Doğu Kazakistan ve Rus Altayı ile sınır komşusu olan Doğu Türkistan bölgesinden (Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi) gelen arkeolojik kanıtlar, Orta Asya’daki etno, kültürel gelişmelerin tarihini anlamak için çok önemlidir. Her ne kadar son on yıl içersinde Çinli arkeologlar tarafından geniş ölçekli arkeolojik çalışmalar yapılsa da, Çin’in bu bölümünün antik tarihine dair bilgilerimizde hâlâ önemli boşluklar vardır.
Huno-Sarmat dönemin (M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 6. yüzyıla kadar) arkeolojik yerleşimlerinin araştırılması ve Türklerin erken tarihine dair çalışmalar, Doğu Türkistan’nın arkeolojisindeki çok önemli, ancak yeteri kadar çalışılmamış sorunları arasındadır. Arkeolojik bakış açısından umut verici en önemli yerlerden birisi, Rus Altayı ve eski Orta Asya Cumhuriyetleri ile sınır komşusu olan ve Sincan’ın kuzeybatısında bulunan Yili Kazak özerk bölgesidir. Bu bölgenin önemi uzun süredir farkedilmiş olsa da, son yıllara kadar 30 yıl önceki Çin kazılarından kalan eski verileri kullanıyorduk (Doğu Türkistanı, 1995: 297-302). Huno Sarmat döneminin yerleşimlerinden gelen arkeolojik veriler ve Göktürk dönemin güvenilir olduğu düşünülen yapıları eksiktir. Buna rağmen, yıldan yıla, bu bölgeden gelen arkeolojik verilerin sayısı artmaktadır; bu sebeble, Tiyan Şan’a yakın bölgelerden gelen birkaç yeni güvenilir bilgi, Sibiryalı arkeologları oldukça ilgilendirmektedir.
1990’ların sonunda, Çinli bilimadamları, Çin-Kazak sınırının güney bölümüne yakın olan antik bir gömü tepeciğinden, bir mezar eşyası koleksiyonunu yayınladılar (An Yingxin, 1999). 1997’nin Ekimi’nde, Boma mahallindeki antik bir gömü tepeciği, kazı çalışması yapılarak açıldı ve değerli madenlerden yapılmış birçok buluntuyu içeren mezar eşyalarının çoğu toplandı. Bu makale, bu mezar eşyalarının çözümlemesi üzerine yoğunlaşacaktır.
Sınır karakolu Boma, Tanrı Dağları’nın (Tiyan Şan) kuzey kollarına yakın Zhaosu ilçesinde bulunmaktadır. Bu yerleşimin coğrafik durumu, 80°15’11,4” Doğu boylamı ve 42°41’30.4” Kuzey enlemindedir (bak. Harita 1). Yerleşim, deniz seviyesinden 1820 m. yukarıdadır. Gömü alanı, güneydoğudan kuzeybatıya uzanan, üç büyük dairesel gömü tepeciğinden oluşmaktadır. Gömü tepecikleri arasındaki uzaklık ortalama 30 metre, tepecik uzunluğu 0.7-1.5 m. ve çapları 20-30 m. idi. Tüm buluntuların, günümüz toprak yüzeyinden 3.5 m. derinde bulunduğu rapor edilmiştir. Mezar eşyalarının yanısıra, insan kalıntıları ve sahibini yalnız bırakmayan bir at gömüsü açığa çıkartılmıştır.
Maalesef, bu nadir yapı, yoğun tarımsal faaliyetler yüzünden hemen hemen yok edilmiştir. Yerel yöneticiler tarafından alınan korumacı tedbirler sayesinde, koleksiyonun ana bölümü başarılı bir şekilde toplanmış ve daha sonraki çözümlemeler için arkeologlara teslim edilmiştir. Yine de, bilimsel değeri yüksek bilginin asıl bölümü yok olmuştur. Böyle elverişsiz durumlarda, arkeologlar, baştan sona kadar, mezar eşyalarının tüm tabakalarını çözümlemeli ve bütün bir gömü yapısını daha önceden oluşturan, cenaze törenine ait dinsel törenin unsurlarını korumalıdır. Çinli bir arkeolog olan An Yingxin Boma’da keşfedilen koleksiyonu yayınladı ve bu buluntuların zamandizinsel ve etno- kültürel özelliklerine dair kendisine ait yorumları ortaya attı. Buna rağmen, biz, Çinli meslekdaşımızın bazı sonuçları yeniden ele alarak sunacağına inanıyoruz.
Toplam 35 parçadan oluşan koleksiyonun ana bölümünü altın ve gümüş buluntular oluşturmaktadır (97XZPC: 1~35). Bunların arasında, yakutlarla süslenmiş bir adam maskesi, bir çiçek deseni ile bezenmiş ve yakutlarla süslenmiş ağızlıklı bir kap, kedi formunda (An Yingxin’in tanımına göre büyük ihtimalle bir aslan) bir kulba sahip akik taşı ve yakutla süslenmiş bir kadeh, yakutla süslenmiş ve altınla işlenmiş kın parçaları, yakut bir kabokonlu altın işli bir yüzük, menteşelerle birleştirilmiş altın iki dikdörtgen tabak, altın tabakımsı levhalar ve üç taç yaprağı rozet. Bu koleksiyonda, boynunda geniş bir yaldızlı bant bulunan gümüş bir kavanoz da bulunmaktadır.
Bir diğer buluntu grubu, demir silahlardır. Bu grupta, üç tane paralelkenarlı ve basamaklı saplara sahip keskin ok ucu vardır. Gömü tepeciğindeki arkeolojik çalışmalar sırasında, birçok kumaş parçası da bulunmuştur. Bu koleksiyonda, deri ayakkabı parçaları, at derisi ve ince cidarlı akik ve cam kap parçaları da bulunmaktadır.
1. Altın Buluntular
Yakutlarla Süslenmiş Altın Maske: Uzunluk 17 cm, en 16.5 cm, ağırlık 245 g; deforme olmuş. Maske kalıp ile kesilmiş ve iki parçadan oluşuyor: sol ve sağ. Tümden parlatıldıktan sonra, bu parçalar küçük perçinlerle birbirine birleştirilmiş. Maske aşağı yukarı kare şeklindedir ve kalın gür kaşlı, yuvarlak gözbebeğe sahip büyük gözlü, uzun sarkık bıyıklı ve ağzı açık, uzun bir erkek yüzünü tasvir eder. Ağzın, burnun, dudakların ve yanakların dış hatları belirgin bir şekilde gösterilmiştir. Sadece, yakutlarla süslü söğüt yaprağı şeklindeki bir levha ile yapılmış olan bir kaş korunmuştur. Bu levha, kaş için uygun bir yerin içine perçinlenmiştir. Sözde ikinci bir kaşın yerinde, perçinlerden ayrılmış dört tane boşluk vardır. Gözbebekleri, küçük perçinlerle maskeye raptedilen göz çukurları içine sıkıştırılan iki geniş yuvarlak yakutla yapılmıştır. Bıyık, tümü kaybolmuş yakutlarla süslenmiş enli ve yukarı çevrik altın levhalarla yapılmıştır. Sakal, yanağa perçinlenmiş 1 cm kalınlığında iki altın banttan oluşur. Bantların üst uçları maskenin şakaklarına ulaşır ve alt uçları çenede son bulur. Altın bantlar, uçları aşağı doğru simetrik bir şekilde yerleştirilmiş 39 tane kalp şeklinde yakut ile süslenmiştir (sağ tarafta 20 taş ve sol tarafta 19 taş). Burun köprüsüne yakın (üst maskenin köşesindeki) ve alt çenenin altında, kaşların dış bölümlerinden sarkan üç küçük yüzük vardır; bu yüzükler, büyük ihtimalle, ölen kişinin yüzüne maskeyi tutturmak için kullanıldı. Kabuk bağlaması için kullanılan taşların renginin (kırmızı yakut) kırmızı saç rengini imleyebileceğini tahmin etmekteyiz.
Ağızlıklı Altın Kap: 1 adet. (Kat. No. 97XZPC: 2). (Levha 2: 11 ve 4: 3).
Tüm uzunluk 14 cm, ağız çapı 7 cm, en geniş bölümdeki gövde çapı 12.3 cm, dip çapı 5.7 cm ve ağırlık 489 g. Bu kap iyi korunmuş ve küresel bir gövdeye, dışa dönük ağızlı oldukça dar bir boyuna ve düz omuzlara sahip. Bükülmüş altın bir tel ile bezenmiş yuvarlak bir dip, kap tabanına lehimlenmiş. Ufak kubbe şeklindeki kapak, merkezi damla şeklindeki kıymetli taşlara sahip 7 çiçek ile bezenmistir. Bütün kıymetli taşlar korunamamış. Kapak ağzı, benzer ekleri başlangıçta taşıyan 25 tane dikdörtgen yuvaya sahiptir. Eksik olan kapak yumrusuna bağlanan perçinlerden arta kalan kapağın üst kısmında 4 tane boşluk vardır. Kabın omuzları, üzerinde yakutlarla süslenmiş oval bir yuva dizisinin görülebileceği, bükülmüş bir altın tel ile bezenmiştir. Bu bezeme ekleri dizisi üzerinde, pirinç tanesi formunda yakutlarla süslü üç taç yaprağı rozetlerinin 14 tane kümesi vardır. Biz, biri diğerinin üzerinde olan iki ilmeğin, omuzlara yerleştirildiğini düşünebiliriz, çünkü birleşme noktalarında perçinlerin izleri vardır.
Bir Kulplu Altın Kadeh: 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 3). (Levha 2: 3)
Uzunluk 16 cm, ağız çapı 8.8 cm, çapraz bölge çapı 10.5 cm, dip çapı 7 cm, ağırlık 725 g. Yüzey damgalanmış ve karelere bölünmüş. Her karenin merkezinde, yakut ve akik taşı eklemeleri için oval bir yuva var. Uzun ve kıraç bir vücuda sahip dairesel bir kedi figürü, kadeh kulbunu oluşturmaktadır. An Yingxin’in tanımına göre, bu hayvan bir aslandır.
Yakut Kabokonlu Altın Yüzük: 1 Adet. (Kat. No. 97XZPC: 6). (Levha 2: 10)
Ağırlık 16.5 g. Büyük bir yakut için (2.1 x 1.5 cm) oval bir yuva, büyük altın taneciklerinden oluşan iki dizi ile yerleştirilmiştir. Yüzüğün ön yüzünün arta kalan tüm yüzeyi, daha küçük altın parçacıkları ile kaplanmıştır. Yüzüğün ön paneli, küçük bir kabokon için yapılmış yuvanın ters tarafındaki oval bir panelin eklendiği diğer uçların içinden perçinlendiği ince kavislere sahip üçgen uçlara sahiptir.
Altın Kın Parçaları: 2 Adet. (Kat. No. 97XZPC: 4).
Bir hançer kınının levha şeklindeki dış parçaları. Zarar görmüş. Korunmuş uzunluk 21.4 cm, en 4.3’den 5.8 arasında değişmekte ve ağırlık 66 g. Yüzey, üç paralel dizi olarak biçimlendirilmiş damla ve yarı dairesel şekilde olan akik taşı ve yakutlarla süslenmiştir. Eklemeler arasındaki yüzey, altın taneleme tekniği içerisinde imal edilmiş olan üçgenler ve eşkenar dörtgenler ile doldurulmuştur. Bu bezeme bandının bittiği benzer altın tanelerin olduğu paralel diziler vardır (Levha 3: 1, 2).
(Kat. No. 97XZPC: 7). Altın kın parçaları, demir bir bıçağın parçaları ve bu bıçağın konulduğu ahşap bir kınının arta kalanları ile birlikte bulunmuştur. Parçaların uzunluğu 13.5 cm ve ağırlık 167 g. Kının yüzeyi, damarlar kakılarak tamamıyle dümdüz edilmiştir.
Altın Kemer Toka: 1 Adet. (Kat. No. 97XZPC: 8). (Levha 2: 4).
Uzunluk 7.4 cm, en 3 cm ve ağırlık 28 g. Toka, büyük ihtimalle, ilk önce hareketli menteşelerle birleştirilmiş iki dikdörtgen levhadan oluşur. Bir levhanın yüzeyi dümdüzdür; ötekinin yüzeyi, tuğla şeklini andıran bir desen ile bezenmiş dikdörtgen çukurların olduğu beş diziye sahiptir. Eldeki tanımlamalar ve resimlerden ortaya çıkan yargılarımızdan ve boşluğun doldurulmasına dair izlerin yokluğu yüzünden, biz, bu çukurların kabuk bağlaması için yuvalar olarak işlevselleştirilmediğini tahmin etmekteyiz.
Altın Levha Şeklinde Bezemeler: 41 parça.
Tip 1: Plakalar, 38 parça. Plakalar dövülmüş altından imal edilmiştir. Yuvarlak dipli ağaç yaprağı şeklindedirler; tabana tutturulması için her bir plakada 4 boşluk vardır. Plakaların merkezinde bir yiv vardır. Ölçüler 2.7 x 2.2 cm; 7 adedinin ağırlığı 5 g.’dır (Levha 2: 9).
Tip 2: Karmaşık şekilli üç taç yaprağı pandantifi. Üretim tekniği birçok aşamayı içerir: Varak dövülmesi, kesim ve lehimleme. Pandantifin üst kısmı, bulutlar şeklinde yapılmıştır ve alt kısmı, keskin uçları aşağıya doğru olan tomurcuk şeklinde yapılmıştır. Yuvarlak levha asmalar (hangings), bir yüzük ile bu tomurcukların sonuna eklenmiştir. Pandantif, üst köşesindeki bir ya da iki ilik ile tabana bağlanmıştır.
Alt Tip 1: 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 9). Fasulye, kalp, damla ve ok şeklindeki yakutlarla süslü bir pandantif. Uzunluk 5.5 cm, en 3.5 cm ve ağırlık 2.5 g. (Levha 2: 7).
Alt Tip 2: 2 Adet (Kat. No. 97XZPC: 10, 11). Dış hatlar damgalanmış; düz yüzey. Uzunluk 6.6 cm, en 5.3 cm, ve ağırlık 3 g. (Levha 2: 8).
2. Gümüş Buluntular
Gümüş Kadeh: 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 4). (Levha 2: 2).
İyi korunmuş, uzunluk 17.2 cm, ağız çapı 7.4 cm, boyun çapı 6.8 cm, gövde çapı 6.8 cm, dip çapı 5.5 cm, ağırlık 544 g. Kadehin boynunda, 2 cm kalınlığında yaldızlı bir bant vardır. Bu bandın altında, kabartma konsantrik daire bezemelerinden oluşan bir bant vardır, dairelerin arasındaki mekan bir çiçek deseni ile doldurulmuştur. Gövdenin orta bölümünde, bakır perçinlerin lekemesinden sadece oksit yeşilinin görüldüğü dikey bir kulp izi var.
Gümüş Bezeme. 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 29).
Orjinal formu yeniden yapılamamış. Sadece düz köşelerin birçok boyutlarda parçaları, perçin boşlukları ve perçinlerin kendileri korunabilmiş.
3. Demir Buluntular
Zincir Zırh: 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 30).
1 Parça 4.5 x 4 cm.
Ok Uçları: 3 Adet (Kat. No. 97XZPC: 31~33).
Sapları ile üç keskin ok ucu. Demir ciddi oranda aşınmış. Çapraz alanda doldurulmuş birçok ahşap ince sap korunmuş. İki bozulmamış ok ucunun dışında, 4 cm uzunluğunda saplı bir ok ucu parçasının olduğu bir grup var, bu örneğin ok ucu tipi saptanamamış.
Tip 1: Basamaklı bir sapa sahip ok ucu. 1 Adet. Ok ucu 7 cm uzunluğunda, keskin, ince bir uca ve basamaklı sapla birleşme yerinin alt bölümündeki bir oyuğa doğru eğimli omuzlara sahiptir.
Tip 2: Asimetrik-eşkenar dörtgen şeklinde bir sapa sahip ok uçu. 1 Adet. Ok ucu 4.8 cm uzunluğunda, keskin, ince bir uca ve eğimli omuzlara sahip.
Demir Bıçak: 1 Adet.
7 cm uzunluğunda, 3 cm genişliğinde ve 0.5 cm kalınlığında demirden çift-keskinlikli bir bıçağın (doubled-edged blade) parçası. Bu obje, kazı raporunda, altın kın parçalarının (bak. Kat. No. 97XZPC: 7) tanımıyla beraber anılmaktadır. Büyük ihtimalle, bu iki obje her nasılsa bir şekilde birbirleriyle ilişkilendirilmiş.
4. Kumaşlar
Tahrip edilmiş gömü tepeciğinde on altı parça kumaş bulunmuş. Altın iplikli bir parça dışında, öteki tüm kumaşlar 4 gruba ayrılmış: Pamuklu kumaş, iyi mal tafta ipek, saten dokumalı iyi mal ipek, ve dokunmuş ipek (Levha 3).
5. Deri Objeler
Üç parça kösele şeridi ve bir parça tabandan oluşan, kahverengi sığır ve at derisinden ayakkabılara ait dört parça bulunmuştur (29 cm uzunluğunda, korunmuş kısımda eni 8 cm). Parçaların dikildiğine dair kanıt olabilecek dikişlerin izleri vardır.
6. Taş Obje
Çok ince akik taşından bir plaka parçası. 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 34). Büyük ihtimalle, bu, bir çay fincanı parçası ya da bir kadeh tabanı.
7. Cam Obje
Kahve renginde bir cam parçası. 1 Adet (Kat. No. 97XZPC: 35). Bu, bir kap ya da kadehin ağız parçası.
Yerleşimin zamanını belirlemek için, An Yingxin, Boma Koleksiyonunun Çinli yayıncısı, Boma mezarlığının batısındaki (Kırgızistan’dan Rusya’nın güneyi ve Kırım’a) ve doğusundaki (Kuzey Hanedanların Çini ve Tang Dönemi) bölgelerden bir çok karşılaştırılabilecek buluntuyu anlatır. Seçilen örnekler rastgele gibi görünüyor ve önerilen tarihler sık sık günümüz görüşleri ile uyuşmamaktadır. Örneğin, An Yingxin Boma kumaşlarını, oldukça dar ve daha geç bir tarihte olduğu düşünülen Astana mezarlığında bulunanlarla karşılaştırır. M.Ö. 7. yüzyıla tarihlenen Karadeniz Bölgesi’nden bir gümüş kap, Boma buluntularından birisinin bir karşılaştırması olarak düşünülmektedir; diğer taraftan, kültürel bakış açısı hesaba katılmamıştır. Çinli yazar, Boma’daki gömü tepeciğinin, en geç 6-7. yüzyıllarda inşa edilebileceğine inanmaktadır. Han döneminden Çin yazılı kaynaklarındaki mevcut bilgilerin ışığında, Vusun, Yili bölgesine yerleşmiş ve Tang ve Song dönemlerinde, Batı Türkleri burada yaşıyorlarmış, An Yingxin, Boma yapısını Göktürklere atfediyor. Böylece, An Yingxin, Batı Göktürk kağanlarının klan alanlarının lokalizasyon sorununu çözmede, Boma koleksiyonunun hatırı sayılır bir öneminin olduğu mantıksal (onun görüş açısından) bir sonuca geliyor. Doğu Türkistanı’nın bu bölgesinden iyi bilinen Göktürk arkeolojik kanıtlarının yokluğunu hesaba katarsak, Çinli meslekdaşımızın ileri sürdüğü görüş oldukça çekici görünmektedir. Yine de, Boma objelerinin çözümlenmesinden, gömü ayininin korunmuş öğelerinin bulunduğu verilerin karşılaştırılmasına kadar var olan durum, bu bölgenin bir diğer zamandizinsel ve kültürel yorumlarını öne sürmek için bize meşru zemin sağlar.
Boma koleksiyonundaki objeler, farklı zaman özelliklerine sahiptir ve bu yüzden, bunlar ayrı ayrı çözümlenmeye gereksinim duyarlar.
Sapa yakın olan düz bir çıkıntıya sahip üç keskin demir ok ucu Sarmat dönemine tarihlenir ve M.S. 3-4. yüzyılda yaygındır (Zasetskaya, 1983). Benzer bir şekilde basamaklı ok uçları (Boma’da aynı tip gösterildi), İrtiş Irmağı havzası, Tuva, Altay, Moğolistan ve Transbaykal bölgesini içeren, Orta Asya’nın geniş bir alanında Huno-Sarmat dönem boyunca yaygın bir şekilde kullanılmıştır (Konovalov, 1976; Davydova, 1985: 48, 66; Danchenok ve Nesterov, 1989: 94-96; Mandel’shtam ve Stambul’nik, 1992: 198, 200-203; Soenov, 1995; Matyushchenko ve Tataurova, 1997: 64-66, vd.). Uzmanlar, bu tip ok uçlarının yayılımını Hun (Hsiung-nu) ya da ilişkili kabilelerin hareketleri ile açıklarlar. Genellikle geniş kapların [Hun tip kaplar] kullanımı ile açıklanan, Boma ok uçlarının oldukça geniş ebatlı oluşuna dikkat ederiz (Moshkova, 1989: 184-185).
Bilindiği gibi, Orta Asya kabileleri zincir zırhı, M.Ö. 1. bin yılın ortalarında Tanrı Dağları’nın batısında yaşayan insanlardan ödünç almışlardı (Gorelik, 1993: 161, 164). Zincir Zırhlar, hem arkeolojik veriler tarafından hem de yazılı kaynaklar tarafından açıklandığı gibi, Türk kabilelerini içeren, Orta Asya nüfusu tarafından uzun süre kullanılmıştır (Gavrilova, 1965: 31; İvanov, 1987: 182; Kozhomberdiev ve Khudyakov, 1987: 97-98; Slyusarenko ve Cheremisin, 1995; Yunusov, 1990: 98).
Değerli metallerden yapılan polikrom objeler, Boma koleksiyonundaki en çekici parçalardır. Polikrom stil, Avrasya bozkırının batı alanına kadar yayılmış ve varlığı Sarmatik göçebe kavimlerin etkisini ispat eder. Avrasya bozkırının doğu bölümünde, polikrom objeler nadiren bulunur. Büyük ihtimalle Hunlardan ya da ilişkili nüfustan ayrılan, Huno-Sarmat döneminin Tuva kültüründen polikrom stilin kökeninin geldiğini iddia eden bazı arkeologlarla aynı görüşleri paylaşmak zordur (Mandel’shtam ve Stambul’nik, 1992: 200).
Polikrom stil, yarı değerli taşlarla ve renkli camlarla tekli örneklerin ya da tam derlemelerin süslendiği bir üzeri kabuk bağlama (incrustation) tarzıdır. Polikrom objelerin üretimi için kullanılan iyi bilinen iki teknik vardır: (1) Taşlar ayrı yuvalar içerisine sokulur, (2) Tümden üzerleri kabuk bağlayanlar kakılır. Avrasya bozkırlarının batı alanındaki polikrom stilin sınıflandırılması ve tarihlemesi yeteri kadar çalışılmasına rağmen (Ambroz, 1971; Zasetskaya, 1982), Orta Asya’daki polikrom stilin sorunlarına ilgi azdır. Altay ve Tanrı Dağları (T’ien Shan) bölgeleri için, polikrom stilin batı orjini (alıntı olan) oldukça açıktır. Bu tekniğin ortaya çıkışı, M.S. 4 ve 5. yüzyıllar arasına tarihlenir (Umanskii, 1978). Bu zaman, Batı Avrasya bozkırlarının İskit-Sarmat kültürlerinden çıkan bu değerli taş tekniğinin son formasyonu ile aynı zamanda meydana gelir (Zasetskaya, 1982). Sık sık kabuk bağlama tekniği ile anılan, altın tanelemenin (graining) sorunu, hâlâ oldukça karmaşıktır. Doğu Avrupa’da taneleme tekniği M.Ö. 1. bin yılın ortalarından beri biliniyordu. Han döneminde, Çin’de yaygın olarak kullanılıyordu. Örneğin, Shuanghecun köyü (Shandong eyaleti) yakınındakı tuğla mezardan gelen bir çok obje, bunların arasında küçük altın taneleri ile tümden yüzeyi kaplanan altın bir kurbağa heykelciği de vardır, taneleme kullanılarak yapılmıştır (Liu Yuntao, 1999: 27). Değerli taşların olduğu kabuk bağlama ile birlikte kullanılan altın taneleme, Altay’da M.S. 4-5. yüzyıl yerleşmelerinde sık sık bulunur (Umanskii, 1978: 135-155).
Bu tekniğin kullanıldığı objelerin, batı Sibirya’daki Sargat kültürünün (M.S. 1. bin yılın başları) mallarında taş kakmalarla birlikte kullanıldığı bilinmektedir (Matyushchenko ve Tataurova, 1997: 74; Matveev ve Mateveeva, 1987: 192-196). Değerli taşlarla süslenmiş bezemeler, Doğu Türkistanı’nda Huno-Sarmat dönemine tarihlenen yerleşimlerde de bilinir: Örneğin, M.S.’nın ilk yüzyıllarına tarihlenen Yarkhoto’daki (Molodin ve Kan Inuk, 2000: 91) ve Chaohugou’daki (Ön rapor…, 1990: 882-889) mezarlarda M.Ö.’nin son yüzyıllarından turkuazla süslenmiş altın broşlar vardır. Bu buluntular, Batı Asya nüfusu ile [Afganistan, Semirech’e bölgesi (yedi Orta Asya nehrinin arasındaki nehirarası (interfluvial) bölge, Batı ya da Rus Türkistan’ı olarakta bilinir)] ve Turfan bölgesi arasındaki güçlü ilişkileri ispat eder (bak., Sarianidi, 1983: 128-129; Zadneprovskii, 1992: 82). 1976’da bir yüzük ve bir yaldızlı kemer tokası Xiatai mezarlığında (Mongolkure (Zhaosu) bölgesi, Yili ilçesi) bulunmuştur. Yüzüğün yüzeyine küresel ve piramidal tanelerin bir çerçevesi içerisine kırmızı bir taş kakılmıştır (An Yingxin, 1999: 13, ek 5). Renkli taşların kabuk bağlaması ve altın taneleme ile yapılan altın objeler, geç Vusun dönemine tarihlenen Semirech’e bölgesindeki Kenkol mezarlığında bulunan mezarlarda da bulunmuştur. Bazı uzmanlar, bu mezarlıktan gelen arkeolojik malları, Hunnu (Hun olarak da bilinir) döneminin başlarına koyarlar (Zadneprovskii, 1992: 86).
Üç taç yaprağı rozeti özel bir ilgi alanıdır. Benzer objeler, Aral bölgesindeki Saka dönemi yerleşimlerinden gelir; basit rozetler (Kuzey Tagisken) ve renkli taşların kakıldığı rozetler (Babish- Mulla) vardır (Stepnaya Polosa, 1992, levhalar 2: 9 ve 14: 32). Sonraki örnekler, açılmış kanatları ile bir kuşun sembolize edildiği altın bir küpenin bulunduğu, Kuzey Baktriya’daki Tulhar mezarlığındaki erken döneme ait bir mezardan gelen buluntularla stilistik açıdan benzerlik gösterir.
Bu küpeye turkuaz kakılmış ve kireç hamuru kullanılarak ayırma (partition) tekniği işlenmiştir (Mandel’shtam, 1992a: 113; Stepnaya Polosa, 1992, levha 43: 4). Tulhar Yapısı M.S. 2. yüzyılın son çeyreğine – M.S. 1. yüzyıla tarihlenir (Mandel’shtam 1992a: 114). Boma’dan üç taç yaprağı rozetlerini, M.S. 1. yüzyıl yerleşimlerinden bilinen kuş simgesinden çok daha yüksek derecede stilize edilmiş objeler olduğunu düşünmekteyiz. Aynı karşılaştırmalı stilistik durum, birinci tip levha şekilli plakalar için de düşünülebilinir.
Bu plakaların, aşağıya doğru sarkan uçları ile bir elbise üzerine dikildiklerini düşünürsek, açık bir şekilde, bunları, Tuva’daki Aimyrlyg mezarlığından gelen hayvan başı şeklindeki bronz plakalarla benzerliği görülür (Mandel’shtam, 1992b: 190; Stepnaya Polosa, 1992, Levha 77: 42).
Boma koleksiyonu çalışmasındaki esas nokta, değerli madenlerden yapılmış kapların çözümlenmesidir. Bu kapların kültürel ve zamandizinsel katkıları, öncelikli olarak, karşılaştırılabilinir benzerlerinin yokluğundan dolayı, zor bir sorunu barındırır. Boma kapları, Orta Asya’da iyi bilinen ve M.S. 3-7. yüzyılların Sasani sanatı ile yakından ilişkilendirilen Şark maden oymacılığı geleneğine aittir (Marshak, 1971). Çok formlu gümüş kaplar, Bozkır’daki İskit-Sarmat yerleşimlerde yaygındır, ve bir çok çanak 2-4. yüzyıl Sargat yapılarından biliniyor (Matyushchenko ve Tataurova, 1997: 68). Yine de, biz, Boma kaplarının yakın benzerlerini bulmada başarılı değiliz. Aynı zamanda, bu stilistik özellikleri gösteren kaplar, oldukça uzun bir süre boyunca devamlı kullanımdaydılar (bak, örneğin, Toth, Horvath, 1992: 180-181); bu yüzden, biz kullanılan bu kapların tüm yapılarının tarihini belirleyemiyoruz.
Boma koleksiyonunda, sözde “hayvan stili” sanatı ile ilişkilendirilecek kedi şekilli yuvarlak bir kulba sahip bir kap var. İskit-Sarmat buluntuların arasından bu kabın benzerini bulmayı başardık. Don nehrinin sol kenarında bulunan Vysochino VII mezarlığında, arkeologlar, dik cidarlı ve omuzlarına ve krubuna tasların kakıldığı ayakta bir panter şeklinde bir kulba sahip gümüş küresel bir kadeh buldular (Moshkova, 1989: 182; Stepi Evropeiskoi Chasti, 1989, levha 79: 16). Bu iki kedi simgeleri stilistik açıdan birbirlerine yakindir. Boma kedisinin İskit-Sibirya sanatının en geç örneklerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz ve onun oldukça arkaik stili, An Yingxin’in tanımına göre, M.S. 1. bin yılın ikinci yarısının kültürleri ile ilişkili olmayabilir.
Mezar yapısı hakkındaki bilgi, Boma mezarlığına dair yorumlara biraz ışık tutabilirdi. Ne yazık ki, bu önemli bilginin büyük kısmı kaybolmuş. Yine de, eldeki veriler mezarların yapıları için bizim Çinli meslekdaşımızın ileri sürdüğü tarihten daha erken bir tarihi gösterir. Erken Türk döneminin mezarları, şu ana kadar Boma’dakilerden daha küçük yığma toprak mezarlar üzerinden biliniyordu. Diğer taraftan, yakın benzerler arasında, bizim bildiğimiz, örneğin, İrtiş Nehri havzasındaki M.S. 2.-4. yüzyıllar geç Sargat yığma toprak mezarları, Boma tepecikleri ile büyüklük olarak karşılaştırılabilinir (Matyshchenko ve Tataurova, 1997). Büyük mezar tepecikleri, gömü ayini içinde arkaik olarak düşünülebilinir. At mezarları sadece Türklerle ilişkilendirilemez; bu gelenek, Altay bölgesini içeren geniş bir alanda Göktürk döneminden çok önce şekillendi ve M.Ö. 1. bin yıl-M.S. 5. yüzyıl boyunca sürerek varoldu. Doğu Türkistanı’nda, nadir bir at mezarı örneği, Jiaohe yerleşmesi yakınındaki Yarkhoto mezarlığında bulundu. Bu mezarlığın erkek mezarlarında, at iskeletleri ve iki at bacağı birbirlerine karşı yerleştirilmiş (Molodin ve Kan Inuk, 2000: 90). Ayrıca, at ve deve iskeletinin olduğu 50’den fazla kurban çukurları, Yorkhoto mezarlığının bir bölümünde kazılmıştır (Jiaohe Gucheng 1998: 36-45; Yang Yiyung 1999: 19-21). Rus ve Koreli arkeologlar, Altay ve Sincan’ın bu bölgesi arasındaki kesin kültürel ilişkileri büyük ihtimalle ispat etmek için Hun döneminin Yarkhoto tip yerleşiminin maddi ve manevi kültürü içinde Saka ve Pazırık unsurlarını (örn., Gornyi Altay bölgesi ile ilişkili) işaret etmektedirler (Molodin ve Kan Inuk, 2000: 97).
Hun (Hsiung-nu) kültüründe, atlarla beraber gömülen insan mezarlarına dair örnek olmamasına rağmen; at iskeletleri, Tuva’daki Huno-Sarmat döneminin bazı mezarlarında da bulunmuştur (Mandel’shtam ve Stambul’nik, 1992: 202). Sincan’ın Yili bölgesine yakın bir alanda, insan kalıntılarına yakın uzanan bozulmamış bir at iskeletinin olduğu geç Saka dönemine ait (erken Vusun dönemi) sadece bir mezar kazılmış (Zadneproskii, 1992: 82). Ölenin özellikleri korunarak yapılmış metal maske geleneği, sadece Türklerle ilişkili değildir. Orta Asya’daki mezar maskeleri ve yüz koruyucularının kullanımı üzerine özel ilgi gösteren E.İ. Lubo-Lesnichenko, sözde Katakom-Niş kültürlerde (Kuzey Tanrı Dağları (T’ien Shan) bölgesinde Shamsi mezarlığı, St.Petersburg’daki Devlet Hazinesi’nde saklanan Turfan’dan tanınan maske) benzer geleneği buldu (Lubo-Lesnichenko, 1984: 115). Olağandışı bir maddeden -iyi taneli kum taşı- yapılmış bir diğer insan maskesi, Yili bölgesindeki Kunges nehri havzasından gelir (Zhang Yuzhong, 1985). Stratigrafik olarak tayin edilmese de, biz bu maskenin gömü töreninde kullanıldığını tahmin edebiliriz. Kuzey Çin’in Kidan kalıntıları ile benzerlik kurarak, Zhang Yuzhong, bu maskeyi Batı Liao kültürü ile ilişkilendirir. Diğer taraftan, üstte açıklanan gerçekler, Kunges maskesinin geç Orta Çağ dönemi ile ilişkilendirilmesinin yanlışlığını gösteriyor. Birçok son dönem buluntuları arasında, Yingpan nekropolisindeki mezar 15’den gelen bir erkek maskesi dikkatimizi çekiyor. Yerleşim, tanınmış Han yerleşimi Loulan’in 200 km. doğusundaki Kurug Tag dağlarının güney yamaçlarında Kunqiaohe Nehri’nin (Konqi Darya Nehri) olduğu yere yerleştirilir. Maske, ölenin özelliklerinin korunduğu, altın yaldızla süslenmiş ve siyah mürekkeple ve kırmızı renkle boyanmış üç kat kumaşın uygulanması ile üretilmiştir (Zhou Jinling ve Li Wenying, 1999: 13). Yingpan mezarlığında, temsili bir antik kumaş koleksiyonu kazılmıştır. Batıdan ithal edilen antik tekstillerin dışında, hem üretim tekniği hem de bezeme deseninde Boma örneklerine benzerlik gösteren Han ipek kumaşları da bulunmuştur. Yingpan mezarı, M.S. 1-2. yüzyıllara tarihlenir.
Astana mezarlığında bulunan ipek kumaşların Boma’dakilerle karşılaştırılması, Çinli yazara, Astana mezarlarının Kuzey Hanedanı dönemiyle ilişkilendirmesine olanak sağladı, bu yüzden, Boma mezarlığına daha geç bir tarih önerdi. Yine de, Astana mezarlığının varlığı M.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısı ile M.Ö. 9. yüzyıl arasındaki dönemle sınırlandırılır. E.İ. Lubo-Lesnichenko açık bir şekilde Astana tekstillerinin takriben M.S. 4-5. yüzyıllara işaret ettiğini gösterdi (Lubo-Lesnichenko, 1984: 114-118). Boma’dan birçok ipek kumaşın, Sincan’daki geç Doğu Han yerleşimlerinde yeniden kullanılan tekstillerle benzerliği önemlidir (Zhou Jinling ve Li Wenying, 1999).
İpek kumaşlar, Hun ve onlarla ilişkili kabilelerle Doğu Türkistanı’na geçirilen Çin Kültürü ile Boma nüfusu arasındaki ilişki için tek kanıttır. Bu durum, Boma mezarlığının yerel yerleşikler tarafından terkedildiği ve doğuya uzak bölgelerden yakın zamanlarda gelen bir nüfus tarafından burasının yerleşilmediğine dair ek bir kanıt sunar.
Bütünde, Boma koleksiyonu kesinlikle “batılı” bir ortaya çıkıştır ve Boma objelerinin polikrom stili birleştirilir ve gelişmis polikrom stilin kendine has tüm özelliklerini gösterir. Eldeki bilginin bütünlüğü, Boma mezarlığında bulunan koleksiyonun, en geç M.S. 1. bin yılın ortalarına kadar geri giden bir tarihi olanaklı kılar.
Charysh Nehri’ndeki (Ob’ Nehri’nin bir kolu) M.S. 4-5. yüzyıl Tugozvonovo yerleşiminde bulunan (Umanskii, 1978) polikrom objeler, Boma yapısı için çok kesin bir tarihlemeyi sağlamak için önemlidir. Bu polikrom objeler, düşünülen bölgedeki Boma buluntularına çok yakındır. Sadece bir noktada farklılık gösterir, bölünmüş kabuk bağlama oldukça sık kullanılmıştır. Bu tekniğin, yuva-kabuk bağlama tekniğinden çok daha geç ortaya çıktığı düşünülmektedir. Tugozvonovo buluntuları arasında, bölünmüş kabuk bağlama sadece, objelerin sınırlı sayıda ve sınırlı alanda, örneğin, hançerin geçiş yerinde, görülebilir. Açıkca, Boma nüfusu, bölünmüş kabuk bağlama ile daha iyi tanınır. Bundan başka, Boma objelerinde, Boma yapısı için daha geç bir zamanın, büyük ihtimalle M.S. 5. – erken 6. yüzyılın, önerildiği kakılmış taşların çok daha çeşitli formları görülür.
Boma’daki son dönem keşifler, Tugozvonovo yerleşiminin varlığına bazı noktalarda ışık tuttu. Öncelikle, bu yerleşme, geç Huno-Sarmat dönemin polikrom stilinin doğu sınırı olduğu düşünülüyordu. Tugozvonovo buluntuları, benzer tipteki buluntularla karşılaştırılamamıştı çünkü bu yerleşim çok uzakta idi ve Altay’daki polikrom stilin orjini sorunu uzun süre açık kaldı.
Boma mezarlığının etnik özelliği, çok önemli sorunlardan birisinin değişmeyip olduğu gibi kalmasıdır. Çalışmanın sonuç bölümünde, An Yingxin, Han zamanındaki, Vusun insanlarının hâlâ Tekes Nehri’nin kenarlarında ve Yili Nehri’nin üst alanlarında yaşadığı ve Sui ve Tang dönemlerinde, Batı Göktürklerinin bu bölgelerde yaşadığı sonucuna ulaşır. Böylece, M.S. 6. yüzyılda, As Yingxin’in inandığı gibi, Batı Göktürk kağanlarının kabile alanları, Tekes Nehri’ne lokalize olmuştu (An Yingxin, 1999: 14). Boma buluntularının Türk ilişkisi hakkında doğru bir cevap veremese de, tarihlemesini (M.S. 600-700’den daha erken) ve araştırmasının tüm mantığını meşru kılmak için, belirsiz bir şekilde, Türklerin erken tarihini çalışmak için Boma buluntularının temel rolünü vurgular.
Boma koleksiyonu çözümlememizden ve tarih olarak mezarlık için M.S. 5. yüzyıl ve 6. yüzyılın başlarını önermemizden dolayı, yerleşimi Vusun kültürüyle ilişkilendirmeyi önerebiliriz. Bu hipotez, M.Ö. 1. bin yılın geç dönemi ile M.S. 1. bin yılın ilk yarısında Yili Nehri havzası ve yakın bölgelerine yerleşmiş olan göçebelerin son dönemde kabul edilen etnik yapısı ile çok iyi uyuşmaktadır (Zadneprovskii, 1971).
Bilindiği gibi, Yedisu ve Tanrı Dağları’nın (T’ien Shan) tarihindeki Vusun dönemi, M.Ö. 3 ve 2. yüzyıllar arasında başlar. İç Asya’dan Sincan bölgesine giren Vusun kabileleri, daha güneye hareket etmek için (daha sonraki dönemlerde, Yuezçi, güneydeki Kushan eyaletine yerleşti) güç kullanarak Yueçhi’lerin (Yueh-Chih) önemli bir bölümünü kontrol altında tutarak Saka nüfusunu buraya getirdi (Zadneprovskii, 1992: 81). Dönemimizin ilk yüzyıllarında, bölgedeki göçebe kavimlerin tarihinde, İç Asya’nın kalbinden göçebe kavimlerin yeni bir göç dalgasına başladığı yeni bir sayfa başladı; bu göç gelişiminde en önemli rolünü, birleşik adları “Hun (Hsiung-nu)” olarak bilinen kavimler oynadı. Yeni nüfusun bölgeyi ilhakı, Tanrı Dağları (T’ien Shan) bölgesinin kültürel çevresinde keskin değişimlerle sonuçlanmadı. M.S. 1. bin yılın ilk yarısının arkeolojik verileri yerli ve yabancı elemanların karışımından dolayı kültürel değişimin çok yavaş bir gelişimini göstermektedir. Bu bölgenin Göktürk soylu kağanlıklarla birleşmesinden önce, Tanrı Dağları (T’ien Shan) bölgesi, önemli sayıda Vusun kavminin yoğun bir yerleşim yeri idi. Aynı zamanda, geç Vusun yerleşmelerinin yanında, Tanrı Dağları’nın (T’ien Shan) ve komşusu Yedisu’nun (ya da Batı Türkistan) göçebe kültürleri, dromoslu (mezara bir geçiş yolu) katakom mezarların olduğu Kenkol-tipi yerleşmelerle ifade edilir (Kentkol, Aktasty, Amisarai, Beriktas, vb.). Bu tip yerleşmeler, Sakalar’dan farklıdır-Vusun kalıntıları, ve Hun (Hsiung-nu) kavimleri olarak tanımlanır ve güvenilir bir şekilde dönemimizin başlarına tarihlenir (Zadneprovskii, 1992: 85-86). Literatürde, Hun ve Vusun ve Yedisu’da ve Kazakistan’ın güneyinde yaşayan Kanju arasında “barışçıl” bir ilişki olduğuna dair ve “daha batıya hareketlerinde ekonomik ve politik merkezler olarak yapılmış sabit kaleler düzeni” (Khabdullina ve Akishev, 2000: 327) olduğuna dair bir görüş vardır.
Türkî soylu halklar, Avrasya’nın etno-kültürel tarihi içinde önemli bir rol oynar; bu yüzden, onların orijin sorunu modern bilimde oldukça önemlidir. Bu sorunun doğrudan, Hun tarihinin, Doğu Tanrı Dağları bölgelerini ilhak etmesi ile bağlantılı olması saptanmış bir gerçektir. Türklerin erken tarihinin ana hatları, Çin yazılı kaynaklarının ve erken etnogenetik efsanelerinin verileri kullanılarak yeniden inşa edilebilinir. M.S. 600’de Çinli tarihçiler tarafından kayıt edilen efsanenin Türk versiyonuna göre (bu efsanenin bilinen iki versiyonu var), “büyük bir bataklığın sonunda yaşayan” Türklerin ataları, savaşçı komşu bir kavim tarafından tümden öldürülmüş. Sadece düşmanlar tarafından kolları ve ayakları parçalanmış on yaşında bir oğlan çocuğu sağ kalabilmiş. Oğlan, sonradan onun eşi olacak olan dişi bir kurt tarafından emzirilmiş. Yine de, düşmanlar bu oğlanı öldürmüşler, ama dişi kurt saklanabilmiş ve Turfan’ın doğusundaki (Kuzey T’ien Shan) dağlarda sığınacak bir yer bulabilmiş. Orada, bir mağara içerisinde, dişi kurt, büyüttüğü oğlandan olan on tane oğlan doğurmuş. Kurt’un oğulları, Turfan’dan kadınlarla evlenmiş. Kurt’un torunu olan Asşina, yeni kavmin lideri olmuş. Daha sonra, Asşina, kendi liderliğinde, klanına “Türk” isminin verildiği yer olan Altay’a halkını götürmüş. Böylece, efsane, doğu Tanrı Dağları (T’ien Shian) bölgesi ile Türklerin orijinini ilişkilendirir. Bu efsane, M.S. 460’da Hun (Hsiung-nu) kavimlerinin Zhuanzhuan halklarının baskısı altında Turfan’dan Batı’ya (büyük ihtimalle, Altay’a) göçlerini gösteren Çin’in tarihsel kayıtlarının verileri ile tam olarak uyuşmaktadır (Vostochnyi Turkestan, 1992: 121-125).
Bu verilerin çözümlenmesi, Erken Göktürk Kültürü’nün orjininin Hun etnik çevresinden doğduğunu gösterir. Aynı zamanda, Türklerin ataları Turfan vahasında yaşarken, Fars soylu nüfus onların düzeni içinde yer alabiliyordu. Günümüzde, Turfan çevresinde, yoğun kazı çalışmaları, Türk halklarının düzeninin erken devresine ışık tutan buluntuların bulunduğu bir yerleşimde yürütülüyor (Jiaohe Gucheng, 1998; Molodin ve Kan Inuk, 2000; Larichev ve Varenov, 2001: 105-114). Bu tek bir arkeolojik yerleşimdir, çünkü günümüzde, Doğu Türkistanı’ndaki ve Sayan-Altay’ın kuzey bölgelerindeki Hunno-Sarmatik döneme tarihlenen yapıların tanımı sorunsaldır (bak. Khudyakov, 1999: 152-153; Vasyutin, 1999). Yine de, günümüzde, Doğu Türkistan’ı ve Altay’da tanımlanan Huno-Sarmatik dönemin birçok arkeolojik kültürleri vardır. Diğer taraftan, gelişmeler, batıya doğru olan Hun (Hsiung-nu) hareketine yerel nüfusun tepkisinin sonucunda olmuştur; bunun yanında, gelişmeler, sonuçta Göktürk kültürünün düzenine yol açan etnik gelişmelerle eş zamanlı oldu. Yine de, bu gelişmelere dair bildiklerimiz, hâlâ yeterli değildir.
Göktürk arkeolojik kültürü, İç Asya’daki Erken Orta Çağ kalıntıları arasında da ayırt ediliyor. Bu kültürün bulunduğu yerleşimler, Moğolistan, Sayan-Altay, Doğu Türkistanı, Kazakistan ve Kırgızistan’da bulunuyor. Bazı uzmanlar, Doğu Avrupa’da antik Türklerle ilişkilendirilen arkeolojik yapıların, İç Asya’da yerleşmiş bulunanlardan sonradan farklılaştığına inanmaktadırlar ve Uygur ve Kırgız devletlerindeki Türklerin birleşmesi ve İkinci Göktürk kağanlığı dönemine tarihlemektedirler (ca. M.S. 600-700). Tanrı Dağları (T’ien-Shan) bölgesinde, yerleşimlerin birçoğu, Batı Göktürk ve Türgiş kaganatları döneminde tarihlenmektedirler (ca. 600-700). Birinci Göktürk kağanlığına (ca. M.S. 500¬700) ve Türk’lerin Altay’a göç zamanına (ca. M.S. 400-500) tarihlenen çok az arkeolojik yapı vardır. Güçlü bir Hun (Hsiung-nu) etkisi gösteren Gornyi Altay’daki Huno-Sarmat dönemi yerleşmeleri için üst zamandizinsel sınır, M.S. 6. yüzyıldan daha geç olamaz gerçeğinin altını çizmeliyiz (Kubarev ve Zhuravleva, 1986; Savinov, 1994: 146). Boma mezarlığı için muhtemel tarih, işaret edilen döneme yakındır.
L.R. Kyzlasov’un “uç” bir hipotezi, en Göktürk soylu dil kavmini, İskit ve Hunno-Sarmat dönemleri kadar çok eskiye tarihler (M.Ö. 7. yüzyıl – M.S. 4. yüzyıl) (Kyzlasov, 2001). Ancak, bu hipotezin güvenilir nedenleri yoktur ve herhangi bir arkeolojik kanıtla kanıtlanamamıştır. Başlangıçtaki Avrupalı Saka nüfusunun kademe kademe “Moğollaşması” ve İç Asya göçebelerinin göçünün etkisi altındaki yerli Fars soylu göçebelerin “Türkleşmesi” gelişimi, zaman içinde gerçekleşmiştir. Türk nüfus, Tanrı Dağları (T’ien-Shan) bölgesinde, sadece M.S. 7. yüzyılda geniş bir şekilde yayılmıştır.
Böylece, Göktürklerin kültürel yapısı, şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde, Hun (Hsiung-nu) kültürüden ortaya çıkmıştır. Ancak, Boma kalıntılarında Hun (Hsiung-nu) unsuru eksiktir. Boma koleksiyonu, farklı, batılı özelliklere sahiptir. Doğulu ipek kumaşların dışında, Hun (Hsiung-nu) etkisini kanıtlayacak kanıt yoktur. Yine de, bu mezarlara gömülen nüfus, büyük ihtimalle, erken Türk kültürü düzeni ile ilişkili gelişmelerin içinde yer almıştır. Ancak, tek Boma yapısına dair bizim ön etnik ve kültürel ilişkilendirmelerimizin, benzer yerleşimlerde gelecek yapı araştırmaları ve keşiflerle gelişeceğini ummaktayız.Hejing bölgesindeki Chauhugou 3 mezarlığının kazısının ön raporu. 1990. Kaogu, No. 10: 882-889 (Çince).
Dr. Sergei V. ALKİN
Rusya Bilimler Akademisi Sibirya Etnografya ve Arkeoloji Enstitüsü / Rusya
Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 1 Sayfa: 544-553
Bir yanıt yazın