ÖZEL BÜRO NOTU : HATIRLAYALIM, 2001 – 2008 YILLARI ARASINDA ERGENEKON ÖNCESİNDE VE 2008 – 2013 YILLARINDA DAVA SÜRECİ İÇİNDE FETULLAHÇI VE AKP YANDAŞI MEDYA ORTAMI HAZIRLAMAK İÇİN ERGENEKON SANIKLARI İÇİN KARALAMA VE İTİBARSIZLAŞTIRMA KAMPANYASI BAŞLATTI. İSTİSNASIZ HER SANIK İÇİN SAÇMA SAPAN SAVCILIK SUÇLAMALARINA DAYANARAK ABUK SABUK, İPE SAPA GELMEZ İDDİALARDA BULUNDULAR. İNTERNETTE GOOGLE ARAMA MOTORUNA SANIKLARIN ADINI TEK TEK GİRERSENİZ ISMARLAMA YAPILAN İFTİRA HABERLERİNE ERİŞEBİLİRSİNİZ.
BUNLARI BURADA TEK TEK YAZMAYACAĞIZ. HATTA BU İDDİALAR O KADAR UÇUKTU Kİ BİR ÇOĞU SANIKLARIN YAPTIKLARI SAVUNMALAR İLE ANINDA BİR BALON KÖPÜĞÜ GİBİ UÇTU GİTTİ.
ANCAK F TİPİ MEDYA + AKP MEDYASININ ATTIĞI ÇAMUR NE KADAR TEMİZLENSE DE MAALESEF ERGENEKON SANIKLARI ÜZERİNE SİNDİ. CIA DESTEKLİ YAPILAN PSİKOLOJİK OPERASYONDA, FETULLAHÇI VE AKP’Lİ MEDYA İŞBİRLİĞİNİN GÜCÜ İLE SIRADAN VATANDAŞLARE ÜZERİNDE BİR ERGENEKON ÖCÜSÜ YARATILDI. ŞİMDİ İSE ESKİ KAN KARDEŞLER FETULLAHÇI MEDYA VE AKP’Lİ MEDYA SAVAŞ İÇİNDE. BAZI AKP YÖNETİCİLERİ İSE ERGENEKON DAVASININ SUNİ BİR DAVA OLDUĞUNU VE YENİDEN YARGILAMA GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYOR VE KOMPLONUN FETULLAHÇI YARGI TARAFINDAN YAPILDIĞINI İLERİ SÜRÜYOR.
AŞAĞIDA PKK’NIN VE İŞBİRLİĞİ YAPTIĞI YABANCI GİZLİ SERVİSLERİN KORKULU RÜYASI OLAN VELİ KOMUTANIMIZIN DAVA İLE İLGİLİ AÇIKLAMALARINI OKUYACAKSINIZ. AMA ŞUNU DA GEÇMEYELİM. F TİPİ MEDYA VE AKP MEDYASININ İTİBARSIZLAŞTIRMAK İÇİN EN ÇOK ÇALIŞTIĞI İSİM NE YAZIK Kİ VELİ KÜÇÜK’TÜR. ÇÜNKÜ ONUN ŞAHSINDA TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ HEDEF ALINMIŞTIR DİYELİM VE BURADA SÖZÜ KOMUTANIMIZA VERELİM.
İSTEYENLER VELİ KOMUTANIMIZIN EK’TEKİ ERGENEKON MAHKEMESİNE YAPTIĞI SAVUNMALARI OKUYABİLİR. VE İSTERSENİZ ERGENEKON VE BALYOZ SANIKLARI İLE İLGİLİ KURULAN KOMPLO TEZGAHINI EK’TEKİ DÖKÜMANLARDAN VE AŞAĞIDAKİ DAVANIN BİLANÇOSU ADLI DÖKÜMANDAN OKUYABİLİRSİNİZ.
SON NOT :VATANI İÇİN BUGÜNE KADAR HİÇ BİR ŞEY YAPMAYANLARIN VELİ KÜÇÜK’Ü ANLAMASINI BEKLEMİYORUZ. YURTSEVERLİĞİ 19 MAYIS’LARDA, 29 EKİM’LERDE BAYRAK SALLAMAKLA SINIRLI OLANLARIN İSE ANLAMASINI İSE HİÇ BEKLEMİYORUZ. VELİ PAŞAMIZA YAPILAN BUNCA SALDIRIYA RAĞMEN HALK NEZDİNDE NASIL SEVİLDİĞİNİ AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN GÖREBİLİRSİNİZ.
DAVANIN BİLANÇOSU ADLI DÖKÜMANI BURADAN İNDİRİN.
***
Veli Küçük, Sessizliğini Gazetemize Bozdu
TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ VE CUMHURİYET DEĞİL, PARTİŞAHLIK HAKİM”
Korkmaz Kesik – Yarın Gazetesi
Bilecik’in Gölpazarı ilçesine bağlı Türkmen köyünde, bir çiftçi ailesinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük, Türkiye siyasetinin son dönemine damga vurmuş isimlerden biri. 35 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet eden Veli Paşa, 2007 yılında başlayan Ergenekon davasında soruşturmasının en önemli isimlerinden biri olarak yargılandı. Avukatlığını kızı Zeynep Küçük yaparken, Küçük hakkında 2 bin 455 sayfalık iddianamede 17 ayrı suçlama yöneltildi. 6 yıl boyunca tutuklu kalan Küçük, yargılama sonrası iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Anayasa mahkemesinin uzun süreli tutukluluk kararı sonrası tahliye olan Küçük, tahliyesinden sonra zamanının önemli kısmını Gölpazarı’na geçirmeye başladı.
Yurt içi ve yurt dışından birçok basın kuruluşunun röportaj teklifini geri çeviren Küçük, gazetemizin teklifini kırmayarak sorularımıza içtenlikle cevapladı. Tutukluluk yıllarının ardından özgürlüğün tadını köyünde çıkaran Veli Paşa, görev yaptığı yıllardan, Ergenekon Davası’na, Türkiye’nin güncel siyasetine ve geleceğine ilişkin birçok konuda düşüncelerini bizlerle paylaştı. “Zulüm günleri” diye bahsettiği tutukluluk yıllarının acısı çıkarırcasına, köyünün o mis kokusunu içine çekerek sorularımızı samimi şekilde cevaplandırdı. İşte çok konuşulacak Veli Paşa röportajı:
Ergenekon davasında iki kere ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldınız. 6 yıl da tutuklu yargılandınız ve sonunda beraat ettiniz. Sizce ‘Ergenekon davası’ nedir?
“ Ergenekon denilen örgüt hiç bir zaman olmadı ve yoktur. Ben bunu mahkemedeki savunmamda da defalarca söyledim. Davadaki amaç Türkiye’nin dağıtılması, parçalanmasıdır. Bu yalnızca Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun da yok edilmesi projesiydi. Peki niye Ortadoğu bir de o mesele var. Ortadoğu, jeopolitik ve ekonomik açıdan dünyanın merkezidir. Orta Asya’yı yok etmek isteyenler yani ‘batı emperyalizminin’ hedefi Ortadoğu olmuştur. Mahkemedeki savunmamda da söylediğim gibi ABD Başkanı Bush, bir beyanatında, “Dünya haritasında parmağımı Türkiye’nin üzerine koyuyorum, içim titriyor.” dedi. Bu söylem hiç tartışılmadı. Neden Türkiye, neden parmak koyuluyor ve neden içi titrediğini söylüyor. Neden söyledi, çünkü Türkiye dünyanın merkezindedir. Tarihteki çoğu savaşlar bu bölge için yapılmıştır. Ortadoğu’nun dağıtılması, bir hegemonyaya girmesi, emperyalistlerin bu bölgeyi ele geçirmesi için bu bölgenin karıştırılması lazım. Bu bölgenin karıştırılması lazım ama 700 bin kişilik TSK olunca bunu yapamadılar. Ben son savunmamda şöyle dedim, “Ben size savunma vermem, size güvenmiyorum. Ama bir anekdotu burada anlatacağım” dedim. Bunların hepsi de kayıtlarda mutlaka vardır. 200 senesinde ben Bilecik’te Tugay Komutanıydım. O zaman rahmetli Eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey, Bilecik’e geldi. Elçibey bana, “Paşa, yok olacaksınız” dedi. Bende neden ve nasıl olacak diye sorduğumda, “Şahsına söylemiyorum ama bu coğrafya değişecek. Bunun içinde böyle 700 bin kişilik bir orduyu kabul etmezler.” dedi. Ben de Elçibey’e, “Gerilla muhaberesi yapabilen, 20’li yaşlardaki gençlerden oluşan başka bir ülkenin ordusu yoktur. Dünyanın en güçlü ordularından birisi Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.” dedim. Elçibey de bana, “Ortadoğu’nun dağılması için önce bu ordunun yok olması lazım. Paşam sen de çok dikkat çektin, yok edecekler hepinizi” dedi. Bunları mahkemede anlattım ve bu planlar için Türk Ordusu’na girilmesi lazımdı. Nasıl girilecekti, dikkat çektiğim için beni kapı olarak gördüler. Ben Türk Milliyetçisiyim diye her yerde bağırıyordum.”
Silivri’deki tahliyelerden sonra bazı çevreler TSK’ya kumpas kurulduğunu söylediler. Bunun hakkında ne diyeceksiniz?
“Kumpas kurulduğu söylendi ama onların söylemesine zaten gerek yoktu. Türkiye’nin bu hale gelmesini Recep Tayyip Erdoğan temin etti. Erdoğan, “Ben ‘Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eşbaşkanıyım.” dedi. Erdoğan BOP’u; “Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da 26 ülkenin sınırları değişecek. Bu projede Diyarbakır bir yıldız olabilir.” diyerek tanımlamıştır. Peki bu projenin başkanı kimdi, tabi ki Amerika Birleşik Devletleri başkanıydı. Tayyip Erdoğan Eşbaşkan olarak, Türkiye’de görevimi yapacağım dedi. Bu söylem karşısında daha ne cevap verebilirim ki? Bu projesinin uygulanabilmesi için, orduya girilmesi lazımdı. Bunun içinde bir kapı gerekti, 1980 yılından bu yana bu kapı olgunlaştırıldı. Bu kapı olarak beni seçtiler ama, bu kapı Veli Küçük de olamayabilir, başka bir askerimiz, paşamız olabilirdi.”
Tutuklu olduğunuz süre içinde hangi çevrelerden destek gördünüz?
“Ben bu süre içinde kimsenin desteğini istemedim, bir destek de aramadım. Ayrıca da hiçbir zaman mahkemeden tahliyemi talep etmedim. Ben bu mahkemeyi hiçbir zaman tanımadım, onun için kararlılıkla tahliyemi kabul etmedim. Çünkü bu bir savaştı. Bu savaş yalvararak, yakararak olmaz. Hatta genel af çıkarılacaktı, terörist başı Abdullah Öcalan’ın yararlanacağı bir af ile ben tahliye olmam bunu kabul edemem, bunun için de dilekçeler yazdım. İkici olarak elektronik kelepçe ile kontrollü bir şekilde tahliye edeceğiz dediler. Bunun için de dilekçe verdim. Ben Türk Ordusunun şerefli bir Generaliyim. Türk Ordusunun ayağına kelepçe takarak dışarı çıkaramam. Cezaevinin önüne çadır kurar yatarım burada, böyle tahliyeyi kabul etmem. Ordunun şerefli bir askeri ve bir Türk asla ayağına pranga taktırmaz. Üzerime çok geldiler, çok baskı gördüm ama bunların hiçbir önemi yok. Benim bir benzetmem var; emekli bir general olarak bu ülkeye 35 sene hizmet ettim. Yarın ahirete gittiğimde karşıma anasının elini öperek askere gelen 20 yaşındaki Mehmet çıkacak ve diyecek ki “Ben bu vatana canımı verdim, sen maaşını aldın. Ne yaptın bu vatanı korumak için?” İşte ben ona hesap vermek mecburiyetindeyim. Onun için bildiğim doğru yoldan hiçbir zaman şaşmadım. Hep söylediğim bir şey var, Türk Milliyetçiliği Yozgat’ta, Kayseri’de olmaz. Türk Milliyetçiliği Ağrı’dan, Hakkari’den, Diyarbakır’dan başlar. Yozgat’ta herkes Türk Milliyetçiliği yapar. Bu söylemlerim yüzünden Devlet Bahçeli ile hep ters düştük. Diyarbakır’da benimde verdiğim destek ile Ülkü Ocakları Şubesi açtık, bir ay kirası ödenmedi diye tabelayı geri indirdiler, böyle bir düşünce olamaz. Ben Ağrı’da görev yaparken, benim eşim köyleri dolaşarak kimin çocuğu dağa çıkmışsa onlarla oturup sohbet ediyordu. Sen eğer Ağrı’da, Diyarbakır’da Türk Milliyetçiliği yapamadınsa demek ki bu iş böyle olmaz. Ben bütün korumalarımı Doğulu insanımızdan alırdım bu zamana kadarda hiçbirinden bir olumsuzluk görmedim. Ben milliyetçi biri olarak Doğu bölgesinden başlayarak vatanın bütünlüğünü savunmam lazım. Geçenlerde ziyaretime Doğuda eskiden koruculuk görevi yapan bir tanıdığım geldi. Ne dedi biliyor musunuz? “Artık yol kontrollerini sadece korucular yapıyorlar. Askerler artık kışladan çıkamıyor.” Bu zamanda koruculara da sahip çıkamıyoruz ve elbirliğiyle ülkeyi dağıtıyoruz. Diyarbakır’da, Türk bayrağı çekilemiyorsa daha neyi konuşuyoruz anlamıyorum. Ben bu düşüncelerimi her yerde savunduğum için içeriye girdim.”
Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
“Ben şu an siyasetin ve politikanın tam ortasındayım. Daha önce de defalarca bunu söyledim, ben Atatürk yolunda siyasetin izindeyim. Siyaset için illa bir partiye girmeye gerek olduğunu düşünmüyorum. Ben Türk Milliyetçisiyim benim politikam budur, başka da bir politika bilmiyorum. Ben kendimi bildim bileli MHP’ye yakınlığım var. Ancak şuanda hiçbir partide bir kaydım yok. Ben partici birisi değilim. Ülkenin şuan ki durumunda partiler bitti. Bu ülkede artık iki durum var, Türk vatanının bütünlüğünün yanında olanlar ve karşısında olanlar. Bunun dışında ben siyaset bilmiyorum. Türk vatanına sahip çıkanlar benim partimi oluşturur. Türk vatanının bütünlüğü için kafamı ortaya koydum diyenlerin canı gönülden her zaman yanındayım. Bu ister sağ ister sol bir parti olsun. Çok ilginçtir, sen sağcısın sen solcusun diye sokak ortasında birbirine saldıranlar vardı. 2003 yılında İstanbul Ülkü Ocakları Başkanıyla görüştüm. Ondan sonra şuan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in oğlu Mehmet Perinçek’i çağırdım. Mehmet de o zamanlar İşçi Partisi Öncü Gençlik başkanıydı. İkisini de yanıma oturttum ve uzun uzun konuştum. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini önlerine koydum ve okuyun dedim. İkisine de “siz buna karşı mısınız” diye sordum ve ikisi de “karşı değiliz” dediler. Ben de o zaman sağcılık, solculuk, faşizm, komünizm bitti bu memlekette. Şu anda Türk topraklarının var olması ya da yok olması var dedim. Emperyalistlerin oyununa gelerek birbirinizle kavgaya tutuşup, birbirinizi yok etmeye çalışıyorsunuz bu oyuna düşmeyin diyerek 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda ortak kutlama yapın dedim. 30 Ağustos’ta İstiklal Caddesi’nden Taksim anıtına tek bayrak, tek vatan sloganlarıyla yürüyüş yaptılar. Ben de buna destek oldum. Bu da bana suçlama olarak geri döndü. Aslına bakarsanız bu Veli Küçük’ün işi değil, bunu devletin yapması gerekirdi. İddianamede bunlar suç olarak bana yansıtıldı. Şimdi ise yine devam eder aynı tavrı gösteririm. Ancak bir parti çatısı altında değil, bir Türk Milliyetçisi olarak bunları yaparım.”
Tahliyeniz sonrası memleketiniz Gölpazarı’na geldiğinizde coşku ile karşılandınız neler hissettiniz?
“ Tüm hemşerilerime çok teşekkür ediyorum. Hepsinden Allah razı olsun. Ben Gölpazarı, Türkmen köyünde doğdum buranın ekmeğini yiyerek büyüdüm. Buraya hizmet etmek zorundayım, daha önceden bir takım çalışmalarım oldu buradaki Tugayda görev yaparken. Hala hizmet etmeye de devam edeceğim. Çanakkale’deki Askeri Tugay’ı buraya getirmek için çok çabamız oldu. Onda da başarılı olduk ve hemşerilerim de bana çok destek oldu. Hepsine buradan çok teşekkür ediyorum tekrardan.”
Ergenekon Davası toplumda da kabul görmeğini; 13 Aralık, 8 Nisan ve 5 Ağustos’ta binlerce insanın oraya gelerek protesto etmesinden anlıyoruz. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Şu an burada olmamız o insanlar sayesindedir. Ergenekon davasının amacının ne olduğu insanlarımız tarafından anlaşıldı. Kamuoyu ne yapılmak istendiğini gayet iyi bir şekilde anladı ve bizlere destek oldu. Bundan sonraki süreçte ise kamuoyunun süreci sakin bir şekilde izleyerek, ister bir partide, ister kendi başına vatanın bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmaya devam etmesi gerekir.”
Kendinizi Türk Milliyetçisi olarak tanımlıyorsunuz. Türk Milliyetçiliği nedir?
“Sizlere benim özel hazırlattığım bir davetiye göstereceğim. Buradan hareketle bu soruya cevap vereceğim. Bakın burada Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü yazıyor. Onu sizlere okuyayım: “Necip Türk Milletine ve nesl-i atiye (gelecek nesillere) tavsiyem şudur ki, sinesinde yetiştirerek başına geçireceği kişilerin kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyeyi tahlil etmekten bir an feragat etmesin.”
Bu aslında bize tavsiye değil bir görevdir. Atatürk diyor ki, “Bugün Sovyetler birliği dostumuz ve müttefikimizdir. Ancak bugünden yarını kestiremez, tıpkı Osmanlı Devleti gibi Avusturya- Macaristan İmparatorluğu gibi dağılıp gidebilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir işte Türkiye o zaman ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostluğumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnızca o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler nasıl buna hazırlanır manevi köklerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür, tarihimizin köklerine inmeli ve olayların böldüğü tarih içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.”
Atatürk bunu 1933 yılında söylemiş ve o günlerden bugünü görmüştür. Ben bu Türk birliğini oluşturmak için çok çalıştım. 2006 yılında Almanya’da yapılan Dünya Azerbaycanlılar Kongresi’nde (DAK) beni başkan seçtiler. Ben başkan seçildikten sonra asıl kıyamet koptu. Türk birliğini oluşturacağım diye Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan hatta Avrupa’da çeşitli yerlerde konferanslar verdim. Hatta İsveç/Stockholm’de verdiğim bir konferans sırasında fotoğraf çekildik. O fotoğraf içinde yanımdaki kişinin Alpaslan Arslan olduğu söylendi. Günlerce gazetelerde bu yayınlandı. Yanımdaki kişi Azerbaycanlı Mehmed Ahmedov diye birisi olduğu ortaya çıktı. Bu birliği oluşturmak aslında benim değil devletin işidir, çünkü Mustafa Kemal Atatürk öyle vasiyet ediyor. Ama uyarı da yapıyor Atatürk, başınıza getireceğiniz kişileri iyi seçin diye.”
Peki bu anlattığınız Türk Birliği nasıl oluşabilir?
“O kadar güzel bir sistem yapmışlar ki komünizm üzerinden; örneğin ‘a’ harfini bir Kazak ‘a’ diye okurken, Kırgız ‘b’ diye okuyor, Başkurt ‘l’ okuyor, bütün Türk toplulukları farklı şekilde okuyorlar. Birbirlerinden irtibatları kopuyor. Biz bu sorunu halletmek için bir internet sitesini kurduk. Bu siteyi açmaktaki amacımız bütün Türk topluluklarında bir dil birliği yaratmaktı. Bu sitemin de açılışını bizzat kendim yaptım. Bu site üzerinde çok uğraştık. Bize bir birlik lazımsa bu Avrupa Birliği olmayacak. Mesut Yılmaz, başbakan iken Avrupa Birliği Diyarbakır’dan geçecek demişti. Bu deyim üzerine ben de diyorum ki birlik lazımsa bu 300 Milyonluk Türk Birliği olmalıdır. Bu Türk Birliğini yolu da Tanrı Dağlarından, Ergenekon’dan ve Ankara’dan geçecek. Bu sözlerimi de mahkemede söyledim. Emperyalist devletlerin tüm sıkıntısı Türklerin bir araya gelme ihtimalidir. Bir Alman Profesörünün çok ilginç bir sözü var, “ Türkler eğer bir araya gelirse, Avrupa diye bir topluluk kalmaz.” diye. Bizim en büyük sıkıntımız aslında okullarda. Benim eğer bir yetkim olsaydı, bütün tarih kitaplarını yakarım ve iki şey yaparım. Birincisi, yeniden bir tarih yazarım ve ikinci iş olarak Kur’an-ı Kerim’i duvardan indiririm. Okullarda ilmi öğretirim, Kur’an’ı duvardan indirerek öğrencilere öğretirim. Kur’an olduktan sonra başka bir şeye gerek kalmaz. Hiçbir hacıya, hocaya ihtiyaç kalmadan okullarda satır satır Kur’an’ı öğretirim. Kur’an-ı Kerim duvara asılan değil başucu kitabı olmalıdır. Bakın bir kitap yazdım Türkiye’de basılamıyor. Orada da bunları belirttim.
1960 yılında Atıf Erçıkan, kendisi o zaman askeri ateşedir, Amerika’daki NATO toplantısında Erçıkan’a bir görev zarfı gelir. Yanında bulunan İngiliz ataşesi zarfın yanlışlıkla Erçıkan’a verildiğini söyler ve zarfı ister. Erçıkan ise karşı çıkıp vermez. Ama zarfı açtığında yanlış geldiğini İngiliz ataşenin doğru söylediği anlar. Ancak zarfta Sovyetler Birliği’nin yıkıldığında 5 tane Türk Cumhuriyetinin oluşacağı, bu Türk Cumhuriyetlerinin kendi aralarında ve batıdaki Türkiye Cumhuriyeti ile birleşirse, Türkler dünyanın jandarması olacağı yazıyordu. Yazının devamında bu Türk Cumhuriyetleri’nin birleşmesini engellemek için ne yapmak gerekir diye sormuşlar. Sene 1960, Sovyetlerin yıkılmasına 30 sene var. İngiliz ateşe sonra gelip zarfı almış ve bir rapor yazmış. Ben Cemal Kutay’ı arayarak bu olayı anlattım. O da bu raporu duyduğunu ama detayını bilmediğini söyledi. Sonra ben bu olayı araştırdım ve Atıf Erçıkan’ın akrabalarına ulaştım. İngiliz ataşesinin hazırladığı rapor Türkiye dışında tüm NATO üyelerine görev olarak gönderilmiş. Raporda, Türk Cumhuriyetlerinin kendi aralarında ve batıdaki Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmesini engellemek için iki görev verilmiş. Bunlardan birincisi etnik sorunların yaratılacağı, ikinci olarak da din tarikatlara bölüneceği söylenmiş.”
Sizin Ermeni kökenli olduğunuzu iddia ettiler. Bu konuda bizi aydınlatabilir misiniz?
“Ben Azeri kökenli birisiyim. Benim daha önce Ermeni olduğumu da iddia ettiler. Ben Rusça, İngilizce, Ermenice dillerinde konuşmayı biliyorum. Ermenice konuştuğum için bu suçlamayı yaptılar. Sonra dilekçe verdim kütüğüm araştırılsın diye ve 1700’lü yıllara kadar inilerek kütüğüm çıkarıldı. Kütüğümde Emiroğullarından, dedem 1850 doğumlu ölü Mustafa’nın oğlu diye kayıtlarda geçiyor. Azerbaycan’da, Türkiye’den daha çok tanınıyorum. Azerbaycan’a gittiğim zaman ‘Amirov (Emiroğlu) Veli Küçük Paşa geldi’ diye yayınlar yapılıyordu. Biz 1960 da bahsettiğim o rapordan sonra sen Çerkezsin, sen Azerisin, sen Lazsın, sen Gürcüsün diyerek ülkeyi bu hale getirdiler. Ben Azeri kökenliyim ama daha öncesinde ben Türk’üm. Gidin Kazakistan ve Kırgızistan’a, ben Kazak’ım ama öncesinde Turan’ım diyor. Turan’ım demesi benim için yeterli bir şey.”
Dünya Azeri Kongresi (DAK) Başkanlığı yaptığınız süreçte nelerle karşılaştınız. Bir baskı gördünüz mü?
“Ben DAK başkanı seçildiğim zaman İran’da 35 Milyon Azeri yaşıyordu. Hepsi bana bağlıydı, ayrıca DAK Başkanlığı hafif bir olay değil, Birleşmiş Milletler onaylı bir başkanlıktı. Benden İran’daki Azerilerin kendi ülkesini kurmasını istediler. Ben de soydaşlarımın Fars şovenizmi altında yaşamasını istemem. Ben böyle bir devlet kurma gücüm yoktur. Bunu emperyalist devletler de biliyor, ama oradaki etkinliğimden dolayı olay çıkarabilirim. Emperyalist devletler ortalığın karışmasını istiyorlardı, Ortadoğu’nun kan gölü olmasını istiyorlardı ben de tabi buna karşı çıktım. Amerika böyle bir istekte bulundu, defalarca toplantıya çağırdılar ama ben konuşmayı bile reddettim. Bunun karşılığında yıllarca öcü gibi bir Veli Küçük yaratıldı. Ben çok dikkat çektim bu olaylardan sonra. Bir de aşırı Türk Milliyetçisi söylemlerim vardı. Bu milliyetçilik kesinlikle kafatasçı milliyetçilik olarak algılanmasın. Zaten kafatasçı olduğun anda emperyalistlere hizmet edersin. Ben Turan ırkıyım demesi benim için yeterli bir şey. Kazaklar bunu söylüyor onlar benim kardeşim sayılır, Kırgız ben Turan’ım diyor. Kinyas Kartal ben Kürdüm ama öncesinde Turan’ım diyor, bunu demesi bana yeterli geliyor. Mesele sen ben meselesi değil aslında. Türk’ün yok edilmesi, Türk’ü bir araya getirmeme meselesidir. Onun için içimize her türlü nifakı soktular.”
Kitap yazdığınızdan bahsettiniz. Biraz kitabınızdan bizlere ipuçları verebilir misiniz?
“Kitabımı Türkiye’de bastıramadım, galiba Azerbaycan’da bastıracağım. Türkiye’de yayınlanamıyor sanırım korkuyorlar bazı şeylerden. Türkiye nasıl bu noktaya geldi onu yazdım bence bu çok önemli bir konuydu. Bunu da 1974 yılından bu yana Amerikalılar ve İngilizler birlikte toplantılar düzenleyerek yaptılar, bunları da anlattım.
Kitabımdan bir bölüm anlatacağı sizlere. Söğüt’te, Ertuğrul Gazi şenlikleri yapılır, biz de buralarda Yörük Bayramı deriz. 2002 yılında emekli olduktan sonraydı davet edildim ve şenliklere gittim. Kimleri gördüm orada biliyor musunuz? Hiç Türkçe bilmeyen, mahalli kıyafetlerle 3 otobüs dolusu kadınlı, çocuklu, erkekli Kürt vatandaşlarımız gelmişti. Doğu Bölgesinde görev yaptığım için az çok Kürtçe anlıyorum, gittim hemen konuştum. Nereden geldiniz dedim, Karacadağ’dan geldiklerini söylediler. Karacadağ, Şanlı Urfa ile Diyarbakır arasında bir yerdir. “Peki neden geldiniz?” diye sordum, “Atamızın toyuna geldik” dediler. Ertuğrul Gazi’ye atamız diyorlar, bunlar Kürt vatandaşlarımız. Fakat Ermeni dönmesi Kürtlerden değil. Türkçe bilmiyorlar ve Kinyas Kartal’ın söylediği gibi aşiretlerde konuşulan Öz Türkçeyle konuşuyorlar. Ben konferanslarda da, yazılarımda da vurguladım aslında Kürtçe diye bir dil yoktur. İşte kanıtı ortada, Diyarbakır’da Kürtçe konuşan, Söğüt’te Öz Türkçe konuşanlar dururken daha ne yorum yapılıyor, araştırma yapılıyor anlamıyorum. Daha nasıl kanıt istiyorlar, her şey çok açık şekilde ortadadır.”
Diyarbakır’da açılan Ülkü Ocakları neden kapatıldı?
“Diyarbakır’da Ülkü ocakları açtık buradaki Diyarbakır’daki çoğu Kürt çocuklar geldiler Ülkü Ocaklarına kayıt oldular. Ondan sonra Ankara’dan bir emir ile tabelayı kaldırdılar. Ülkü Ocakları bu işte çok samimiydi, ben buna yürekten inanıyorum. Bu partiyi yöneten zihniyet değişmeden bu iş olmaz.”
JİTEM hakkındaki suçlamalara ne diyorsunuz?
“Ben İstihbarat Grupları Komutanıydım, JİTEM diye bir şey yoktur. Mahkemede söyledim İstihbarat Gruplarını ben kurdum ve sınır ötesi dahi tüm operasyonları ben yaptım. Ortada bir suç varsa önüme koyun, personelimin yaptığı işlemler dahil tüm hesabı ben vereceğim. Eşim geçenlerde bir raporumu okumuş sonra bana, “1992’de Ankara’ya verdiğin istihbarat raporunda neler olacağını yazmışsın” dedi. Tabi ben o zamanlardan tehlikeyi görüp rapor olarak sunmuştum bütün durumu. Ancak daha sonra bir gün gece 12’de kapımı çaldılar, “İstihbarat Grup Komutanlığı kadrolarıyla birlikte lav edilmiştir” dediler. 1 yıl geçmeden lav edildik. Eğer istihbaratı yanlış yaptıysam, bu işi bilmiyorsam Veli Küçük yerine başkası gelirdi ve benden hesap sorulurdu. Bana bir suçlama ile gelip işlem yapmadılar bir gecede bütün teşkilatımı lav ettiler. Deselerdi ki bana “sen hırsızsın, ödenekten çaldın”, işlem yapsalardı, mahkemeye verselerdi yine çatır çatır hesabını verirdim her şeyin. Turgut Özal’ı ismen koymuştum rapora, bu işin başındaydı. O zaman çekselerdi beni, sen Cumhurbaşkanı hakkında nasıl böyle yazarsın deselerdi. Ama belgelerle sunmuştum her şeyi ve bugünü 1992 yılında yazmıştım. Teoman Koman’ı bile ben terfi aldım diye suçladılar. Onun zamanında ben terfi ettim. Dünya kadar Kurmay Subay varken ben terfi alarak General oldum. Bu durumu bile ‘örgüt mü terfi ettirdi Veli Küçük’ü?’ diye suçlamada bulunarak hesap sordular Rahmetli Koman’a. Teoman Koman’da mahkemeye, “Veli Küçük’ü bir kişi terfi ettiremez, oybirliği ile terfi oldu. Bütün Generaller Veli Küçük’ü istedi” dedi. Böyle bir sıkıntılı dönemden geçtik. 6 yıl içeride yattık ve sonunda çıktık.”
Balyoz Davası’ından dolayı içeride hala askerlerimiz var. Onlar hakkında bir şey demek ister misiniz?
“Yazık, günah. Asıl hesap Veli Küçük’e değil ordu nasıl yok olacaktır. Balyoz Davası’nda tutuklu bulunan hiç bir askerimizin bir suçu, günahı yoktur. Şimdi bu askerlerimiz çıkarsa hepsi gidecek Genelkurmay’da belirgin yerlere, bunları orada da rahat bırakmayacaklar ya da emekli edecekler. Askerlerimizi Abdullah Öcalan ile takas etmeye kalkacaklar, işte o zaman kıyameti kopar.”
Son yerel seçimler hakkındaki düşünceniz nedir?
“Üzülüyorum gerçekten bu sonuca, bu toplumun başına gelecek birşey var diye düşünüyorum. İktidarın tüm yaptıkları ortada iken hala böyle düşünülüyorsa, benim söyleyecek hiçbir şeyim yoktur.”
Peki önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimindeki öngörünüz nedir?
“Cumhurbaşkanlığı bana göre daha değişik bir duruma dönüşüyor. Tahmin ediyorum ki Başkanlık Sistemini’ getirecekler. Amerika’da uygulanan sisteme benzeyen bir başkanlık sistemi olabilir. Bu konuyla ilgili yazdığım kitapta bir tanımlamam vardır, onu anlatayım kısaca sizlere. Şuanda Türkiye’deki sistem demokrasi ve Cumhuriyet değil, bizde uygulanan sistem ‘Partişahlık’ sistemidir. Bu Partişahlık sistemi ise dünya üzerinde sadece Türkiye’de uygulanıyor. Kitabımda Partişahlık nasıl olur, nasıl seçilir, görevleri nedir bunların hepsini birazda karikatürize ederek işledim. Demokrasilerde ve Cumhuriyetle yönetilen sistemlerde başkanlık seçimle olur, Partişahlık sisteminde de seçimle olur. Ancak demokrasilerde gizli oylama, açık tasnif olurken Partişahlık’ta açık oylama gizli tasnifleme olur. Böyle bir sistemde ne ile karşılaşacağını bilemezsin. Partişah, önceden altı imzalı boş kağıtlar alır, bakanlıklar böyle seçilir, görevden almalar böyle gerçekleşir. Bu Partişahlık sistemin şuan da Türkiye’de yaşıyoruz.”
Veli Paşa’yla gerçekleştirdiğimiz röportajımız bir saatten uzun sürdü. Zaman olsa, ne bizim Paşaya soracak sonumuz ne de onun bize anlatacakları biterdi. Kısa süre içinde pek çok konu hakkında görüşünü aldığımız Veli Paşa, röportajın ardından bize Atatürk rozeti ve Oğuz Kaan’ın Duası’nı hediye etti. Bir öğüt olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetlerine sahip çıkmamız gerektiğini, vatanın bölünmez bütünlüğü için her mücadele edilmesi gerektiğini söyledi. Yarın Gazetesi olarak, röportaj talebimizi geri çevirmeyen Veli Küçük’e bir kez daha teşekkür ediyoruz.
[attach 9]
[attach 10]
[attach 11]