ORTADOĞU DOSYASI : Ortadoğu’da Kadın Olmak Ve İsimsizlik

 

Yıllardır kan, ölüm ve gözyaşına, petrolün karalığında ,kara bir kadere sahip bir coğrafya; Ortadoğu. Bu yaslı ve kadim topraklarda savaşların, ateşkeslerin, barışların, diktatörlerin ve petrolün getirdiği çıkar ilişkilerinin hikayesini yazdığı bir kader oyunu sergilenmektedir. Geride bıraktığımız bir buçuk yılda yeni bir değişim dalgasıyla karşı karşıya Ortadoğu ve esen değişim rüzgarları bu toprakları birkez daha gündemin en üst sıralarına çıkarmaktadır. Arap Baharı adı verilen kitlesel halk hareketleri tüm dünyanın dikkatini bölgeye çevirdi. Tunus’ta başlayan halk hareketi birçok komşu ülke tarafından örnek alınarak yayıldı ve diktatörlük rejimi olarak adlandırılan, yıllardır ülkelerinde başkanlığı mutlak güçle, tek adam olarak ellerinde tutan devlet başkanlarının devrilmesi, yönetimden çekilmeleri ve yargılanmaları hatta ölümleri ile sonuçlandı.

Yıllardır hüküm süren mutlak iktidarlara karşı bir uyanış olarak gözlemlenen bu harekete Arap Baharı adı verilse de bu hareketin hangi mevsim olduğu akademik ve siyasi çevrelerce hala daha tartışılmaktadır. Kitlesel hareketler sonucu devrilen liderlerin ardından kurulmaya çalışılan yeni hükümetler, rejim sıkıntıları, siyasi istikrarı sağlama mücadeleleri tüm sancılarıyla devam etmektedir. Ortadoğu coğrafyası belli bir bölgeye işaret eden coğrafi bir terim olarak kullanılır ancak anlam olarak hiçbir zaman sadece coğrafi bir terim olarak kalmamıştır. Ortadoğu sahip olduğu petrol açısından Batı’nın gözünde sürekli istenilen, arzulanan bir konuma sahiptir ve bu coğrafyada hayatlar içeriden ve dışarıdan gelen bu güç arzusunun doğurduğu sancıları çeker. Arap Baharı olarak adlandırılan kitlesel halk hareketlerinde de görüldüğü gibi ülkeler değişse de kaderler, acılar aynı olmuştur.

Tüm bu politik, siyasal ve ekonomik meselelerin arasında Ortadoğu’da unutulan ciddi bir kadın sorunu varlığını sürdürmektedir. Erkeklerin yazdığı, oynadığı ve yönettiği bir sahnede onlar herzaman izleyici olarak yada perde arkasında kendilerine yer bularak kalmışlardır. Duygu Asena’nın kitabının adı gibi Ortadoğu’da kadının adı yoktur, bu isimsizliği ve isimsizleşmeyi üç ülke üzerinden değerlendireceğim, İran, Mısır ve Libya. Kadının sosyal ve toplumsal konumuna bakıldığında durumun en acı örneği İrandır. İran Devrimi’nin İslami bir çizgiyle sonuçlanması ve kurulan İslami rejim, insan haklarını ve kadın haklarını gözardı etmektedir. Şeriat yasaları çerçevesinde kadına birçok kısıtlamalar getirilmekte ve kadın kimliği, cinselliği bastırılmaktadır. Dini kurallar çerçevesinde her kadına getirilen zorunlu başörtüsü, ve kıyafet uygulamaları, kadınların kendi kıyafetlerini seçme özgürlüklerini ellerinden almaktadır.

Şahitlikte iki kadının bir erkeğe eşit sayılması, adli makamlarda yer edinememeleri, devlet başkanı adayı olamamaları, ve kocaları yanlarında olmadan seyahate çıkamamaları gibi örnekler, bu ülkede kadınların temel haklarından yoksun olduklarını göstermektedir. “Haziran 2010 ayının başı itibariyle İranlı yetkililer, yakışıksız kabul edilen giysiler giyen kadınları tutuklamak amacıyla Tahran’da polis devriyeleri uygulaması başlattı. Aşırı tutucu kesim, kurallara uygun olmayan giyimin bir “güvenlik meselesi” olduğunu ve “gevşek ahlakın” İslam Cumhuriyeti’nin temellerini tehdit ettiğini söylüyor. İran’ın içişleri bakanı, “anaokulundan ailelere kadar” uygun giyimi teşvik etmek üzere bir “iffet planı” için söz verdi.”1 Bu haberden de anlayacağımız gibi, kadın bedeni üzerinde devlet mutlak bir yönetim kurmak istemektedir, kadın bedeni ve cinselliği devletin yasalarıyla düzenlenmekte ve kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi uygun görülmektedir.

İran’da kadın hareketleri, uygulamalara karşı gösteriler, direnişler vardır ancak bunlar 2009 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasındaki protestolara katılan kadınlardan biri olan Nida Ağa Sultan’ın vurularak öldürülmesi gibi zaman zaman sert tepkilerle bastırılmaktadır, ayrıca bu olayın adli mercilerce ele alınışı da kanuni şeffaflığın ve adaletin eksikliğini gösterir nitelikte bir örnek olarak akıllara kazınmıştır. Uluslararası arenada da sıkça dile getirilen bir konu olsa da, kadın sorunu İran’da yakın zamanda çözüme kavuşacak bir konu olarak görülmemektedir. Rejimin polikitaları yada rejim değişmeden kadın hareketi cılız bir ses olarak kalacağa benzemektedir, ve hak ,özgürlük arayışlarının taviz vermeden aynı sertlikle cevap bulacağı kaçınılmaz gözükmektedir. Arap Baharı dalgasının uğradığı ülkelerden olan Mısır ise siyasi istikrarı sağlama sürecinde kadına yönelik planlanan uygulamalarla, aktivistlerin ve insan hakları kuruluşlarının tepkisini çekmektedir. Devrilen mübarek rejimi sonrası demokrasi arayışları kadınlara gittikçe artan baskı olarak yansımakta, ve kadınlara vaad edilen sözler tutulmamaktadır. Mısır’da kadınlar sosyal hayatta artan bir Selefi baskısı ile karşı karşıya kalmışlardır ve kadın hareketi farklı bir boyut kazanmıştır.

Geçtiğimiz aylarda uluslararası ve ulusal gazete ve diğer haber paylaşım araçlarında yer bulan haberlere göre, Mısır’da Müslüman Kardeşler ve Selefiler’in egemen olduğu parlamento çok tartışılan iki yasa tasarısını görüştü, bunlardan biri kocaların ölen karıları ile ilk 6 saatte cinsel ilişkiye girebilmelerine onay sağlayacak bir yasa tasarısı diğeri ise evlilik yaşının 14’e düşürülmesini öngören bir yasa tasarısıydı. Mısır’da rejimin ne olacağı merak içinde beklenirken, tartışılan konular ikinci bir İran mı sorularını ister istemez akla getirdi. Mısır’da Ulusal Kadın Konseyi (UKK) ise kadın düşmanı yasaların geçmemesi için parlamentoya başvurdu ve islamcıları Kuran’ı istedikleri yorumlamakla ve kadına kısıtlamalar getirmeye uğraşmakla suçlamaktalar. Hüsnü Mübarek döneminde çıkarılan kadını koruma kanunlarının da değişmesi gündem de ki bu kanunların da kadını koruduğu tartışılır; koca karısını istediği an boşayabilme hakkına sahipken, kadının boşanma hakkı olduğu halde bunu geçekleştimesi oldukça zor. Parlamentodaki islamcılar ise aileyi korumak amaçlı olarak bu yasaların kaldırılmasını istemekteler.

Geçtiğimiz aylarda onbin kadar kadın ve ikibin erkek halk hareketini başladığı ve simgesi haline gelen Tahrir Meydanı’nda toplanarak Mısır hükümetinin ve kolluk kuvvetlerinin kadına karşı tavrını protesto etti. Bu protesto Mısır tarihinin en büyük kadın hareketi gösterisi olarak kabul edilmektedir. Kadın sünnetinin yasallaştırılmak istenmesi, alkol tüketimine yönelik planlanan yasalar, ve Selefiler’in sosyal hayatta artan baskıları -ki bunların örnekleri olarak güzellik salonlarının basılması ve esnafa yapılan ahlak dışı kıyafet satmayın baskıları gösterilebilir-, Mısır’da kadının geleceğine yönelik endişeleri artırmaktadır. Ve malesef kadın hareketi ve kadın sorunu gündemde yeteri kadar yer bulamamaktadır, rejim arayışlarının devam ettiği ülkedeki kadın meselesi iyileşmek bir yana daha da kötüye gider durumda görülmektedir. Arap Baharı dalgası’nın bir başka ülkesi Libya’da da durum Mısır’da olduğundan içaçıcı değildir. 1969 Libya Anayasası’nda kadın erkek eşit oalrak kabul edilmiş, eşit işe eşit ücret, seçme seçilebilme hakkı, kadın istihdamı güvencesi, ücretsiz çocuk bakım hizmeti ve kadını sosyal alana çıkarmayı teşvik eden uygulamalar anayasada yer almıştı. 1977’de kurulan Cemahiriye Kadın Federasyonu Libya kadın hareketinin merkezini oluşturuyordu.

Ancak protesto gösterileri ve NATO müdahalesi ile devrilen Kaddafi rejimi sonrasında kurulan hükümetin açıkladığı şeriat tabanlı yönetim şekli, 1969 yasasının verdiği bir çok hakkı kadınlardan geri alacak gibi durmakta. İran örneğinde olduğu gibi şeriat tabanlı yönetimler kadınlara birçok kısıtlama getirmekte ve onları temel haklarından yoksun bırakmaktadır, Libya’da yapılan şeriat açıklaması gözleri buraya tekrar çevirdi, çünkü değişim rüzgarlarından olumlu olarak etkilenmek ve söz hakkı isteyen kadınların durumu bu açıklama ile bambaşka bir boyuta geçti. Şeriat kuralları ile yönetilecek ülkede muhtemel yaşam ve siyasetin nasıl olacağı konusunda belirsizlikler sürerken belki de netleşen tek tablo tablo kadınlar için oldu. Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil geçtiğimiz ekim ayında yaptığı bir konuşmada çok eşliliği yasaklayan kanunun kaldırılacağını açıklayarak, artık 4 kadınla evlenilebileceğini ifade etti.

1969’dan beri Libya’da kadının konumunu iyileştirme çabaları sınırlı da olsa devam etti ancak, Ulusal Geçiş Konseyi’nin geçtiğimiz ekim ayında ilan edileceğini duyurduğu şeriat ile kadınların elde ettiği bu sınırlı hakların hepsinin yitirileceğinin öngörüsü kaçınılmaz. Şeriat yasalarının uygulandığı yerlerin bize gösterdiği örneklerden yola çıkarsak, Libyalı kadınları bekleyenler şunlar; “Şer’i hükümlere göre kadının motorlu vasıta kullanması, sokakta başı açık gezmesi, topluluk içinde konuşması, erkeklerin elini sıkması yasak. Kocası dövdüğünde şikayet etmesi, siyaset yapması, derneklere üye olması da yasak… Kadının, kocasının veya aileden bir erkeğin izni olmadan sehayat etmesi, otelde veya kiralık bir evde kalması, çocuğuna istediği ismi vermesi, çalışması, giydiği çarşafın rengini değiştirmesi, orta öğretim, lise ve üniversite eğitimi alması, yüzünü göstermesi yasak. Şeriata göre kadının boşanma hakkı olmadığı gibi, istediği kişiyle evlenmesi, boşandıktan sonra çocuğunu görmesi de erkeğin kararına bağlı.

Ve elbette bütün bunların üzerine kocasının ikinci, üçüncü ve dördüncü bir kadınla evlenmesine itiraz hakkı yok.”2 Libyalı kadınların durumu da Mısırla hemcinsleri gibi erkek egemen parlamentonun elinde, ve kadın mücadelesi bambaşka bir boyuta taşınmış gibi duruyor. İncelediğimiz üç örnekte de görüldüğü gibi Ortadoğu’da üzeri örtülemeyecek derecede büyük bir kadın sorunu var,kadınların temel hakları ataerkil ve dini değerler üzerine kurulu rejimlerin ellerinde. Arap Baharı’nın umut olduğu kadın sorunu baharı değil kışı yaşamakta ve mevcut durumun planlanan yasalar ile ve yeni rejimler ile daha da kötüye gideceği gözle görünür bir gerçek. Kadın sorunu açısından baktığımızda ise bu baharın yalancı bir bahar olduğu kaçınılmaz bir gerçek, ve Ortadoğu’da kadının isimsizliği, kadının ikinci sınıflığı,kadının erkek egemenliğine tabii olması devam etmekte.

REFERANSLAR

1) Erdbrink, Thomas: “Iranian authorities step up arrests of women for ‘immodest’ dress,” Washington Post, June 2, 2010,

2)

3) Libya’da kadınları ne bekliyor?, Haber.sol.org, Salı, 25 Ekim 2011 ,

Yıllardır kan, ölüm ve gözyaşına, petrolün karalığında ,kara bir kadere sahip bir coğrafya; Ortadoğu. Bu yaslı ve kadim topraklarda savaşların, ateşkeslerin, barışların, diktatörlerin ve petrolün getirdiği çıkar ilişkilerinin hikayesini yazdığı bir kader oyunu sergilenmektedir. Geride bıraktığımız bir buçuk yılda yeni bir değişim dalgasıyla karşı karşıya Ortadoğu ve esen değişim rüzgarları bu toprakları birkez daha gündemin en üst sıralarına çıkarmaktadır. Arap Baharı adı verilen kitlesel halk hareketleri tüm dünyanın dikkatini bölgeye çevirdi. Tunus’ta başlayan halk hareketi birçok komşu ülke tarafından örnek alınarak yayıldı ve diktatörlük rejimi olarak adlandırılan, yıllardır ülkelerinde başkanlığı mutlak güçle, tek adam olarak ellerinde tutan devlet başkanlarının devrilmesi, yönetimden çekilmeleri ve yargılanmaları hatta ölümleri ile sonuçlandı. - 5 aralik dunya kadin haklari

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir