İran ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya’nın yaklaşık iki yıldır sürdürdüğü Tahran’ın nükleer programına ilişkin müzakereler ekonomiden siyasete, bölgesel ve küresel etkileri olabilecek tarihi bir anlaşma ile sonuçlandı.
Bir anda dünyaya “İran’ın dünya politikasına eklenmesi” ve “Ortadoğu’da istikrarın oluşması” gibi fikirler yayıldı.
*
Anlaşmanın BM Güvenlik Konseyi’nin, ABD Kongresi ve İran Parlamentosunun onayından sonra yürürlüğe girmesi bekleniyor.
Ancak ABD Kongresi’nin İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlayan ama nükleer altyapısına dokunmayan anlaşma formülünden rahatsız olduğunu kaydetmek gerekiyor…
*
Anlaşma ile İran nükleer enerjiyi kullanma hakkını kabul ettirmiş, nükleer silah elde etmeye çalışmadığını kanıtlamıştır.
Batı’nın ağır yaptırımlarının iptali İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına ve Ortadoğu’da etki gücünü arttırmasına neden olacaktır.
*
ABD ise İran’ın nükleer programını ertelemiş, sıkı bir denetim mekanizmasını kurma olanağını yakalamıştır.
Üstelik bu anlaşmanın tek alternatifinin de İran’a askeri saldırı olduğu anlaşılmıştır.
*
Anlaşmanın 40 yıldır ikili ilişkilere sahip olmayan İran ve ABD arasında ikili ilişkileri tesis eden bir adım olarak yorumlanması güçtür.
Çünkü bir tarafta, İsrail; anlaşmayı “Dünya için tarihi bir hata” şeklinde değerlendirmekte,
Öte yanda İran; hem 400 nükleer başlık ve bomba ile donatılmış İsrail’i bütün bölge ülkelerinin varlığını tehdit eden terörist bir ülke olarak tanımlamakta,
Hem de Suudi Arabistan’ı bütün İslam ülkelerinde terörist grupları örgütleyip beslemekle suçlamaktadır.
Bu yüzden ABD ve İran’ın kısa vadede normal diplomatik ilişkilere sahip olamayacağı öngörülmelidir.
*
Fakat güçler ilişkisinde önemli değişiklikler olmadan, başlangıçta güvenlik alanında IŞİD’le ortak mücadele gibi bazı işbirliği girişimleriyle ikili ilişkilerin şekilleneceğini düşünmek gerekiyor.
Başta İsrail-Filistin arasında çevre ülkeleri de kapsar bir barış planının yürütülmesinin kolaylaşacağı,
İran’ın, özellikle İsrail’i ve bölgeyi ateşe sürükleyecek bir politika yürütmekten alıkonulacağı gibi bir umud yükseliyor.
İran’ın İslam devrimini yaygınlaştırmaktan vazgeçmesi halinde Filistin’de, Lübnan’da, Suriye, Irak ve Bahreyn’de etkisini sürdürmesine yol verilmesi kaçınılmaz görünüyor.
*
Nitekim ABD, bir süredir Ortadoğu’daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın yolunu oluşturuyor.
1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO’nun bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımla hayata geçirildiğine ilişkin belirtiler gözleniyor.
Bu kez İran; hem SSCB’nin o dönemki rolünü üstlenmekte, hem de Ortadoğu’da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu, arkasında NATO’nun olduğu bir savunma örgütünü buluyor!
*
İşte, 26. Arap Birliği Zirvesi’nde barışa yönelik bölgesel bir güvenlik tehdidi durumunda devreye girmek üzere birleşik bir Arap gücü kurulmasında mutabakat sağlanmıştır.
Bu suretle Ortadoğu’da Suudi Arabistan- İran ekseninde, NATO’nun desteklediği Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arapların “Ordulaşma”sı sağlanırken,
Hem İsrail’in müttefiki Arap’ların güvenliği, hem de İsrail’in İran Şii Ordusuna karşı güvenliğinin teminat altına alınması öngörülüyor.
*
Üstelik ABD, Hürmüz Boğazı’nda İran’ı caydırmak ve körfez ülkelerini korumak için donanmalarına yüklediği ve operasyonel hale getirdiği Füze Savunma sistemiyle birlikte konuşlandırdığı tüm serilerinde Patriot bataryalarını,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küveyt, Katar, Umman’a sağladığı veri bağlantılarıyla birleştirilen, İsrail ve Türkiye’de konuşlandırılan füze savunma sistemleri ve patriot sistemleriyle “tek tetik” oluşturan ve bölgedeki kendi sistemine entegre ettiği füze kalkanını Rusya’ya yönlendirerek daha güvenilir ve işlevsel hale getiriyor…
*
Bu noktada bir NATO üyesi olarak Türkiye, hem askeri anlamda Sünni ve Şii eksenindeki ordulaşma sürecinde potansiyel arabulucu olabilme,
Hem de ekonomisi büyük oranda petrol ithalatına bağlı olan ve yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için hidrokarbon kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz olması hüviyetiyle kilit ülkedir.
*
Ne ki, bir diğer alternatif ise giderek İran’ın İsrail’in denetiminde olan Suriye, Irak ve Türkiye Kürdistan’ı ile kuracağı stratejik birlikteliklerde,
Kürdistan kaynaklarını da yanına alarak, kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik- asimetrik tamponları kapsamında Türkiye’yi çok rahatlıkla by-pass edebilme gücüdür.
*
Bu halde İran, İsrail’in yayılma politikasını belirleyen ve “Nil Nehri’den Fırat’a kadar” sloganıyla belirlenen mitinin önünü güya kesmiş olmakla, kıyamete kadar kendini avundurabilir…
17.7.2015
” Efendim, Ramazan Bayramı iyi umutlarınıza, esenliğinize ve hepimizin gönencine vesile olsun.”
Bir yanıt yazın