ARTI KIRK DERECEDE OSMANLI RÜYASI
HÜSEYİN MÜMTAZ
Duvardaki haritaya eli cebinde bakıyor Dâvutoğlu.
Operasyonu mu küçümsüyor? Ciddiye mi almıyor?
Sınır ötesine yapılan bombardımanın brifingini veren general ise konumunun, üzerindeki üniformanın ve görevin ağırlığı içinde.
Obama veya Putin’in harita başında hiç öyle durumu/işlemi/işlevi küçümseyen tarzda bir fotoğrafının basına servis edildiğini hatırlıyor musunuz?
Yazıya, İlber Ortaylı’nın lâfın belini kıran bir saptamasıyla başlayacaktık, başka taraflara gittik.
Adam üstelik tarih profesörü, önce Londra’da dedi ki;
“Türkler tarihi okumayı sevmez ve tarih bilmez”.
“Osmanlıcılık konusunda Dışişleri Bakanı’nın ciddi bir bilgi birikimi yoktur”.
Sonra da CNNTürk’te Hakan Çeliğin programında;
“Milliyetçilik ve sosyalizm Türk kasabalısının becerebileceği işler değil” ve “Böyle bir amatörlük görmedim. Son 10 yıldır Türkiye’de dışişleri bakanı diye bir şey yok. Biz Türklerin Suriye’de tek problemi Halep Türkmenleri olmalıydı. Bütün Suriye’yi kurtarmak, Esad’ı devirmek bizi aşar. Ki aştı” deyiverdi.
Kimsenin bu sözlere neden cevap ver(e)mediğini (şimdilik) bir kenara bırakıp, konuya girelim, nasılsa “maksat hâsıl oldu”..
Bayram namazını Sultanahmet Camisi’nde kılan Dâvutoğlu şöyle demiş;
“Anadolu’nun, Trakya’nın her bir ilinden gelen vatandaşların yanı sıra Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan, Cezayir’den, Brezilya’dan, Avustralya’dan, Endonezya’dan, Malezya’dan, Özbekistan’dan, Tacikistan’dan, Bosna Hersek’ten, Üsküp’ten, Prizren’den, Sancak’tan ve dünyanın her köşesinden gelen kişilerle de bayramlaştık”.
Selçuklu’nun, Osmanlı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün tarihi birikimini o gün Sultanahmet Camisi’nde gördüğünü ifade eden Davutoğlu, orada bulunanların hiçbirinin kendisini yabancı, güvensiz, huzursuz hissetmediğini, İstanbul’un herkes için bir saadet diyarı olduğunu anlattıktan sonra; “Mogadişu’da, Üsküp’te, Mısır’da, Suriye’de, Suriye’nin özellikle kurtarılmış bölgelerinde bayram namazında Türkiye’ye dua edildiğini” söyleyip, konuşmasını şöyle bitirmiş:
“İnşallah Osmanlı’nın düzenini, adaletini, bugünlere ve yarınlara getireceğiz.”
Şeytanın işi işte, pabucu ters giydirdi, zil çaldı, kargodan Reşad Ekrem Koçu’nun, Doğan Kitap’tan yeniden basımı yapılıp sipariş verdiğim kitapları çıktı..
Altı kitaptan birisi “Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri”..
(Allah Allah, Osmanlı İstanbulu’nda meyhane mi varmış?)
“Osmanlı” gündemde olduğu için sıcağı sıcağına 46 dakikada bitiriverdim 130 sayfalık kitabı..
Ama aklım karıştı.. Ortaylı, “Osmanlıcılık konusunda Dışişleri bakanının ciddi bir bilgi birikimi yoktur” diyor; Dâvutoğlu “Osmanlı düzeninin adaletini getireceğiz” diyor, Koçu “Osmanlı İstanbulu’nun meyhanelerini” anlatıyor.
Koçu, Dâvutoğlu ve Ortaylı’nın sözlerini alta alta koyup tekrar okuduktan sonra kısa bir “Osmanlı Tarihi” hatırlatması farz olmadı mı?
Kaynak bu defa zâtından doktor, ama önüne bir de Yrd.Doç. eklenince gazetedeki köşesinde nedense ismi tek harfe indirgenen dostum..
“Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi, bitmedi; devam ediyor.
Suriye, Irak ve Orta Doğu’nun daha uzak bölgelerinde istikrarın hangi koşullarda yaşadığına bakmak lâzımdır, her şeyden önce… Bu bölgede istikrar, Roma döneminde bile her tarafa hakim değildi. Önce Emeviler döneminde buraya tek kültür hakim oldu. Sonra Abbasiler… Büyük Selçuklular’ın Abbasi erkini devralması ile bölge bir defa daha istikrara kavuştu…
Arada, şimdi olduğu gibi, kaos dönemleri var… Örneğin Haçlılar döneminde, bu bölgede egemen olan Selahaddin-i Eyyubi, çok ünlüdür çünkü Aslan Yürekli Richard ile kâh savaşarak, kâh sevişerek oluşturduğu ilişkiler, batıda da tanınmasına vesile olmuştur ve bir Kürd olduğu için, bugün ilginç gelmektedir ama öncülünün bir Türkmen beyi olan Nurettin olduğu, kolaylıkla hatırlanmaz. Selahattin, Nurettin’in komutanlarından biri idi…
Selçuklu Sultanı Alpaslan ile Bizans İmparatoru Daigones arasındaki Malazgirt Savaşı ( 1071) bugün herkes tarafından bilinir ama Selçuklular’ın asıl niyetinin, Anadolu değil, Suriye olduğu da pek dikkate alınmaz…Ama İran engelinin ortadan kalktığı 10.yy’dan itibaren batıya gelip de ilk yerleşenlerin, Kerkük ve Suriye Türkmenleri olduğu da pek konuşulmaz günümüzde…
O günlerde ne büyük bir göç ne de büyük bir katliam söz konusu değildir. Yâni yeni gelenler, bölgenin eski halkları ile birlikte yaşamaya başlarlar. Coğrafyanın o alanı için, istikrarın adı daha sonra, Memlükler olur… Ve Yavuz Sultan Selim’den itibaren de Osmanlı…
Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı’nı kaybedince, İngiltere ve Fransa Orta Doğu’yu paylaşmaya oturdular. Bir İngiliz bir de Fransız memur, Sycess ve Picot, (yanılmıyorsam en çok yarbay rütbesinde iki askerdiler) aldılar ellerine cetveli, kendi etki alanlarında; ‘devletler’in sınırlarını çizdiler. Olmayan devletler yarattılar, ulus olmayan toplumlara, kendi akıllarınca Ulus Devlet’ler hediye ettiler. 16.yy’dan beri devam eden istikrar, bir anda yerle bir oldu. Osmanlı döneminde her birinin halkı farklı özellikler gösteren Kerkük, Bağdat ve Basra vilayetlerinden ‘Irak’ diye bir yeni ülke icat ettiler örneğin… Oysa Kerkük Türkmen- Kürt, Bağdat Şii, Basra da Sünni Arap olmakla vardılar ve etleri katiyyen bir kazanda kaynamazdı ve kaynamadı da nitekim… Suriye’yi Fransa’ya bıraktılar ama İngiliz’in de gönlü olsun diye Lübnan ve Ürdün diye iki yeni ‘devletçik’ de icat ettiler. Bu yetmedi, bir de İsrail kurdular sonunda… v.s.
Bu yeni düzende, Türkiye – Suriye sınırı diye İstanbul- Bağdat demiryolu tayin edildi meselâ… Böylece bugünkü Suruç ile Kobani gibi, ortasından bölünmüş yarısı Türkiye, yarısı Suriye olmuş yığınla köy, kasaba ortaya çıktı. Sınırın her iki tarafında da Türkmen, Kürt ve Arap toplulukları kaldı… Araplar ve Kürtler’in aşiret nizamlarını da hesaba katarsanız, bunların etinin de aynı kazanda kaynamadığı meydanda… Onun için biz ‘nerenin Arap baharı?’ diye yazdığımızda birkaç yıl önce, yadırgandıydık. Ulus olmadan Ulus Devlet, o olmadan da demokrasi yoktur ve olamaz… Örneği yok dünyada ve tarihte… İsviçre’yi bırakın, özel koşullarını ayrıca ele alırız bir yazıda…
Yer altı ve yer üstü zenginliklerine tamah ederek, İngiltere ve Fransa orta doğuda Osmanlı erkini kırdılar, toprakları ele geçirdiler… Güya imparatorluğu, ‘tasfiye’ ettiler… Ama şimdi yüz yıl sonra ortaya çıkıyor ki ‘olmamış’! Osmanlı gelmeden ne varsaydı, gidince de gene o ortaya çıkmış, halklar birbirlerini kesiyor… Mezhep kavgası, kabile boğuşması…”
“Gelelim, IŞİD’e… Irak Şam İslam Devleti… Adından da görüleceği gibi, mesele Irak’ta başlıyor… Geçen gün yayınlanan yazıda, Osmanlı döneminde orada birbiri ile alâkasız, üç vilayet bulunduğunu yazmıştık: Türkmenler ve Kürtler’in yaşadığı, Sünni Kerkük; Şii Araplar’ın yaşadığı Bağdat ve Sünni Araplar’ın yaşadığı Basra… İngilizler, 1. Savaş’ın sonunda, Arap Kralı yapmak vaadiyle kandırıp Osmanlı’ya ihanet ettirdikleri Şerif Hüseyin’ sadece Hicaz Kralı yapabilmişler, ama ayıp olmasın diye, iki oğluna da birer olmayan Krallık ‘uydurmuşlar’dı… Mezopotamya’daki üç Osmanlı Vilâyeti’nden yaratılan Irak’a Faysal ve Suriye’nin güneyinde, Filistin toprakları üzerinde, Ürdün’e de Abdullah bin Hüseyin biraderler kral ‘tayin edilmişlerdi’…… Mekke Şerifi Hüseyin’in hatırı için kurulan bu ‘devletlerin’ üzerinde bulunduğu topraklarda, değişik karakterli Arapça konuşan kabileler yaşamaktaydı. Ne birinde ne ötekinde, ve hatta ne de Suriye’de ve Lübnan’da, ne o gün ne de bugün, ‘ulus’ anlamında bir siyasi birlik yoktu… Bedeviler, Fellahlar, şehirli Araplar, Türkmenler, Kürtler, Ermeniler,hatta Yahudiler’den ibaret azınlıklar… Sünni İslâm, Şii İslam, Hristiyanlık, Ortodoksi, Katolisizm, Musevilik! Ortada ulus yoktu ki ulus devletler olsun ve krallık altında bile olsa demokrasi gelişsin…
Irak’taki elli yıllık BAAS partisi iktidarında, yöneticilerin tümü, Sünni Müslüman Araplar idi… Oysa nüfusun çoğunluğu, Şii Müslüman Araplar, Sünni Kürtler, Sünni Türkmenler ve Hristiyanlar’dan oluşuyor. Suriye’de ise tam tersi! BAAS gene BAAS ama nüfusun çoğunluğu Sünni Araplar, Dürziler, Sünni Türkmenler, Hristiyanlar olduğu halde, yöneticilerin hepsi, Şii Araplar’dan çıkıyor…
Orta Doğu’da bilindiği gibi; Şiiliğin hamisi İran, Sünni tutuculuğun hamisi ise Suudi Arabistan…
İşte bu koşullarda, ABD Saddam’ı devirip yeni bir düzen kurmak için Bağdat’a girdi… Yürürlükte olan nizamı yıkmak, çok kolaydı ama yerine yenisini kurmak, o kadar değil! Çünkü, ne devlet, ne toplum ne yönetim anlayışı, batıdaki ile uyum içinde! Olup biteni anlamak bile bir mesele…”
Ufkunuzu genişletecek bu kısa tarih/coğrafya turunun bence kilit noktası;
“Irak’taki elli yıllık BAAS partisi iktidarında, yöneticilerin tümü, Sünni Müslüman Araplar idi… Oysa nüfusun çoğunluğu, Şii Müslüman Araplar, Sünni Kürtler, Sünni Türkmenler ve Hristiyanlar’dan oluşuyor. Suriye’de ise tam tersi! BAAS gene BAAS ama nüfusun çoğunluğu Sünni Araplar, Dürziler, Sünni Türkmenler, Hristiyanlar olduğu halde, yöneticilerin hepsi, Şii Araplar’dan çıkıyor…
Orta Doğu’da bilindiği gibi; Şiiliğin hamisi İran, Sünni tutuculuğun hamisi ise Suudi Arabistan…” saptaması..
Bu kaosu, bu gayya kuyusunu Osmanlı düzeltebilmiş mi ki şimdi Cumhuriyet’e görev vehmediyoruz?
İran, nükleer anlaşmadan sonra bölgede tekrar en önemli aktör olmuştur, hiç boşuna uğraşılmamalıdır.. Ve Şii’dir.
Cumhuriyet Türkiye’si İran’ın karşısında mıdır, yanında mıdır?
Yoksa Suudi’lerin pozisyonuna mı göz dikmiştir?
Cumhuriyet; İmparatorluk zamanında başedemediği mezhep çatışmasında hangi akla hizmet “taraf” olmaya çalışmakta (mı) dır?
“Bedeviler, Fellahlar, şehirli Araplar, Türkmenler, Kürtler, Ermeniler,hatta Yahudiler’den ibaret azınlıklar… Sünni İslâm, Şii İslam, Hristiyanlık, Ortodoksi, Katolisizm, Musevilik! Ortada ulus yoktu ki ulus devletler olsun ve krallık altında bile olsa demokrasi gelişsin…”
Ortaylı ne diyordu?
“Böyle bir amatörlük görmedim. Son 10 yıldır Türkiye’de dışişleri bakanı diye bir şey yok. Biz Türklerin Suriye’de tek problemi Halep Türkmenleri olmalıydı. Bütün Suriye’yi kurtarmak, Esad’ı devirmek bizi aşar. Ki aştı”
Yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz.. İstanbul ve Ankara’da bile sıcaklığın gölgede kırk-kırkbeş dereceye çıkacağını söylüyor iklim bilimciler..
Bu sıcakta ve bu nemde gördüğüm rüya da böyle oluyor..
Yazıyı; “Bizans’ı İstanbul yapan”, koca Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in iki satırı ile bitirelim;
“Kevseri anmaz ol içdüğü mey-i nabı içen
Mescide varmaz o varduğu kilisayı gören”. (Reşad Ekrem Koçu. a.g.e. Sayfa 12)
29 Temmuz 2015
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın