratçı çıktı. Cesedinin Almanya’ya gönderilmesi konusunda günlerce tartışmalar yaşandı. Fakat bu gerçek kamuoyu ile paylaşılmadığı gibi Almanya mesela bu düşmanlık politikasından dolayı protesto edilmedi. Alman istihbaratından ekiplerin Kandil’de terör örgütü üyelerine hendekler kazma, menfezlere patlayıcı yerleştirme, şehir savaşları yapma konusunda niçin eğitim verdiklerinin hesabı sorulmadı. Halbuki aynı günlerde birçok kentte hendek kazma ve şehir savaşları gündeme geldi.
ABD ve Almanya bizim resmen müttefiklerimiz. İlişkilerimizi bozmamamız gerek. Acaba ilişkilerimizi bozarsak ne olur? Kendi paramızla aldığımız silahları, ülkemizi savunmada kullanmayı engellemekten daha fenası ne olabilir? Bu araçların kodlarını teröristlere aktarmaktan daha düşmanca ne yapılabilir? Askerimizi, polisimizi öldüren, ülkemizi bölmek için yıllarca kumpaslar kurmaktan daha tehlikeli ne gibi bir politika uygulayabilirler? Yoksa gerçekleri dünya kamuoyunda ilan edip gerekli politik girişimlerde bulunduğumuzda yöneticilerin çekindikleri başka şeyler, kişisel riskler mi var? Kişisel riskler, ülkenin bekasının önüne geçmişse durum çok daha vahim demektir.