10 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla baş gösteren halk ayaklanmalarının altında yatan görünülen sebepler işsizlik,gıda enflasyonu,siyasi yozlaşma,ifade özgürlüğünün kısıtlanması,usulsüzlükler ve kötü yaşam koşulları gibi durumlardı.
Görülmeyen sebepler arasında ise çeşitli komplo teorileri var.Batılı devletlerin kendilerine yakın olarak görmedikleri petrol coğrafyasına hüküm süren devlet başkanlarının devrilip yerlerine kendileri için bu coğrafyanın nimetlerinden yararlanılabilecekleri kişilerin yerleştirilmesi operasyonu ki bunun en güzel örneğini Fransa’nın halk ayaklanması Libya’ya sıçradığında muhaliflere verdiği desteği,Libya’da Kaddafi’ye karşı Nato operasyonunda ilk bombayı atanın petrol hayalleriyle yatıp kalkan Fransa’nın olmasını verebiliriz.Fakat ayaklanmalar Suriye’ye sıçradığında Libya’ya gösterdiği ilgi ve alakanın onda birini bu coğrafyaya göstermeyen Fransa’nın batılı devletlerin değişmeyen emperyalist ruhlarını ne denli yansıttığını görebiliriz.Bir diğer komplo teorisi ise bundan farksız değil;ABD’nin başka ülkelere demokrasiyi kanla götürme konusunda ne kadar istekli olduğunu ve bunu yakın zamanda Afganistan’a ve Irak’a nasıl yaptığını gördük.Görünen sebebin bu ülkelerde demokrasinin olmaması,insanların ezilmesi olduğunu fakat altta yatan sebebin ise bir varil petrol uğruna yüz binlerce masum sivilin öldürülmesi olduğunu sanırım artık sokakta top peşinde koşturan küçük bir çocuk dahi biliyordur.
Tabi bu sebeplerinden bir diğeri ise ABD ve Batılı devletlerin İslam karşıtlığı ve günümüzde tam anlamıyla yerine oturmuş olan islamofobi kavramı.Fakat bu demokrasi operasyonu bir diğer adıyla petrol operasyonu ABD için de masraflı bir hal almaya başladı.2008 yılında dünyaya ABD’de taşınmaz mal piyasasının değer kaybetmesinden kaynaklı bir kriz ortaya çıktığı söylensede bu krizin temel sebepleri arasında ABD’nin silah harcamaları,denizaşırı askeri operasyonları yatmaktadır.Bundan sonra ABD’nin ülkelere kanla getirdiği demokrasilerini savaş jeti yollamadan getirmesi gerekiyordu ve devreye giren ise istihbarat elemanlarından başka kimseler değildi.Bu yolla ABD hem kendi siyasal yetkisini ve ekonomik geçerliliğini Ortadoğu’da koruyordu hem de kendisi için önemli olan İsrailin bölgeye kargaşa ortamı yaratarak hakim kılmasına yol açıyordu.Söylediğim gibi bunlar bizim komplo teorilerimiz doğruluk payı ne kadar bilmiyoruz fakat ihtimaller arasında değerlendirebileceğimiz kesin.
Gelelim bu süreç içerisinde Türkiye’nin rolüne;ülkemiz ayaklanmalar süresince ölümlerin olduğu her ülkeye aynı samimiyette yaklaştı.Ülkemiz için Libya’da ki ölümler,Tunus’da ki ölümler ne kadar engellenmesi gerekilen bir durum ise Suriye’de ki ölümlerde aynı şekilde engellenmesi gerekilen bir durumdur.Libya’da Kaddafi yönetiminin devrilmesiyle petrolün yüzde otuz beşini ihalesiz olarak almak için lobi faaliyeti başlatan Sarkozy’nin TPAO’nun Fizan bölgesinde bulduğu petrollere de göz koymasıyla birlikte Libya Geçiş hükümetinin Türkiye’nin karşı atağı sonucunda Fransa’nın Libya’da ki petrolleri ihalesiz bir şekilde el koyma hayali son bulmuştur.Eğer biz ülke olarak oraya daha önceki yıllarda yatırım yapmamış olsaydık oranın dış politikasına karışabilir bir durumda olmayacaktık ve Libya yineden bir ülkenin sömürüsü altında yaşıyor olacaktı.
1980’lerde pkk’ya destek veren Suriye bu zamanlarda Türkiye’nin Esed rejimine karşı çıkması ve muhalifleri desteklemesiyle nedeniyle yineden pkk kartını masaya yatırmıştır.
Her fırsatta Türkiye’ye karşı pkk kartını kullanan ülkelerin günü geldiğinde terörün kendilerine bulaşacağını asla unutmamaları gerekmektedir.Terör örgütüne karşı yapılan operasyonlar sonucunda örgütün Kuzey Irak’ta yineden gelişme sürecini Irak’a bir miktarda olsa devlet otoritesinin gelmesi nedeniyle Suriye’ye kaydırması ve kendine orada bir üs yaratmak istemesi ülkemizi zora sokmaktadır.Terör örgütünün Suriye’de ki gelişimine karşın ülkemizin menfaatleri adına her türlü siyasi ve askeri önlemlerin alınması gerekmektedir.
Ülkemizin Ortadoğu’da kurulan oyunları yakından görebilmesi için bu ülkelerle derin ilişkiler içerisinde olması önem arz etmektedir.Aktif dış politika her zaman için pasif,içine kapalı olmaktan,kendi halinde yaşamaya çalışmaktan daha iyidir.Askeri savaşlardan çok istihbarat servislerinin savaşları merkezine dönen Ortadoğu’da ülkelerin istihbarata yaptıkları yatırımların silaha yaptıkları yatırımdan daha gerekli olduğu görülmektedir.
Bir diğer şekilde ülkemizin Ortadoğu’da ki ticaret hacmini inceleme altına alırsak yapılan yatırımların halen yeterli olmadığını fakat geçmiş yıllara nazaran bu yatırımların yükseldiğini bu yükselişin en çok gıda ve inşaat sektöründe olduğunu görüyoruz.Ülkemiz dış politikasının son 5-6 yılda Ortadoğu’ya daha baskın bir şekilde yönelik olduğunu gören Avrupa Birliği ülkelerinin bu durumdan rahatsız olduğunu kimi ülkelerde Türkiye’nin Ortadoğu’da ki ekonomik üstünlüğünden dolayı bir eksen kayması yaşadığını söylüyorlar.Evet görünürde haklı olabilirler fakat biz en doğru olanı yapmaktayız.Bize kültür olarak daha yakın olan Ortadoğu ülkelerinde ülkemizden giden iş adamları çok daha rahat yatırımlarını yapmaktadır.Böyle bir durumda bizi yıllardır Avrupa Birliğinin kapısında oyalayan devletlerin yaptıkları hatayı kendilerinin düşünmeleri gerekmektedir.Halen vizesiz geçişte Türklere kolaylık tanımayan Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye’nin eksen kaymasıyla ilgilenmektedir.Kimlik belirsizliği yaşayan,ortada kalmış,Avrupa’ya muhtaç bir Türkiye düşüncesine sahip Avrupa Birliği ülkelerinin artık yanıldıklarını anlama zamanı gelip geçmektedir.Bizim ise yatırımlarımızı sadece Avrupa’da,Ortadoğu’da değil dünyanın dört bir yanına yaymamız gerekmektedir.Bu şekilde farklı ülkelerin ekonomilerinde söz sahibi olduğumuz gibi siyasetlerinin,yaşamlarının içerisinde saygın bir rol almış oluruz.
Son olarak Türkiye’nin kullanamadığı stratejik güç lobiciliğe değinmek istiyorum.Lobicilik faaliyetlerinin modern devlet sisteminin ve hükümet anlayışının önemli vazgeçilmez bir unsuru olduğu sistemde Türkiye’nin yeri çok zayıftır.İnsanlarımızla çok farklı ülkelerde,dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşabiliriz ve hatta çok farklı meslek dallarıyla uğraşan insanlarımızı hiç ummadığımız coğrafyalarda bulabiliriz.Fakat Amerika’da yaşayan Türklerin,İngiltere’de yaşayan Türklerin kimi zaman birbirlerinden haberleri dahi yoktur.Olması gereken ise bizim gurbetçi diye nitelendirdiğimiz insanlarımızın bu coğrafyalarda birbirlerini bulup birlik olabilmeleridir.Birlik oldukdan daha sonra gücün geleceği unutulmamalıdır.Seçim zamanlarında lobilere yaranılmaya çalışan iktidarların herhangi bir ülkede Türk lobisine yaranılmaya çalıştığı görülmemiştir.Bu yüzden farklı ülkelerde yaşayan insanlarımızın bir çatı altına toplanıp o ülkenin ekonomisinde,siyasetinde,yaşantılarında etkin olmaya çalışmaları gerekmektedir.
Bir yanıt yazın