Site icon Turkish Forum

Büyük Ortadoğu Projesi çöktü mü ???

Barış Doster

bop
Hazırlıkları daha önce başlasa da, sonradan adı Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP) olarak değiştirilen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP), 2000 yılında Davos Zirvesi’nde Dick Cheney dillendirmişti. Türkiye’de de yakından tanınan ünlü Ortadoğu uzmanı, siyaset bilimci Prof. Dr. Bernard Lewis de, projenin akıl hocalarından biriydi. 2001’de, 11 Eylül saldırılarını bahane eden ABD Afganistan’ı işgal etti. 2003’te de Irak’ı. Bölge ülkeleriyle birlikte Türkiye’yi de bölen, ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayınlanan BOP haritaları belleğimizdedir.
Proje kapsamında, çoğu Osmanlı İmparatorluğu’nun hükmettiği topraklarda kurulmuş 35 kadar ülke vardı. 22 Arap ülkesi, 5 Arap olmayan Ortadoğu ülkesi, 5 Orta Asya ülkesi, 3 Trans Kafkasya ülkesi ABD’nin hedefindeydi. Washington, 3 semavi dinin doğduğu toprakları, 3 kıtanın birleştiği stratejik bölgeleri, zengin enerji kaynaklarını daha çok denetlemek istiyordu. İsrail’in güvenliği, hızla yükselen Çin’in enerji gereksinimi, Rusya’nın yeniden güçlenmesinin önlenmesi, bölgede ikinci bir İsrail işlevi görecek bağımsız Kürdistan’ın kurulması, İran’ın kuşatılması gibi önemli maddeler vardı ajandasında. Kitle imha silahlarının, uyuşturucu trafiğinin, etnik çatışmaların, terör örgütlerinin, insan hakları ihlallerinin önlenmesi, demokratik rejimlerin kurulması bahaneydi. Afganistan ve Irak işgalleri de, ABD’nin başıbozuk devletler listesinde bulunan İran ve Suriye’ye yönelik baskılar da, BOP kapsamındaydı. Süreç inişli-çıkışlı ilerledi, ilerliyor. BOP tıkandı, Arap Baharı da öyle. ABD Türkiye’de hedefine ulaştı. Suriye’de tıkandı. Mısır’da kendi adamlarını feda etmek, uzlaşmak zorunda kaldı.
Görebilen gözler, tarih okumuş kafalar, siyasal iktisat bilen akıllar için gelişmeler şaşırtıcı değil. Irak ve Suriye’nin parçalanmasının, er geç Türkiye ve İran’ı da parçalayacağını görmek için, “stratejik derinlik” sahibi olmak gerekmiyor. İran bunu görüyor. O yüzden de, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında, en kazançlı çıkan ülke olduğu halde, “Irak bölünürse, oradan çıkacak Şii devleti üzerinde nüfuzum olur” şeklinde basit hesap yapmıyor. Tersine, Irak’ın bütünlüğünü savunuyor. Türkiye ise tersini yapıyor. O yüzden bölgede yalnızlaşıp, dışlanıyor. Örneğin; birkaç yıl önce, Suriye sınırındaki mayınlı araziyi mayınlardan temizleme işini, İsrail’li firmaya vermek isteyen, Deniz Baykal yönetiminde CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasıyla, bu girişimi yüksek yargıdan dönen hükümet, şimdi hem İsrail hem Suriye’yle gerginlik yaşıyor. İsrail’le yaşanan göstermelikti. Arap dünyasının desteğini almaya yönelik bir danışıklı dövüşten ibaretti. Suriye’yle yaşanan ise ciddi. Diplomasideki iflası tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. Devlet aklıyla stratejik planlamayı yapamamanın, Batıcı neo-liberal paradigmaya esir olmanın, kullanışlı aptalların peşine takılmanın bedelini ödüyor ülkemiz.
STRATEJİK DERİNLİĞİN, JEOPOLİTİK SIĞLIĞI
Strateji ve jeopolitikte, ülkenin coğrafi koşulları, siyasi, iktisadi, askeri güç unsurları, yumuşak gücü önemlidir. Kuvvet-zaman-mekân dengesi belirleyicidir. Ancak bunlar kadar stratejik akıl, jeopolitik akıl da önemlidir. Coğrafya değişmez. Ama ülkeyi yöneten kişiler değişir. Örneğin; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında 1878’de Rusya’yla Ayastefanos Antlaşması imzalandığında da, 1919-1923 arasında Türk Kurtuluş Savaşı yapıldığında da, 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleştiğinde de Türkiye’nin coğrafyası aynıydı. Ama küresel, bölgesel, ulusal dinamikler farklı olduğu gibi, Türkiye’yi yöneten siyasi irade de farklıydı.
Osmanlı İmparatorluğu batarken, yarı sömürge olduğu dönemde bile, dönemin Avrupa siyasetinde, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya- Macaristan, İtalya ile birlikte önemli güçlerden biriydi. Ama dış ve iç dinamikler aleyhineydi. Sultan Abdülhamid Osmanlı’nın ömrünü uzatmak için, dönemin güçlü devletleri arasındaki çıkar çatışmalarından, Osmanlı’nın bölüşümü konusundaki görüş ayrılıklarından yararlanarak devletin ömrünü bir süre için uzatmayı başarmıştı. Fakat bu strateji, devleti kurtarmaya yetmezdi. Yetmedi de. Mustafa Kemal Paşa, hem Harbi Umumi yorgunu büyük güçlerin arasındaki uzlaşmazlıktan yararlanmış, hem 1917 Ekim Devrimi sonrasında Sovyetler ile güçlü bir işbirliği yaparak, askeri, siyasi, iktisadi ve diplomatik destek sağlamıştı. 1974’te ise CHP-MSP hükümeti, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan, Soğuk Savaş koşullarından yararlanarak, SSCB’nin ABD karşıtı tutumunu değerlendirerek, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’na yönelik tepkiyi ve Atina’daki huzursuzluğu dikkate alarak, Kıbrıs’taki Rum yönetimine egemen olan üçüncü dünyacı tutumun ABD’de yarattığı hoşnutsuzluğu doğru hesap ederek, başarılı bir harekât gerçekleştirmişlerdi.
Günümüzde Türkiye’nin ne bütüncül bir stratejik programı, ne de jeopolitik hedefleri yok. Dolayısıyla bu hedeflere yönelik kısa, orta, uzun vadeli taktikleri de yok. Ne tutarlı bir Ortadoğu siyaseti, ne ayakları yere basan bir Türk dünyası siyaseti, ne bütüncül bir Avrasya politikası yok. Stratejik derinlikte, jeopolitik ağırlıkta, tarihsel-kültürel mirasta Türklük, Türkçe, Türk dünyası yok. Sadece din bağı, İslam kimliği, Sünni mezhebi, Osmanlı geçmişi var. Bu nedenle Irak’ta Türkmenleri Şii-Sünni diye ayrıştıran, Hazar Türklerini Yahudi oldukları, Gagavuz Türklerini Hristiyan oldukları, Azerbaycan’ı Şii olduğu için dışlayan bir zihniyet var. Avrupa Birliği siyaseti de yok. Balkan siyaseti de yok. İş dünyasının artan ilgisine, bir zamanlar cemaat okullarının artan sayısına koşut olarak, THY’nin artan sefer sayısı ve uçuş noktaları, kadrolaşmak için açılan yeni konsolosluklar ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) bazı faaliyetleri dışında, etkili bir Afrika siyaseti de yok. Anlık gelişmelere göre savrulan, tüm siyasetini ABD’ye uyarlamaya, uydurmaya, uyumlulaştırmaya çalışan bir anlayış var. Kuzey Irak’ta Barzani’nin gönlünü hoş tutmak için Kürtçü, Körfez’de Arap sermayesini çekmek için Sünnici görüntü vermenin, diplomasiyle ilgisi yok. İçi boş “imparatorluk bakiyesi” söyleminin ise hayatta karşılığı yok…
FEODALİZM ARTIĞI KİMLİKLERDEN, DEMOKRASİ VE GELİŞME ÇIKMAZ
ABD, Irak’ın anayasasını ve federal yapısını etnik – mezhepsel temelli şekillendirdi. Ülkeyi Şiiler ve Sünniler, Kürtler ve Araplar arasında böldü. Kuzeyde Kürtler, ortada Sünni Araplar, güneyde Şii Araplar şeklinde parçalanan Irak’ın birliğini koruyamayacağını hesapladı. Niyeti, şartlar olgunlaşınca kuzeyde bağımsız Kürt devletini kurmaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı şimdilik. Barzani dışındaki önemli Kürt örgütlerinin (Talabani başta olmak üzere) İran’la yakınlaşmasını, İran’ın Irak üzerinde artan etkisini engelleyemedi ABD. İran’la uzlaşmadan özelde Irak, genelde Ortadoğu üzerinde etkili olamayacağını anlayamadığı için, gelinen aşamada Suriye konusunda da, IŞİD konusunda da İran’ın desteğine başvuruyor. Irak’ın, ardından da Suriye, Türkiye ve İran’ın bölünmesi halinde, Araplar, Farslar ve Türkler arasında, Kürtlere yönelik tepkinin artacağını biliyor. O yüzden, yakın zamana dek Avrupa, Türkiye ve dünyaya, İran’dan enerji almamaları için baskı yapan, İran’a ambargo koyan ABD, nükleer faaliyetleri konusunda İran’la anlaşmak zorunda kaldı.
Türkiye ise feodalizm artığı, Ortaçağ kalıntısı, etnik, dinsel, mezhepsel kimlikleri siyasette kullanmayı, kaşımayı “ilericilik”, “özgürlük”, “demokratlık” sanan bir cehaletin, yozluğun, yobazlığın pençesinde kıvranıyor. Kentli, beyaz yakalı, liberal, yüksek tahsilli kesimlerde “etnik müzik”, “etnik giysi”, “etnik takı”, “etnik restoran” merakı, HDP’nin oyuna koşut olarak artıyor. Bir yandan imam hatip okullarının, bir yandan yabancı dille (İngilizce) eğitimin ağırlığı artarken, bir yandan da İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’ndaki yabancı payının ağırlığı artıyor. Bunların eş zamanlı artışı tesadüf değildir. Aynı paket programın parçalarıdır. İç ve dış borç toplamı 550 milyar doları bulurken, halkın yüzde 20’sinin işsiz, yüzde 22.4’ünün yoksul olması da tesadüf değildir. Türkiye’deki dolar milyarderlerinin sayısı sürekli artar, hatta Japonya’yı geçerken, Türkiye’nin gelir dağılımı en bozuk ülkeler arasında ilk 3 arasında olması da rastlantı olamaz.
Sözün özü: Türkiye; üretimi, istihdamı, ihracatı, vergiyi tabana yaymayı, katma değer yaratmayı, ekonomik dışsallık sağlamayı, bunları başarmak için planlamaya dönmeyi, sanayileşmeyi öncelemeyi konuşmuyor. Rant, repo, borsa, döviz, faiz dışında bir ekonomik gündemi yok maalesef. Bu durum, sadece ekonomiyi değil, siyaseti, diplomasiyi ve güvenliği de etkiliyor. Çünkü ekonomiyle siyaset, diplomasiyle güvenlik iç içedir.
Barış Doster

Exit mobile version