Kıbrıs sorunu ile ilgili BM girişimiyle 2014′ te başlatılan müzakereler, bir süre verimsiz ve ucu açık devam etti.
Bugün müzakereleri yürüten KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in 2004 referandumunda Annan Planı’na verdikleri destek; Kıbrıs’ta müzakerelerin bir federatif çözümle sonlanması beklentisine yol açıyor.
Bu kritik süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1974 Harekâtı’nın 41. yıldönümü vesilesiyle KKTC’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş bulunuyor.
*
Türkiye olası bir anlaşma ile Birleşik Kıbrıs’ın; siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu, iki bölgeli federasyona dayalı olmasını,
BM ve AB üyesi olarak tek uluslararası hukuki kimliğe ve Kıbrıslı Türkler ile Rumların eşit ve tek egemenliğe sahip olmasını,
Federasyonun iki tarafta eşzamanlı referandumda onaylanma sonucu ortaya çıkmasını,
Federal Anayasa’nın Birleşik Kıbrıs’ın iki eşit statüye sahip iki kurucu devletten oluşacağını belirtmesi ve bunu güvence altına almasını istiyor.
*
Müzakere süreci, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin doğalgaz arama faaliyetleri için çalışmalara başlamasına Türkiye’nin kayıtsız kalmaması üzerine Rumların barış müzakerelerinden çekilmesiyle sona ermişti.
Zaten Rumlar da, uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnmekteydi ki; iddia ettikleri egemenliği kabul etmek “Kıbrıs sorununun” ortadan kalkması demekti…
*
Çünkü;
Birincisi; Kıbrıs’ta taraflar arasında sorun, 1960 Ankara Anlaşmasına rağmen Rumların 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarından doğuyor.
Ankara Anlaşması Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.
Oysa Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini amaçlıyor…
*
İkincisi; 1968’den beri iki kesimin müzakerelerinde ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili hiç bir uzlaşma sağlanamamıştır.
Rumlar, BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirmiş, Türkler azınlık konumuna itilmiş, üstelik 2004′ te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ye katılmıştır.
*
Üçüncüsü; Kıbrıs, NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinde önemli bir merkezdir.
Hem Türkiye, hem mevcut iki devletli haliyle Kıbrıs; Stratejik Konsept Belgesinde “AB üyesi olmayan NATO ülkesi” olarak anılmakta, NATO için sorun olmaktadır.
Bu durumda Türkiye, NATO’nun AB üyesi olmayan müttefiki olarak Avrupa güvenliğine katkısı için öncelikle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil edilmesi gerektiğini savunmakta,
Fakat AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına girmesini, Türkiye de Kıbrıs’ın NATO’ya girmesini engellemektedir.
Bu karmaşa, ancak Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinin birleşme şartlarında anlaşmaları halinde ve Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin NATO’ya ,Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına üye olmasıyla çözülebilecektir…
*
Dördüncüsü; BM’nin müzakerelerden sonuç alınması yönündeki ısrarının nedeni, Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin Avrupa’ya transferi ihtiyacıdır.
Bu noktada Türkiye adanın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu savunuyor.
Nitekim Türkiye ve KKTC; İsrail’in teşvikiyle Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajına başlaması ardından “Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması”nı imzalamış, benzer arama çalışmaları yapması önündeki engeli kaldırmıştır…
*
Bu noktada ülkeler arasında işbirliğinde Doğu Akdeniz’de önemli miktarda bulunan hidrokarbon kaynakları katalizör bir güç olarak devreye giriyor.
ABD ve AB’nin Enerji Güvenliği için öngördüğü Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi kapsamında, İsrail ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz’de bulduğu doğalgazın Avrupa’ya nakli konusunda atılan adımlar, giderek hız kazanıyor..
*
Önce, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının az maliyet ve hızlı getiri sağlamak kaydiyle Avrupa’ya satılabilmesi için komşu ülkelerin mevcut boru hatlarının kullanılması düşünülmüştür.
Ama Türkiye’nin bu alanda bulunan gazda KKTC’nin de payı olduğu tezi, Güney Kıbrıs’ın Türkiye ile KKTC sorunu ve İsrail-Türkiye’nin mevcut kopuk ilişkileri yüzünden Türkiye’deki boru hatlarından faydalanılamıyor.
*
Bu durumda Rum gazının İsrail gazı ile birleştirerek İsrail üzerinden ya da gemilerle nakliyatını sağlamak alternatifi düşünülmeye başlanmış,Türkiye devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
Bu kez, Türkiye’nin dahil olmadığı hiçbir denklemin ekonomik anlamda istenilen sonuçları getirmeyeceği gerçeği taraflar arasında sorun oluşturmuştur.
*
Önce, Kıbrıs sorununda kesik olan müzakere süreci KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın “Türklük” yerine “Kıbrıslılığı” ön plana çıkaran vizyonuyla kaldığı yerden yeniden başlatılmış bulunuyor.
Sonra ABD’nin, İsrail’i “NATO üyesi olmayan Büyük Stratejik Ortak” statüsüne almasıyla birlikte,
Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve İsrail enerji bakanları doğalgazı Avrupa’ya taşıyacak yeni bir doğalgaz boru hattının planlarını AB ile görüşüyor.
Türkiye’nin by-pass edilerek İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan’ın offshore sahalarının bağlanmasıyla oluşturulacak Doğu Akdeniz Boru Hattı ile gazın Mısır’dan ya da Yunanistan üzerinden diğer Güney Avrupa ülkelerine ulaştırılması öngörülüyor.
Enerji Alanında İşbirliği çerçevesinde Doğu Akdeniz’de deniz bölgelerinin sınırlarını belirleme konusunda görüşmeler yapılıyor.
*
Türkiye ise bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözüm yolunda motive ediliyor.
Mayıs 2015’te Kıbrıs’ta yeniden başlayan toplumlararası müzakerelerde şu ana kadar özlü konularda fazla yol alınmış değildir.
Ama müzakere zemininin tesis edilmesi, Yunanistan-Türkiye ve toplumlar arasında güven yaratıcı önlemlerin hayata geçirilmesine çalışılıyor…
Mesela, Türkiye yazılı ve görsel medyasında Kıbrıs ile ilgili tek bir konu dahi gündem olmuyor…
*
1974 Harekâtı’nın 41. yıldönümünde, Rum Lider Anastasiadis, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın göreve gelmesiyle müzakerelerde yeni bir fırsat penceresi açıldığını söylüyor.
Rum kesiminin felsefesini, Yunanistan’daki cunta rejiminin 1974’te Ada’da gerçekleştirdiği darbeyi de eleştirerek,
“Geçmişte işlenen suçları tanımak için hep birlikte olgunluk ve cesaret kazandık. Demokratik anayasamızı korumamız gerektiği sırada bunu yapmadık.İki halk arasında gerekli olan köprüleri kurmak için de elimizden geleni yapmadık. Kıbrıslı Türklerin Türkiye’nin propagandasına ve planlarına kurban gitmesine izin verdik” ifadesiyle açıklıyor.
*
Bu noktaya bir mim koymak gereklidir.
Çünkü Türkiye açısından sorun; Ankara Anlaşmasıyla Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımında,
Aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerde,
Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinde,
Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesi, mülkiyet, toprak gibi konularda zarara uğramak tedirginliğidir…
*
Siyasi bakışında üst kimlik olarak “İslam’ı”, “Türklüğü” ise bir alt kimlik olarak benimseyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yüzden Kıbrıs’ı Yunanistan’dan (hii,tövbe tövbe) özel olarak esirgiyor!
“KKTC’nin ve adanın enerji kaynaklarıyla ilgili politikalarımızdan taviz vermemiz söz konusu değildir. Bölgede çıkarılacak herhangi bir kaynağın tüm ada halkının olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Oradan çıkarılacak kaynağın kullanılmasında ve uluslararası piyasalara ulaştırılmasında kilit ülke Türkiye’dir” diyor.
*
Ama seçimde iktidarının mutlak çoğunluğu kaybeden ve yeni hükümet kurma çalışmaları yapılırken, Erdoğan’ın belirlediği İslamcı ve yayılmacı dış politikasının,
İran ile yapılan nükleer anlaşmanın Ortadoğu’da oluşturacağı yeni konjoktür çerçevesinde yeniden şekillendirileceğine,
Türkiye’nin Kıbrıs ve olası başka unsurlarla birlikte çok pahalı bir fatura ödeme riski ile karşı-karşıya kalacağına dikkat çekmek gerekiyor.
23.7.2015
Bir yanıt yazın