Ortadoğu üzerinde ciddi bir biçimde düşünülmesi gereken ve hakkında bilgi sahibi olununca tüm ülkelere faydasının dokunacağı bir kavramdır. Ortadoğu dünya’nın en önemli su ve kara yollarına sahip olması sebebiyle jeopolitik, tek tanrılı dinler başta olmak üzere birçok dine çıkış ve yayılış merkezi olması sebebiyle inançsal, dünya petrol rezervlerinin ve doğal gaz yataklarının büyük bir bölümünü içinde barındırmasıyla ekonomik öneme sahiptir. Bu önemli özelliklere sahip olması sebebiyle tarih boyunca ortadoğu, büyük savaşlara tanıklık etmiştir1.
Ülkemiz açısından da düşündüğümüzde , Ortadoğu’nun çok geniş bir alanda etkisinin olduğunu görürüz. Sadece siyasi politikamızda değil tarihinin ve etnik kökeninin de uluslararası ilişkilerimizde etkisi vardır. Çünkü zaten Türkiye’nin kendisi Ortadoğu diye anılan bölgede yer almaktadır ve hem de dinlerinin bu denli önem arz ettiği bu ülkeler içinde sömürgede olmayan tek Müslüman ülkedir.
Türkiye, 20.yy’a kadar aslında hiç var olmayan ama İngiltere ile Amerika’nın kendi çıkarları doğrultusunda üretmiş olduğu bir kavram olan Ortadoğu’nun kalbindedir. Bir yandan Avrupa kıtasında toprağı bulunan tek İslam ülkesidir.
Haliyle Batı’yla bir şekilde etkileşim halinde olmak zorunda olması kaçınılmazdır. Ortadoğu ülkesi olmasından dolayı da Arap ülkeleriyle yakın bir dış politika izlemek zorundadır. Öte yandan, Türkiye’nin, Sovyetler Birliği’yle de uzun yıllar süren mücadeleleri olmasına rağmen onlarla olan ilişkilerini belli bir düzeyin altına düşürmemek zorundadır. ‘Çok yönlü’ dış politika da zaten Doğu, Batı ve 3.dünya ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde olmak, onlara bağımlı olmayan ama ilişkilerini de koparmayan bir politika izlemek demektir. Uygulaması zor bir politika olsa da Türkiye stratejik konumu açısından bunu uygulamaya mecbur kalmaktadır. Türkiye hiçbir zaman o ülkelerle aynı olamaz fakat her zaman da onlarla iyi ilişkiler içinde olmayı başarıp bunun dengesini kurabilirse, izlediği çok yönlü politika amacına ulaşmış olur ve hatta dostluk için aranılan bir ülke haline gelir. Zaten her ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda olsun ya da olmasın Türkiye ile dost ülke olma çabasında olduğu bilinmektedir.
Başka bir taraftan da, böyle bir politikayı uygulamak hem yöneticilere hem de halka büyük sorumluluk getirmektedir. Duygularına kolaylıkla kapılabilen ve emperyalist güçlerin oyununa gelen kitleler tabii ki kendi ülkelerine zarar getirirler. Bu yüzden Türkiye uluslararası politikasını devam ettirirken toplumu bu konuda bilgilendirmek için de çeşitli çalışmalar yürütmelidir. Aksi halde, onu sırtından vuracak olan beyni yıkanmış yurttaşlarıyla karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Nitekim şu an Ortadoğu ülkelerinin hemen hepsi bu sorunla karşı karşıyadır. Örneğin, geçtiğimiz yıl Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı genç birinin kendini yakması Arap Baharı’nın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Muhammed Buazizi ölmeden önce ‘Yoksulluğa son, işsizliğe son’ diye bağırmış ve bunun üzerine protestolar başlamıştı. Bana göre, sadece bu söz ve yapılan eylem de Arap Dünyası’nda işsizlik, kötü yaşam koşulları, siyasette dengesizlik gibi önemli sorunların Arap Baharı’nın başlamasına sebep olduğunun göstergesidir.
Tunus’taki ayaklanmalar Bin Ali rejiminin yıkılmasına yol açtı ve ardından olaylar Mısır, Libya, Yemen gibi diğer ülkelere de sıçradı. Zaten Suriye’de var olan çatışmaları ateşledi. Mısır’daki gösterilerden sonra devlet başkanı Hüsnü Mübarek görevi bırakmak zorunda kaldı. Libya’da ise devlet başkanı Muammer Kaddafi’nin durumu görevi bırakması açısından daha farklı ve hazindi. Koltuğu bırakmakta direnen ve kaçıp, doğduğu yer olan Sirte’de saklanan Kaddafi, muhalifler tarafından ele geçirilerek öldürüldü.
Başta da söylediğim gibi, yaşanan bu olaylarda dini ve kökeni hakkında bilgi eksikliği olup da beyni yıkanmış insanların kendi ülkelerine verdiği zararları gözlemlemek kolaydır. Emperyalist ülkelerin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki aşamalarını ne kadar sistematik, kararlı ve istedikleri gibi yürüttüğü de aşikardır. Fakat aynı zamanda yaşanan bu olaylara tek başına emperyalist güçlerin sebep olduğunu söylemek Ortadoğu insanının demokrasi, iş, eşitlik gibi isteklerine saygısızlık olacaktır. Bahsettiğim politikayı yürütmek zordur fakat önemli olan da zoru olanı başarmaktır. Nitekim Türkiye, bunu hem Osmanlı döneminde, hem Atatürk zamanında, hem de günümüzde başarmaktadır.
Dünya’nın kalbi denilebilecek bu coğrafya en huzurlu dönemini Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındayken yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun fethettiği bölgelerde yaşayan insanlara zor kullanmaması, onlara kendi dillerini, dinlerini ve kültürlerini yaşamada özgür bırakması bu huzurun temel kaynağıdır. Ortadoğu’nun büyük bir bölümünde İslamiyet’in yaşanıyor olması da Osmanlı İmparatorluğu için bu bölgenin hassasiyetini artırmıştır.2
Cumhuriyet döneminde ise Türkiye’de ki laikleşme, batılılaşma ve hilafetin kaldırılması bazı Müslüman halklarda tepki yaratmasına karşılık, bu halklar arasında Türkiye’nin başarılarını kendilerine örnek almak isteyenler de bulunuyordu. Bu düşüncede olanlara göre, Türkiye emperyalizme karşı savaşmış ve zafer kazanmış bir Müslüman devletti. Türkiye’nin bu hareketi kendi ülkeleri için örnek olabilirdi. Türk Milleti ve onun lideri Mustafa Kemal gerçekleştirdiği inkılabla henüz kendini bulamamış, hayatına yön verememiş milletlere, özellikle doğu dünyası ve üçüncü dünya ülkeleri için büyük bir tecrübe kaynağı ve rehber olmuştur.3
Günümüzde ise Ortadoğu’da ki gelişmeler ve bunların yansımaları şüphesiz Türkiye’yi Ortadoğu stratejisinde daha aktif bir rol oynamaya teşvik eden başlıca unsurlardan biridir. Bu kapsamda Türk diplomasisinin Irak’ta çeşitli etnik gruplarla temas halinde olması, daha sonra Lübnan’da benzer faaliyetlere girişmesi, Filistinlilerle yakın ilişkiler geliştirmesi gibi gelişmeler günümüzde Türk diplomasisinin başarılı bir örneğini oluşturmaktadır. Özellikle Batı ile olan ilişkilerimiz açısından Arap Baharı’nın olumlu etkileri olmuştur.
Sonuç olarak; Türkiye, Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerini milli çıkarlarını ön planda tutarak değerlendirmek ve tanımlamak durumundadır. Bunu yaparken de hem kendi çıkarları doğrultusunda hem de karşılıklı menfaatleri açısından olumlu adımlar atmış olacaktır. Tarihte gözlemlediğimizde bu politikayı izleyen hiçbir devlet zarar görmemiş ve refah düzeyini artırmıştır.
1-ÖZER,Günümüzde Ortadoğu’da Toplumsal Çatışma.
2-ÖZER,Günümüzde Ortadoğu’da Toplumsal Çatışma.
3-TÜRKMEN,Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası.