Elli günde 60’ın üzerinde şehit…
Elli günde onlarca iş makinesi, kamyon, TIR, otobüs, otomobil yakıldı. Köprüler havaya uçuruldu…
Güneydoğu’nun denetimi PKK’ya geçti.
Arabaları durduruyorlar, kimlik soruyorlar, insanları kaçırıyorlar ve kafası bozulan özerklik ilan ediyor. Türk devleti ile dalga geçiyorlar…
HDP Parti Meclisi Üyesi Bercan Aktaş, öldürülen PKK’lı katiller için Türk Genel Kurmayının bildirilerinde söylediği “Etkisiz hale getirildi” deyimini alarak, bunu, PKK’lılarla girdiği çatışmada şehit olan Özel Harekât Komiseri Ahmet Çamur için kullanıyor:
“Şemdinli’de Polis Özel Harekât Komiseri Ahmet Çamur etkisiz hale getirilmiştir…”
Bu söz üzerine Bercan Aktaş tutuklanınca, bu kez Diyarbakır Belediye Başkanı Gülten Kışanak yüksek perdeden tehditler savurmaya başlıyor:
“Başkanım gözaltına alınırsa ben de özerklik ilan ederim…”
Cemil Bayık, Bese Hozat da onunla aynı dili kullanıyor.
Cemil Bayık:
“Yapılması gereken, yerellerin kendi kendilerini yönetmeleridir… Kendi valilerini, kaymakamlarını, sorumlularını seçmeleridir… Saldırılara karşı kendilerini savunmalarıdır… Halkın şu anda yaptığı budur…” (12.08.2015)
Bese Hozat:
“Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem sömürgeci devlet yönetiminden kurtulup, kendi kendini yönetme dönemidir. Ayrılıkçılığın tarihinde bir kırılma daha… Sonuç ayrılıkçılığın doğası böyle. Gündemi: ilk fırsatta, her fırsatta iç savaş…”
Oysa AKP ve PKK “Analar ağlamasın” aldatmacası ile (sözüm ona) “Kardeşlik, barış ve demokratik çözüm” sürecini başlatmıştı… Ama gide gide düşmanlığa, savaşa, kan deryasına vardılar… Türkiye yangın yerine döndü…
Sokakta yürürken, evde uyurken subaylarımız, emniyet görevlilerimiz başlarından vuruluyor…
Hiçbir dönemde, hiçbir hükümet yönetiminde bu kadar çok can kaybı olmadı…
Analar ağlıyor. Gözyaşları sel olup akıyor.
Feryatlar göğe yükseliyor.
Dökülen her damla kan ve gözyaşında AKP’nin sorumluluğu vardır. PKK’nın güçlenmesinde katkısı, emeği vardır.
Kapı arkalarında, kapı önlerinde yapılan gizli – açık görüşmeler, verilen ödünler, ordunun çeşitli tertiplerle zayıflatılması, PKK canilerini şımarttı. Bu arada devletin güçsüzlüğünden, boşluğundan da yararlanan PKK, hem silah gücünü modernleştirdi, hem de dağdaki terörist sayısını artırdı…
Sözde “Barış Süreci” ile 2500 kişi daha dağa çıktı. Sayıları 10 bine ulaştı.
Ayrıca 2013 yılında TSK’nın İç Hizmet Kanunun 35. Maddesinin değiştirilmesi işin tuzu biberi oldu. Buna göre artık ordu iç düşmanlara karşı vatanını koruyamayacaktı. Ancak dışarıdan gelen tehditler karşısında harekete geçebilecekti. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda “Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti” şeklinde yapılan askerliğin tanımı, “Harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti” olarak değiştirildi. Yani “Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak” yasadan çıkarıldı…
TSK’nın vazifesi de yeniden tanımlandı. “Silahlı kuvvetlerin vazifesi: Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” ifadesi, “Silahlı kuvvetlerin vazifesi: Yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak…” şeklinde değiştirildi… Burada da “Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” yasadan çıkarıldı…
Silahlı kuvvetlerin ve komutanların terör tehlikesi karşısında kalkışmalara müdahale etmesi, özgürce karar vermesi elinden alındı, bu yetki mülki amirlere devredildi.
“Barış Süreci zarar görmesin” gerekçesi ile katillerin saldırılarına, tahriklerine göz yumuldu. Daha da ötesine geçildi ve “PKK’lılar öldürülüp çukurlara atıldı, onları niçin öldürdünüz?” gerekçesi ile davalar açıldı”, subaylar tutuklandı. Yıllarca hapis yattılar.
Sonradan açılan bu kuyulardan at, eşek, köpek kemikleri çıktı.
Bütün bu oluşumların yanında korucuların sayısı 85 binden 35 bine düşürüldü. Elindeki ilkel silahlarla modern silahlı PKK’lılara karşı koyamayan vatan savunucularının geri kalanını da şimdi teröristler temizliyor…
Bu kadar ihanetten sonra şimdi bir de çıkmış şov yapıyorlar. Bol bol konuşuyorlar. Şehit cenazelerinin başında kahramanlık gösterilerine girişiyorlar. Şehitleri bile siyasi amaçlarına alet ediyorlar.
Bugünkü gelinen noktada sanki hiç suçu, günahı yokmuş gibi, Recep Tayyip Erdoğan, tabutun başında “Ne mutlu şehidimize, ne mutlu onun ailesine” diyebiliyor, Enerji Bakanı “Allah nasip ederse şehit olmak istediğini” söylüyor… Bu yaştan sonra nerede, ne zaman şehit olacaksa…!!!
Çocuklarını “Çürük Raporu” alarak askere göndermeyenler şehit aileleri ile dalga geçer gibi, hamaset edebiyatı yapıyorlar ve bu edebiyatı yapanlar şimdi, kurulacak bir seçim hükümetinde PKK’ya bakanlık verme hazırlığındadırlar…
İmralı canisi de bu hükümetin Gölge Başbakan Yardımcısı olacak…
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…
Onların derdi ne PKK ne Kandil… Onların derdi PKK’nın bitirilmesi falan da değil… Onların her zaman olduğu gibi bir tek derdi vardır, o da oy, sandık, seçimler ve yeniden tek başına iktidar olmaktır…
Tüm AKP’liler şu anda bu hedefe kilitlenmiş durumda…
AKP oyun oynuyor. Hem de Ortaoyunu… HDP de bu oyunun parçası… Seçimin yaklaştığını gören SELO yine barış çağrıları yapmaya başladı. Yakında saz çalıp türkü söylemeye de başlarsa hiç şaşırmayalım… Onun hedefi de oylarını daha da artırarak elini güçlendirmek, Türkiye’nin geleceği üzerinde söz sahibi olmaktır…
Neymiş de efendim, PKK derhal silah bırakmalıymış… Peki, 50 gündür aklın neredeydi? O kadar vatan evladı telef olurken neden dut yemiş bülbüle döndün?
Vatan evlatları ölüyor… AKP ve HDP hükümet kurma, ortaklık peşinde…
Peki, kimin için, ne için canlarını verdi bu fidanlar? Ne için, kimin için yaşamlarının ilkbaharında kara topraklara gömüldüler?
Siz AKP-PKK hükümeti kurasınız diye mi? Bu kadar kan, gözyaşı boşuna mı aktı?
Bunun hesabı sorulacaktır.
Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır…
(alieralp37@gmail.com)
Bir yanıt yazın