Anastasiadis’in Müzakere heyetine bakıyorum, hepsinin kökeninde Yunan Milliyetçiliği eylemleri ve adanın Yunanistan’a bağlanması için çalışmalar var. Kendilerinin veya da ailelerinin bir şekilde EOKA ile bağı bulunuyor.
Rum Cumhurbaşkanının görüşmecisine bakıyorum, “18 yaşımdan beri doğum günlerimi (20 Temmuz) coşkuyla kutlayamıyorum” diyen, Rum Ulusal Konsey’ine alternatif olarak sunulan ve uzun uzun yapılan görüşmelerin ardından partilerin oy birliğiyle görüşmeci olarak onaylanan fanatik bir Rum-Helen Milliyetçisi.
Komisyonlar ve çalışma gruplarındaki Rum üyelerin tümü de seçme. İlk koşul Helen Milliyetçisi olmaları.
Özellikle de Toprak ve Mülkiyet Komisyonu tam bir EOKA yuvası. Bu komisyondaki Rum üyeleri EOKA’nın kurucusu Grivas seçseydi, daha iyilerini “asla” bulamazdı. Hele de başkanları veya da kendi deyimi ile “Danışman”ları Erato Kozaku-Marculli tam bir fanatik. Babası George Kozaku bir kardiyolog olmasına rağmen Limasol Bölgesi’nin EOKA sorumlusu. Siz buna başkomutan da diyebilirsiniz,. 1974 yılında yaşanan “Taşkent Katliamı’nın iddialara göre en son onayını Dr. George Kozaku vermiş. Babası tarafından fanatik bir Helen Milliyetçisi olarak yetiştirilen Erato, EOKA’nın gençlik kuruluşlarında yetişmiş bir kişi. Kıbrıslı Türk bürokratların ellerini, onları onurlandırmamak ve kendisi ile eşit seviyeye yükseltmemek amacı ile sıkmayan bir dışişleri mensubu, eski Dışişleri bakanı ve elçi. Yabancı diplomatların arasındaki lakabı “kara cira.”
15 Kasım 1983 günü ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yıllardır tanınmaması ve izolasyon altında kalmasını sağlayan yegane kişi. Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin daimi temsilcisi olarak görev yaptığı Birleşmiş Milletler de, 18 Kasım’da BM Güvenlik Konseyinin olağan üstü toplanmasını ve Bağımsızlık ilanının kabul edilmediği, geri alınmasının talep edildiği ve hiçbir ülkenin KKTC’yi tanımamasının istendiği insanlık dışı 541 numaralı kararı kendi elleri ile yazarak Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin Büyükelçileri ile birebir konuşup, onları bu kararın alınmasına ikna eden kişi.
Şimdi bu kadın, müzakerelerin can damarını oluşturan Toprak ve Mülkiyet konusunu konuşan komisyonun içinde ve başrolde.
Evvelki gün yaptığı açıklamada dile getirdiği istekleri ve söylemleri yüzsüzce.
-Ankara herhangi bir gözlemci değil.
-Türk Ordusu bir an evvel adadan çekilmeli.
-Türk vatandaşları adadan ayrılmalı
-Ankara, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımalı.
Markulli’ye göre 47 yıldır sürmekte olan müzakerelerin bu yeni sürecinde ön şartsız olarak Türkiye’den Kıbrıs Cumhuriyeti’ni (1963 yılından beri de facto olarak Kıbrıs Rum tarafının hakimiyeti altında olan devlet yapısı) tanıması gerektiğini şart koşuyor. Tüm bunlara ilaveten bir de Türkiye, Ankara Ek Protokolü’nün tüm şartlarını yerine getirmeli, Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemiler Türkiye limanlarından faydalanabilmeli diyor. Utanmasa, bu ada bizi sığmıyor, Türkiye Anadolu’nun güney kıyılarından bize biraz da toprak versin diyecek. Zaten anlayamadığım nasıl oldu da Maraş’ın iadesi konusunu unutmuş olması. Tüm bu taleplerin içinde sadece Maraş’ın iadesi konusu yer almamış.
Birde bizim tarafa bakıyorum.
Nerede KKTC’ye inanan, geçmişi unutmamış bir yurtsever ve vatansever var ise müzakerelerden ve devletin medya kuruluşlarından uzaklaştırılmış, kızağa çekilmiş veya da pasifize edilmiş, “Aman Rumların güceneceği bir şey söylemesin, bir hareket yapmasın” diye. Bence Toprak ve Mülkiyet konusunu görüşen komisyona Markulli’ye denk düşüncede olan Kıbrıslı bir Türk atanmalı, örneğin Sayın Sabahattin İsmail bey gibi bir kişi. Rumlar gücenecekse varsın gücensin. Bizlere 11 yıl soykırım uygulayan kişilerin gücenmesi çok da önemli değil. Önemli olan doğruları da bilmeliler, hoşlarına gitmese bile.
Yurtseverlik, vatanseverlik, anavatan Türkiye’ye güven ve KKTC’nin varlığını devam ettirmek adeta bir suç sınıfına sokulmuş bu son günlerde. “Barış, çözüm, müzakere, ilerici vb” tanımlarla nerede bir Rum hayranı varsa, nerede bir Türkiye düşmanı ve Türk askerini işgalci gören varsa, adeta seçmece toplanmış ve KKTC bürokrasinin üst noktalarına, kilit yerlerine ve müzakere heyetlerine ustalıkla yerleştirilmiş. Rum’a teslim olmayı, Rum idaresi altında yaşamayı, Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler ile bağının koparılmasını, 41 yıldır adada barışı sağlayan ve iki halkın silahlı çatışmasını önleyen Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan tümüyle gitmesini isteyen, bu yönde çalışmalar yapan, dua eden, elinden geleni ardına koymayan ve rüyalarında gören insanlar baş tacı olmuş ve köşe başlarını tutar hale gelmişler maalesef.
Markulli’nin istediği gibi 1974 sonrası KKTC’ye yerleşip vatandaş olanlar ve bu topraklara köklerini salanlar gidecekse, Rumların da 21 Aralık 1963 sonrası vatandaş yaptıkları da gitmeli. Toprak ve mülkiyet konusunda tazminatlar ödenecekse, 1964 yılında BM Temsilcisi Ortega’nın yazdığı rapora göre yaklaşık 3 milyar Sterlin civarında maddi ve bununda on misli manevi tazminatı soykırım yaptıkları için önce Rumların ödemesi gerekmektedir.
Müzakere masasında tanınmış devlet ve tanınmamış devlet kavramı yok. Her iki taraf eşit statüde ve eşit koşullarda masaya oturmakta, konular eşit haklara dayalı olarak görüşülmektedir. Rumlar müzakerelerin sonuçlanması için bir şeyler istiyorsa, Türklere de bir şeyler vermesi gerektiğini bilmeli…
Ata ATUN
e-mail: [email protected] veya [email protected]
Facebook: Ata Atun
26 Ağustos 2015
Bir yanıt yazın