İsrail-Filistin ya da Filistin-İsrail meselesi günümüzde hala çözülememiş ve sürekli sıcak gündemin ortasında yer alan, uluslararası arenada sürekli çözüm getirilmeye çalışılan bir sorundur. Bu sorunun kökleri 19. yüzyılın başlarına kadar dayanmaktadır. Yahudiler, bu yüzyıldan itibaren toprak arayışına girmişlerdir.Bunun bir sonucu olarak atalarının kovulduğu topraklara geri dönmeyi istemeleri ve göç etmeleri bölgede tansiyonun yükselmesine neden olmuştur. Ayrıca İsrail’in 1948’de kurulması bölgede barış ve güvenlik sorununun da oluşmasına yol açmıştır. Filistin ve İsrail arasında ki esas sorun Akdeniz sahiliyle, Şeria Nehri arasında herhangi bir anlaşma sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.
1897-BİRİNCİ SİYONİZM KONGRESi
Fransız Yahudisi olan Alfred DREYFUS 1894 yılında Fransa’nın sırlarını Almanya’ya sızdırıyor gerekçesiyle yargılanmıştır. Casuslukla suçlanan Dreyfus Fransa’da yayılmaya başlayan bir Yahudi düşmalığının kurbanı olmuştur. Ve Dreyfus ömür boyu hapis cezası çekmek üzere Şeytan Adası’na gönderilmiştir. Birinci Siyonizm Kongresi’nin düzenlenmesinde Dreyfus davasının oldukça önemi vardır. Çünkü bu olaydan sonra Avrupa’da Yahudi düşmanlığı açıkça yapılmaya başlanmıştır. Bunun üzerine Macar asıllı bir Yahudi olan gazeteci Theodor Herlz kendilerine ait bir devletin kurulması gerektiğini düşünmüştür. Böylece Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre’nin Basel şehrinde toplandı. Theodor Herlz öncülük ettiği bu toplantıda kendisinin yazmış olduğu “ Der Judenstaat” yani” Yahudi Devleti” adlı bir kitap yayınladı ve burada belirttiği fikirler toplantıda tartışılmıştır.
Toplantı sonunda Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması ve Dünya Siyonizm Kongresi’nin bu durum için ne gerekiyorsa yapılması kararı çıkmıştır. Filistin o dönemde Osmanlı Devletinin egemenliği altındaydı. Bunu iyi bilen Theodor Herlz o dönem Osmanlı Padişahı olan II. Abdulhamit ile görüşmek için bir çok girişimde bulunmuştur. Bu konudaki ilk teklifini Polonyalı bir aristokrat olan Philip de Nevlinsky ile yapmıştır. Ancak sonuç elde edemeyen Herzl bizzat kendisi başkente geldi. Theodor Herlz başkente yaptığı ilk iki seyahatte 1896-98 yıllarında Sultan II. Abdulhamit’in yakın çevresiyle ilişkiler kurmuştur. Bu iki seyahatinin ardından üçüncü kez geldiği başkente Yıldız Sarayı’nda 1901 yılında Padişahın huzuruna çıkmayı başarmıştır. Ancak II. Abdülhamit Herlz’i “ Devlet-i Aliye’min tek bir karış satılık toprağı yoktur diyerek kovmuştur.” Theodor Herlz’lin çabaları altı sene sürmüştür ancak bu çabaları herhangi bir sonuca ulaşmadan Herlz ölmüştür. Yine çok gariptir ki ölümünden sonra da Yahudilerin bu tarz uğraşları/çabaları devam etmiştir.
Ancak yakın zamanda bulunan Osmanlı arşivleri durumun hiçte böyle olmadığını ortaya koymuştur. Prof. Vahdettin Engin yaptığı araştırmalara göre; Herzl Osmanlı Devleti’nin dış borçları konusunda n’asıl yardım edebileceklerini ve n’apabileceklerini Sultan’a anlatmıştır.
1876’da Babıali’nin İngiltere’ye olan 200 milyon sterlini ödeyememesi sonucu ortaya çıkmış olan Duyun-u Umumiye İdaresi Osmanlı Devlet’i açısından kapitülasyonlardan ve imtiyazlardan daha fazla sömürü aleti haline gelmiştir. Bu nedenle Osmanlı Devlet’i kendi sanayisini kuramamaktaydı. II. Abdülhamit Duyun-u Umumiye’yle görüşmek istiyordu. Bu görüşmenin amacı Osmanlı’nın 75 milyon altın olan borcunu düşürmekti. Görüşmeler sonuç vermiş ve 75 milyon altın olan borç 32 milyon altına indirilmiştir. Herlz’in Sultan’a olan teklifi bu borcun yaklaşık yüzde seksenini ( 25-26 milyon altın) ödeyeceklerini söylemiştir. Ancak Sultan II. Abdulhamit Duyun-u Umumiye ile görüşmüş ve borçları ertelemiştir. Böylece Sultan Abdülhamit’in Herlz’in teminat mektuplarına gerek kalmamıştı. Buradan şu sonuç çıkarılabilir. Sultan II. Abdülhamit hiçbir kozu başka ve daha iyi bir fırsat çıkmadan elinin tersiyle itmediği ve öngörülü bir devlet adamı olduğudur.
I.DÜNYA SAVAŞI (1917)
Birinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin göç etmek istedikleri Filistin bölgesi Osmanlı’nın himayesi altındaydı. İngiltere bölgeye gelerek orada bulunan Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtana kadar da durum böyleydi. İngiltere uygulamış olduğu oyunların neticesinde 1918’de bölgeyi işgal etmiştir. 1920’de Milletler Cemiyeti tarafından alınan karar sonucunda bölgenin yetkisi İngiltere’ye verildi.
1916’da Mısır’da ki İngiliz idareci Sir Henry Mcmahon bölgede bulunan Araplara bağımsızlık sözü vermiştir. Bununla birlikte Fransa ve İngiltere arasında gizlice imzalanan Sykes Picot Antlaşması ile bölge ikiye taksim edildi ve Filistin’de bir uluslararası idare kurulması kararlaştırılmıştır. 1917’de ise İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması için söz verdi. Buna Balfour Deklerasyonu denmektedir.
ARAPLARIN BU DURUMA TEPKİSİ
İngiltere’nin desteğiyle birlikte bölgeye binlerce Yahudi göç etmeye başlamıştır. Bu durum Arap’ların dikkatini çekmiş, kızmalarına ve isyan etmelerine yol açmıştır. Siyonistlerle Araplar arasındaki gerginlik git gide artmış ve bu durum her iki tarafında birbiri ile çatışmasına neden olmuştur. Bu çatışma sonucunda 133 Yahudi öldürülmüştür. İngiliz polis kuvvetleri ise buna karşılık olarak 110 Filistinliyi öldürmüştür.
Arapların tepkisi daha geniş çapta artmış ve genel grev içerisinde sivil itaatsizlik boyutunu almıştır. Siyonist bir örgüt olan Irgun Zvai Leumi, Filistin ve bugünkü Ürdün’ü “kurtarmak” amacıyla İngilizlere ve Filistinlilere karşı saldırılar düzenlemiştir.
Temmuz 1937’de Hindistan’dan sorumlu Devlet Bakanı Lord Peel’in başkanlık ettiği komisyon bu sıcak çatışma bölgesini Yahudiler ve Araplar arasında ikiye bölmeyi önermiştir. Filistinli Araplar bu teklifi reddettiler. Aksine göçün durmasını ve azınlık hakları içerisinde “üniter” devlet olmayı istemişlerdir. Bu genel grev ve isyan durumu 1938’de İngilizlerin gönderdiği takviye birlikler tarafından bastırılarak son verilmiştir.
1947 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
İngiltere bölgeden çıkamayacağını anlayınca, bu sorunu 1947’de Birleşmiş Milletlere devretmiştir. Bölge daha da şiddete sürükleniyordu. Toprakların yüzde altısının Yahudilerin eline geçmesi ve II. Dünya Savaşı’yla birlikte 6 milyon Yahudinin öldürülmesi ardından Avrupa’dan bu bölgeye olan göçlerin artması sorunun bir an önce çözülmesini gerektiriyordu.
BM’nin de tavrı İngiltere gibi oldu ve bölgeyi ikiye bölmeyi önerdi. Ancak toplantıya katılan Arap Yüksek Komitesi bunu reddederken, Yahudi tarafı bu öneriyi kabul etti. Bu öneriye göre toprakların yüzde 56,47’si Yahudilere, yüzde 43,53’ünü ise Araplara veriyordu. Kudüs bu durumda uluslar arası bir komite tarafından idare edilecekti. Bu plan 33 ülke tarafından onaylandı. 13 ülke karşı oy vermiş, 10 ülkede çekimser kalmıştır. Ancak bu plan hiç uygulanmadı. Hem Arap hem de Yahudi güçleri yaklaşan savaş için hazırlanıyordu. Yahudi milisler Arap köylerinde “temizlik” adı altında operasyonları 1948’in Aralık ayında başladı.
1948 İSRAİL’İN KURULUŞU
İsrail Devleti 2 bin yılın sonunda kurulan ilk Yahudi Devleti olmuştur. İngiltere’nin bölgeyi terk ettiğinin hemen ertesi günü Tel Aviv’de 14 Mayıs 1948’de saat 16:00’da ilan edildi. Filistinliler 15 Mayıs gününü “el Nakba” yani “Felaket” günü diye anarlar.
1948’e girilmesiyle birlikte Arap ve Yahudi güçleri savaşmaya başlamıştır. Yahudi güçleri İrgun ve Lehi militanlarının desteğiyle daha fazla ilerleme kaydetmiş ve Filistin’e ait toprakları da işgal etmeye başlamıştır. İrgun ve Lehi Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyündeki çok sayıdaki Filistinliyi katletti. Katliam haberi hızla yayıldı ve dehşete kapılan yüzlerce Filistinli Lübnan, Mısır ve Batı Şeria’ya denilen bölgeye kaçtı.
İsrail Devleti ilan edildikten sonra Ürdün, Mısır, Suriye, Irak ve Lübnan orduları, İsrail’i işgale başladı ancak geri püskürtüldü. Ortaya çıkan İngiliz mandasında bölünen Filistin’e ait toprakların çoğunluğu Yahudilerin eline geçiyordu.