UİB İsrail, Siyonizm denilen uluslararası Yahudileri destekleme siyasi hareketiyle yani, İkinci Dünya Savaş’ında büyük bir katliamla karşı karşıya kalan Yahudilerin, Filistin’de yaşayan Arapları yerlerinden yurtlarından ederek bir yurt sahibi edilmesinde Büyük Britanya tarafından desteklenerek kurulmuş bir ülkedir.[1]
Türkiye İsrail ilişkileri 1948’de İsrail’in kurulması ve 28 Mart 1949’da Türkiye’nin İsrail’in bağımsızlığını tanımasıyla birlikte başlamıştır.[2] Türkiye’nin Yahudi bir ülke olarak kurulan İsrail’le ilişkilerini Türk topraklarında Yahudilerin varlığının bir parçası olarak düşünürsek bu tarihi çok daha öncelere (15. Yüzyıl) götürmek mümkündür. 1491 yılında 200.000’den fazla Yahudi Engizisyon tarafından İspanya’dan sınır dışı edildiğinde Osmanlı Devleti bu insanları topraklarında yerleşmeye davet eden tek ülke olmuştu. Bu tarihten sonra Yahudiler Osmanlı tarihinde çok önemli bir rol oynadılar. Özellikle 16.Yüzyıl’da Yahudiler Osmanlı sarayında hekim, banker, diplomat görevlerini üstlendiler. Bu tarihten sonra saraydaki etkileri azaldıysa da Osmanlı tarihi boyunca ticaret, sanayi ve bankacılık dallarında her zaman ön planda kaldılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da Türk-İsrail ilişkileri dostluk düzeyinde gelişmeye devam etti. 1956’da İsrail’in İngiltere ve Fransa desteğiyle yürüttüğü Süveyş Harekâtı’ndan sonra, Türkiye, İsrail’deki büyükelçisini geri çekmiş fakat diplomatik ilişkilerini sürdürmüştür. 1991 yılında Körfez Savaşı’ndan hemen sonra İsrail ilişkilerini yeniden büyükelçilik düzeyine çıkarmıştır.[3]
Türkiye 1991’den sonra İsrail ile ilişkilerinde genelde İsrail’in en çok sorun yaşadığı Filistin tarafında olmuştur. Türkiye’nin İsrail-Filistin davasında daha çok Filistin’in yanında olmasının nedenleri arasında; Filistin’in Müslüman ülke oluşu, İsrail’in Filistinlileri topraklarından alıkoyması sayılabilir. Önemli olan bunların arasından seçeceğimiz nedeni iyi belirlemek gerektiğidir. Eğer dış politikamızı Yahudileri sevmeme durumumuz doğrultusunda belirlersek bu Filistin için daha zarar verici boyutlara ulaşabilir.
1990-2000 yılları içerisinde iki ülke arasında askeri, stratejik ve diplomatik açıdan güçlü ilişkiler kurulmuştur. Bunda her iki ülkenin devlet yapılarının, siyasal sistemlerinin, askeri donanımlarının ve ekonomik yapılarının birbirini tamamlayıcı nitelikte olması rol oynamıştır.[4] Ayrıca diğer etmenler de, 1990 sonrası uluslararası sistem ve ortak tehdit algılamasının oluşumu, PKK terörünün etkileri, askeri ilişkiler, ABD’nin etkisi olarak sayılabilir.
Daha sonra ilişkilerin Arap devletleri – İsrail sorunu yüzünden gerilmeye başladığı görülmektedir. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’nin yüzünü sadece batıya dönük değil de tüm dünyaya dönük olarak yürüttüğü dış siyaseti, Arap ülkelerine yakınlaşma sürecini de doğurmuş, bu da İsrail’le sorunların başlamasını tetiklemiştir. Örneğin; 16 Şubat 2006 tarihinde Filistin’deki Hamas Partisi’nin liderlerinde Halid Meşal’in Türkiye’ye yaptığı ziyaret, İsrail yetkilileri tarafından eleştiri konusu olmuştur. Bu olaydan sonra 30 Ocak 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Davos Zirvesi’nde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “one minute” çıkışıyla ilişkiler iyice gerilmiştir. Her ne kadar olay sonrasında İsrail Büyükelçisi Gaby Levy, Türkiye-İsrail gibi dost ve yakın iki ülke arasında bile bazı yanlış anlamalar ve görüş farklılıkları olabileceğini belirtip, “İlişkilerimizin belirli bir süre içinde her zamanki haline döneceğinden eminim” şeklinde bir açıklamada bulunsa da Davos ardından yaşanan gelişmeler ilişkilerin düzgün rotasından kaymasını engelleyemedi.
Davos’da yaşanan bu gerginlik için, 1990’dan bu yana kurulan normal ilişkileri sarsan en büyük olaydır diye bir tanımlama yapacakken 31 Mayıs 2010’da Gazze’ye gönderilen Mavi Marmara Türk gemisine yönelik saldırıyla bu tanım yarıda kalmıştır. Bu olay şuana kadarki en büyük gerginliğin yaşandığı, ilişkilerin kopma noktasına geldiği olaydır. İçeriği ise şöyledir: ”Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası kapsamında Gazze’ye gidecek ”Mavi Marmara” adlı yolcu gemisi, Antalya Limanı’ndan 28 Mayıs 2010 tarihinde yola çıktı.[5] İlk olarak dokuz gemiye sahip filo, yaşanan aksaklıklardan sonra yolcuların bazılarını Mavi Marmara’ya aktararak altı gemiye düştü. Türkiye’nin yanı sıra 32 ülke vatandaşının bulunduğu gemiye, İsrail askerlerinin düzenlemiş olduğu operasyonla 4’ü Türk 9 kişi yaşamını yitirdi.[6] İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Dani Ayalon baskınla ilgili İsrail’in özür dilemeyeceğini, asıl özür dilemesi gerekenlerin, gemi seferinin organizatörleri olduğunu savundu.[7]
Bu olaydan sonra gerilen ilişkilerle beraber Türkiye’nin saldırıya nasıl bir tepki vereceği, ne tür bir yol haritası çizileceği merak konusu oldu. Nihayet 15 Haziran 2010’da Ankara’nın açıklamasıyla bu durum son buldu. İsrail’in “uzlaşmaz tutumuna” karşı çizilen yol haritasının maddeleri şöyledir:
· Yaptırımlar; İsrail halkına yönelik değil, İsrail hükümetine yönelik gerçekleştirilecek.
· Bu çerçevede, İsrail vatandaşlarına vize verilmemesi ya da İsrail özel şirketlerine ait gemilerin Türk limanlarına alınmaması gibi yöntemlere asla başvurulmayacak.
· İsrail hükümetine en büyük tepki, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin düzeyi düşürülerek gösterilecek. Halen, Türk Büyükelçisi danışma yapılması için Ankara’da bulunuyor. Bu ilişki düzeyinin resmen olamasa da fiilen düşürüleceği anlamına geliyor. Ancak İsrail Büyükelçisi halen Ankara’da görevine devam ediyor. Eğer İsrail uzlaşmaz tutumunu devam ettirirse, bir açıklama yapılarak, bu ülkeye Büyükelçi gönderilmeyeceği söylenecek ve Ankara’da ki İsrail Büyükelçisinin de geri çekilmesi istenecek. Böylece ilişki düzeyi “resmen” düşürülecek.
· İsrail, Türkiye’nin “kırmızı listesine” alınacak. Bunun anlamı ise şu; Türkiye’nin kamu adına yapılan hiçbir ihaleye İsrailli firmaları dahil etmeyecek.
· Türkiye; enerji, su gibi İsrail için yaşamsal olan uluslararası projelere, bu ülkenin dahil edilmesine engel koyacak.
· İsrail’in uzlaşmaz tutumunun anlatılması ve bu ülkenin tecrit edilmesi için uluslararası alanda bir kampanya başlatılacak.
· İsrail’in saldırısı konusunda Türkiye de iç hukuk yollarına başvuracak.[8]
Saldırıdan sonra ABD, İngiltere, Çin, Rusya, Brezilya, İran, Fransa, İrlanda, Norveç gibi dünya liderlerinden İsrail’i kınama mesajları geldi. Ayrıca bazı ülkelerde konuyla ilgili protestolar da düzenlendi. Örneğin; Şimon Peres 12 Haziran 2010’da Güney Kore’ye yaptığı ziyarette protestocular tarafından “katil” sloganlarıyla karşılandı. 1 Haziran 2010’da Avrupa Birliği Dış İlişkiler Temsilcisi Cathrine Ashton AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasını tekrar ederek, ablukanın sonlandırılmasını istediklerini belirtti, saldırıyı kınadı ve acilen soruşturulma açılmasını istedi.[9]
Türkiye; NATO, Agit (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gibi uluslararası kuruluşlara konuyu taşımasının yanında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in kınanması ve bağımsız bir araştırma komisyonunun oluşturulması için girişimlerde bulunmuştur. BM Güvenlik Konseyi de bunun üzerine İsrail’i değil olayı kınamış, bağımsız değil tarafsız bir komisyon oluşturulması kararını almıştır. Komisyonun bağımsız değil de tarafsız olması, İsrail’in de kararlarını yansıtacağını gösteriyor. Bu yüzden Türkiye’nin bu komisyonda değil de İsrail’in özür dilmesinde ve tazminat sağlanmasında ısrarcı olması gerekmektedir.
En son Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’nin başkanlığında, İsrail’in yardım gemilerine düzenlediği saldırının ulusal ve uluslararası hukuk boyutunun değerlendirilmesi ve uluslararası soruşturmaya hazırlık yapılması amacıyla bir komite kuruldu. Komite toplantılarının ilkini 14 Haziran 2010’da, ikincisini ise 16 Haziran’da yaptı. Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan yazılı açıklamada: “Söz konusu komitenin toplantıları devam edecektir” denildi.[10]
Şimdi bu süreçten sonra önemli olan “sürekliliğin” sağlanmasıdır. Ülke olarak kendi haklarımızı savunmazsak başkalarının bizim haklarımızı savunmasını beklemek pek gerçekçi olmaz. Özellikle son dönemde artan terör olaylarıyla değişen gündemle askıya alınan İsrail saldırısının, kurulan komiteyle ya da başka unsurlarla incelenmesi sürdürülmedir. Uluslararası hukuka aykırı olan bu saldırının izleri etkili bir biçimde İsrail’e ifade edilmelidir. Zaten ülkemizin en büyük sorunu politika belirlemek değil, bu politikada ısrarlı tavrını sürdürememesidir. Fakat bu sefer böyle olmamalıdır. Mavi Marmara saldırısında yaşanan bu insanlık dışı olaya, ülkemiz çıkarları doğrultusunda gerekli yaptırımlarla tepkimiz belli edilmeli ve İsrail’in yaptığı yanına kar bırakılmamalıdır.
[1]
[2]
[3]
[4]
[5]
[6]
[7]
[8]
[9]
[10]
Bir yanıt yazın