Bana göre; dünyanın gelmiş geçmiş en büyük inkılapçılarından birisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), diğeri de O’nun ismini taşıyan Mustafa Kemal’dir.
Elbette bu dünyadan pek çok muzaffer kumandan ve pek çok başarılı devlet adamı da gelip geçmiştir.
Hatta bunlardan pek çoğu aynı zamanda devlet kurucusudur da.
Gelin görün ki; Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal, bu özelliklerin hemen tamamını kendilerinde toplamakla, diğerlerinden ayrılırlar.
Üstelik bu ikisi, aynı zamanda inkılapçıdırlar, yani toplumu dönüştürücüdürler.
Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal, her şeyden önce, toplumdaki bozulmuşluğa, kokuşmuşluğa, sömürüye, zulme ve horlanmaya başkaldıran bir karaktere sahiptirler.
Elbette aynı karaktere sahip başka liderler de vardır.
Buna ilave olarak Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal, askeri ve siyasi lider özellikleri taşırlar.
Burada Muhammed Mustafa’yı, Mustafa Kemal’den ayıran yegâne fark, O’nun aynı zamanda Allah’ın peygamberi olarak dini lider hüviyetinin de bulunuyor olmasıdır.
Yani Hz. Muhammed (s.a.s) aynı zamanda din inkılapçısıdır da; yani toplumu dini yönden de dönüştüren kişidir.
Mustafa Kemal ise, Hz. Muhammed’in dini olan İslam’ı, ıslah ederek, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği şekle, yani aslına çevirmek için vermiş olduğu çabayla tebarüz etmekle, bu noktada da Hz. Muhammed’in misyonuna sahip çıkar gözükmektedir.
Esasen Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi ilahiyatçılara göre; Hz. Muhammed’i en iyi anlayan ve onun öğretilerini hayata tatbik etmeye çalışan iki kişiden birisi İmâm-ı Âzam Ebu Hanife, ikincisi de Mustafa Kemal’dir.
Bu iki ismin ortak yanları konusunda sayısız örnekler verilebilir; ne var ki bu yazının konusu o değildir.
Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal, benzerleri gibi pek çok liderin ortak özelliklerini taşımakla birlikte bu iki lideri, gelmiş geçmiş diğer dünya liderlerinden ayıran en büyük ortak özellik, müşavereye ve yapılacak işlerde başkalarıyla istişareye ayrı bir önem vermiş olmalarıdır.
Esasen Allah’ın emri de bu yöndedir ve Hz. Peygamber, tabiatıyla Allah’ın bu emrine ömrünün sonuna kadar bağlı kalmıştır.
Hz. Peygamber’i en iyi anlayıp özümseyen, sonra da onun yönetim tarzını ordu ve devlet yönetme sanatına en güzel şekilde adapte eden kişi olan Mustafa Kemal ise en azından ömrünün sağlıklı geçen bölümlerinde bu emre harfiyen uymuştur.
***
Dedik ki; Allah’ın emri de liderlerin, toplumu ilgilendiren hususlarla ilgili olarak yapacakları işlerde, yapılacak işin veya düzenlemenin sebep ve neticelerini iyi bilen kişilerle istişare etmeleri yönündedir.
Öyle ki; Kur’an-ın 42. sûresi bile ismini söz konusu surenin 38. ayetinde geçen ve “İstişare” ve “Danışma” anlamlarına gelen “şûrâ” kelimesinden almıştır.
Şûrâ Sûresi, 23. ve 26. ayetleri dışındaki bütün ayetleri Mekke döneminde nâzil olmakla, ilk inen surelerden birisidir.
Bu demektir ki; Allah, peygamberini, daha işin başında nasıl davranması gerektiği konusunda ikaz etmiş ve bu surenin 38. ayetinde “…Onlar işlerini aralarında müşâvere ile yürütürler…” diyerek, başarıya götüren yolun anahtarını daha işin başında kendisine teslim etmiştir.
Daha sonra Medine döneminde indirilen Âl-i İmrân Suresi’nin 159. ayetinde ise, yapılacak işlerle ilgili olarak başkalarının da (herhalde ashabının) görüşünü alarak başarıya ulaşan Peygamberine “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” demek suretiyle, hem O’nun kâfir, müşrik ve münafıklar karşısında takınmış olduğu yumuşak tavrı övmüş, hem de bu yumuşak tavrından etkilenerek Müslüman olup, etrafında toplanan bu insanlarla bundan sonra yapılacak işlerle ilgili olarak istişarelerde ve görüş alışverişinde bulunmasını tavsiye etmiştir.
Onların da görüşlerini almak suretiyle, onları da bağlayacak şekilde bir karara vardıktan sonra da o kararda sebat etmesini ve istişare ile alınan ortak kararlardan sonra bir daha geri adım atmamasını salık vermiştir.
Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal’in başarı öykülerinin altında yatan yegâne gerçek işte budur; yani yapılacak işlerle ve alınacak bağlayıcı kararlarla ilgili olarak sürekli istişare ve görüş alışverişlerinde bulunmak.
Hz. Peygamber’in, Medine Yahudileriyle imzalamış olduğu “Medine Sözleşmesi”nden tutun da, “Hendek Savaşı”nın oluş ve yapılış tarzına, Mekkeli Müşriklerle imzalanan “Hudeybiya Antlaşması”na varıncaya kadar, başarılı sonuçlar doğuran bütün iş ve işlemlerin altında ashabıyla yapmış olduğu görüş alışverişleri yatmaktadır…
***
Mustafa Kemal de öyledir.
Mustafa Kemal, Milli Mücadele için Anadolu’ya geçmezden önce İstanbul’da iken yakın çevresiyle başlamış olduğu istişarelere Samsun’a çıktıktan sora halkın ileri gelenleriyle olmak üzere; Havza, Amasya, Erzurum, Sivas ve Hacıbektaş ile devam etmiş, nihayet Ankara’ya geldikten sonra bu görüş alışverişlerine daha bir ağırlık vermiş, bunun için toplumun bütün kesimlerinden seçilen temsilcilerle TBMM’yi açmış, onların TBMM kürsüsünde bazen abuk sabuk şekilde yapmış oldukları suçlamaları bile sineye çekerek hoş karşılamıştır.
Böyle yaptığı içindir ki; Anadolu insanını etrafında kenetlemeyi başarmış ve onları ölümüne bir mücadelenin parçası haline getirerek zafere, dolayısıyla başarıya ulaşmıştır.
Askeri zaferden sonra toplum hayatını yakından ilgilendiren inkılapların başarıya ulaşmasında da yine arkadaşlarıyla sürekli görüş alışverişinde bulunmasının ve bazen direk olarak yurt gezileri yapmak suretiyle, ancak daha çok da arkadaşları vasıtasıyla halkı ikna etmesinin büyük payı bulunmaktadır.
***
Teşpihte hata olmasın; Hz. Peygamber’in, Allah’ın emri mucibince, kâfirlere, müşriklere, münafıklara, İslam’a yeni girdikleri için bazen Hz. Peygamber’i bile çileden çıkartacak tarzda aykırı işlerin altına imza atan bedevilere yumuşak davrandığını, onların varlıklarını inkâr etmeyip, onları yok saymadığını dikkate aldığımızda, bugün HDP’yi yok farz edenlerin yanlış yaptıkları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Düşmanınızı yok sayarak ve onu görmezden gelerek, onunla mücadele edemezsiniz ki; HDP’yi toptan düşman ilan etmek de akıllı, mantıklı ve üstelik insaflı bir tavır değildir.
Hele hele önce HDP’yi yok farz edip, arkasından da HDP’nin koalisyon ortağı olmasını önermenin, siyaseten ele alınır bir tarafı da yoktur.
Bu, HDP’ye olmasa bile millete karşı yapılmış en büyük ayıptır ve düpedüz milletle dalga geçmek anlamına gelmektedir…
Bir yanıt yazın