Gezi isyanının en kanlı dönemiydi. 4 genç ölmüş, polis şiddeti öldürücü bir hal almış, olaylar ülke çapında yayılmıştı. İsyanın nasıl sonuçlanacağına dair herkeste bir endişe hâkimdi. İşte o aşamada, Gezi sürecini baştan beri izleyen ve destekleyen bir grup sanatçı ve gazeteci, bir araya gelip çatışma ortamını sonlandıracak, Gezi’yi kurtaracak bir çözüm için arabuluculuk çabasına soyundular.
Ve o çabalar sonucunda kendilerini Başbakanlık Konutu’nda, Erdoğan’ın karşısında buldular.
2 yıl önce, 13 Haziran’ı 14 Haziran’a bağlayan 4 saatlik o görüşme, Başbakan’ın öfke içinde hakaretler yağdırıp toplantıyı terk etmesiyle son buldu.
Cumhuriyet, 2 yıl sonra, o olaylı gecenin tanıklarını konuşturdu:
Telefon trafiği
Çözüm için devreye giren ilk ekibin içinde, Sunay Akın, Halit Ergenç, Mahsun Kırmızıgül, Nebil Özgentürk, Yavuz Bingöl, Ceyda Düvenci, Levent Üzümcü ve Can Dündar vardı.
Özgentürk’ün ifadesiyle, Gezi isyanlarıyla birlikte ortaya çıkan duyarlılığı hisseden, talepleri haklı bulan heyettekiler, Gezi’de bir katliam yapılmadan, uzlaşmayla sorunun çözümü için devreye girdi.
Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ardından dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yla görüştüler, sonuç çıkmadı. Her iki görüşmede de çözümün adresinin Ankara olduğu söylendi.
Mahsun Kırmızıgül ve Yavuz Bingöl’ün, Hükümet adına Hüseyin Çelik’le sürdürdüğü telefon trafiği sonunda Ankara’dan, Başbakan Erdoğan’dan randevu alındı. Ancak Nebil Özgentürk’ün itirazı vardı:
“Bizler kamuoyunun tanıdığı isimler olabiliriz. Ancak sokağa çıkan milyonlarca insanı temsiliyet yetkimiz yok. Bu görüşmede bu temsiliyete sahip kişilerin olması gerekiyor. Bu yüzden Taksim Dayanışma Platformu’nu oluşturan kişiler de aramızda olmalı. Gerginliğin ve meselenin ne olduğunu o insanlar dile getirmeli.”
Heyet genişliyor
Haklı bulunan bu itirazın ardından yapılan görüşmeler sonunda heyete TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Sekreteri Canan Çalağan, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Beyza Metin, İstanbul Tabip Odası Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, Semt Dernekleri sözcüsü Cem Tüzün ve Taksim Dayanışma Platformu’ndan Derya Karadağ da dahil oldu.
Sertab Erener ile Ali Sunal son anda ekibe katılırken, Ankara, görüşmeye katılacaklar içinden sadece gazeteci Can Dündar’ın ismini çizdi, onay vermedi.
Gece yarısı Başbakanlık’ta
Kalabalık heyet 13 Haziran 2013 gece yarısı İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan havalanan iki özel jetle kendilerini Ankara’da buldu.
4 saat sürecek gerilimli toplantı böyle başladı.
Konutta gergin dört saat
Başbakanlık konutunda Erdoğan’ın karşısına önce sanat dünyasının ünlüleri çıktı. Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri dışarıda, davet bekliyordu.
Toplantı odasında Başbakan dışında, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Kültür Bakanı Ömer Çelik ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve bazı danışmanları ile Başbakan’ın kızı Sümeyye Erdoğan vardı.
‘Onlara yer yok ki’
İki haftasını geride bırakan isyan dalgasının geldiği nokta, günlerdir süren kriz toplantıları Erdoğan’ı hem germiş hem de yormuştu. Başbakan asık bir suratla da olsa uzun masanın çevresini dolaşarak herkesin elini sıktı. Salonda bulunan sanatçılarla önceye dayanan kimi tanışıklıklar, ortamın gerginliğine tezat samimi konuşmaları da doğuruyordu.
Hoş geldiniz faslından sonra heyettekiler Başbakan’a konunun asıl muhataplarının dışarıda beklediği belirtilerek, “Olayların bitmesini, çözüm sağlanmasını istiyorsanız dışarıdaki arkadaşların da içeri alınmasını sağlayın ve onları dinleyin” dediler.
Erdoğan, “Nereye alayım? Yer yok ki” karşılığını verdi. Başbakan ikna edildi. Salona getirilen sandalyeler masanın arkasına sıkıştırıldı ve böylece sivil toplum örgütü temsilcileri de görüşmede yerlerini aldı.
‘Kız evi naz evi’
Sunay Akın, ortamı yumuşatmak için, “Hayırlı bir iş için geldik. İyi bir sonuç almayı umuyoruz” sözüyle giriş yaptı.
Erdoğan’ın, “Kız evi, naz evidir” yanıtı ise adeta olacakların habercisiydi.
Ardından Erdoğan’ın monologu başladı. Kendilerinden önce başka heyetlerle ve kişilerle üç ayrı toplantı yaptığını anımsattı. O heyetlere de söylemişti, Gezi’deki mesele ağaç değildi. Tüm dünya karar vermiş ve örgütlü olarak kendisini ve iktidarını devirmeye çalışıyordu:
“CNN’ler, BBC’ler kışkırtmayı büyütmek için yayınlar yapıyor. Bütün dünya örgütleri aleyhimize çalışıyor. Örgütlü olarak hükümete karşı darbe yapılmak isteniyor görmüyor musunuz? Buna karşı siz de bir şeyler yapmalısınız. Biraz sonra arkadaşlar bir görüntü izletecekler. Siz de göreceksiniz neler olduğunu… Zaten bu filmi teşkilatımla yapacağım toplantıda da izleteceğim. Medyayı çağıracağım ve ‘barışçı Geziciler’ dediklerinizin polisime saldırıp nasıl taşladığını, her yeri nasıl yakıp yıktığını herkese izleteceğim.”
Erdoğan film gösteriyor
Dediğini de yaptı. Emniyet’in hazırladığı, 20 dakika kadar süren bir filmi ekrana yansıttı. Filmde göstericiler polislere saldırıp taş atıyor, şiddetli çatışmalara giriyorlardı. Ethem Sarısülük’ün eylemler sırasında kayda alınan görüntüleri de filmde vardı. Filmin özellikle Ethem Sarısülük’le ilgili yaratmak istediği algıyı sözlere döken ise dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler oldu:
“Bakın masum eylemci diyorlardı, gördünüz mü?”
‘Sen dur, sıranı bekle’
Erdoğan, önceki heyetteki sanatçılar gibi, kendisine onay verilmesini beklerken, itirazlar yükseldi. Nebil Özgentürk, “Sayın Erdoğan, siz bugün AKP’nin başkanı değil ülkenin başbakanı gibi davranmalısınız” diye başladığı konuşmasını, “Bu görüntüleri taraftarlarınızı motive etmek için kullanabilirsiniz. Öyle de olur. Ancak bu, ülkenin içinde bulunduğu gerilimi azaltmaz. Aksine uçurumu derinleştirir. Ülkenin her yerinde gençler eylemde ve çok öfkeliler. Bu montajlanmış görüntüyü kimseye göstermeyin” diye sürdürdü.
Erdoğan, Özgentürk’ün sözünü kesti, “Sen dur. Sıranı bekle. Gazetecilik yapma şimdi” dedi.
Ortamdaki gerilim bir anda artmıştı ki Sümeyye Erdoğan söze girdi;
“Yani bu filmi göstermezsek ortalık yumuşar mı” diye sordu. Özgentürk, “Ülke çok gergin ve ihtiyacımız olan şey sakinlik. Bu film bir parti propagandası olarak işe yarayabilir ama ihtiyaç duyulan sakinliği getirmez” diye cevap verdi.
Erdoğan sinirlenmeye başlamıştı. Sanatçılardan birinin, “Sayın Başbakan, evde de böyle kolay sinirlenir misiniz?” sorusunu Sümeyye Erdoğan, “Babam evde melek gibidir” diye yanıtladı.
Bu konuşmaların ardından Gezi Parkı’nı ziyaret eden, eylemcilerle buluşan sanatçılar, izlenimlerini paylaşmaya başladı. Taksim’in, hükümet yetkililerinin anlattığı gibi bir terör yuvası değil haklı talepler içeren bir şenlik yerine benzediğini söylediler.
‘Osmanlıca bilmiyorsun’
Muhteşem Yüzyıl dizisinin Kanuni’si Halit Ergenç, eşi Bergüzar Korel’le gittikleri Gezi Parkı’ndaki gençlerin doğal tahribatı engellemeye çalışarak, gelecek nesillere yaşanılası bir miras bırakmak istemelerinin bir ebeveyn olarak kendilerini ağlattığını söyledi. Başbakan’ın yanıtı konu dışıydı:
“Sen Osmanlıca biliyor musun? Kanuni’yi oynuyorsun ama Osmanlıca bilmiyorsun.”
Mahsun Kırmızıgül’ün çıkışı
Hemen ardından Mahsun Kırmızıgül söz aldı. Erdoğan dışında, salonda bulunanları şaşırtan bir biçimde “Tayyip abi” diye söze girdi. Başbakan’a böyle hitap edecek kadar yakın olan Kırmızıgül, Erdoğan’ın özel hayatla ilgili yaklaşımlarını eleştirerek devam etti:
“Yıllar önce AK Parti iktidara geldiğinde Yavuz (Bingöl) bana çok kötü bir atmosfer oluşacağını söylemişti. Ben de ‘Sabırlı olalım. Bekleyip görelim belki yanılıyorsundur Yavuzcuğum’ demiştim. Ama haklı çıktı. Bir zamanlar ‘Gidip türbanlarını evlerinde taksınlar’ diyenlerle uğraşıyorduk. Şimdi siz, ‘Gidip içkilerini evlerinde içsinler’ diyorsunuz. İnsanların içki içmesine niye karışıyorsunuz. Tayyip abi insanların özel hayatlarına, işlerine karışmamak lazım.”
‘Millet ne derse o olacak’
Aradaki samimiyetten kaynaklı sempatik konuşmasıyla Mahsun Kırmızıgül gerilimli havayı dağıtmıştı. Heyettekiler Başbakan’ın Topçu Kışlası inadından vazgeçtiğini açıklamasını, toplumsal kutuplaştırmayı keskinleştirecek açıklamalar yapmamasını ve polis müdahalesine girişmemesini istediler.
Gezi Parkı’na yapılmak istenen Topçu Kışlası projesini en iyi bilenlerden Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu mahkeme sürecine de atıf yaparak hükümetin ısrarından vazgeçmesi gerektiğini de anlattı.
Ardı ardına yapılan konuşmalarla Başbakan yine gerilmişti. Ancak sanatçıların kamusal etkisini de kullanarak sorunu çözecek bir yöntem olur umuduyla, “Mahkemeden projeye devam kararı çıksa bile konuyu halk onayına sunacağız. Plebisit yapacağız. Milletim ne derse o olacak” dedi.
4 saatin sonuna doğru, sabah yaklaşırken Taksim Dayanışması adına orada olan Arzu Çerkezoğlu ile sosyoloji tartışması yaşadı. Sonra ayağa kalktı;
“Hepiniz üzerime geliyorsunuz. Sabahın şu saati olmuş, 15 saattir buradayım. El insaf” diyerek masayı terk etti ve toplantıyı noktaladı.
Hepiniz hayalkırıklığısınız
Sanatçılar, örgüt temsilcileri, öylece kalakaldılar. Ama hakaret bitmemişti.
Sessizliği bozan dönemin Kültür Bakanı Ömer Çelik oldu.
Erdoğan’ın ardından sanatçılara dönüp “Hepiniz hayal kırıklığısınız. Bir daha sizi Başbakan’la görüştürmeyeceğim” dedi. Şöyle devam etti:
“Sanatçısınız, osunuz busunuz ama hiç biriniz bizim meşruiyetimizi, haklılığımızı desteklemediniz. Hepiniz Taksim destekçisiymişsiniz. Hakikaten hayal kırıklığıymışsınız.”
Sonra o da salonu terk etti. Salondakiler, birbirlerine baktılar ve sakince dışarı çıktılar. Dışarıda bir basın ordusu, uzlaşma haberi bekliyordu.
‘Sosyolojiyi sizden mi öğreneceğim’
Toplantıda yaşananları, Taksim Dayanışması içinde de yer alan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu şöyle anlattı: “Görüşme dört saate yakın sürdü. Çözüm önerileri sunuldu. Ancak genellikle insanların sözünü kesen bir tavrı olan Başbakan, dört saatin sonunda toplantıyı toparlamaya dönük olarak, bir referandum yapılacağını ve sonucuna herkesin razı gelmesi gerektiğini söyledi.
Bunun üzerine genellikle sözcülerin konuştuğu toplantıda ben de söz alarak, bu önerinin Gezi’nin ilk günleri gündeme gelse hemen kabul edileceğini, ancak dört gencin hayatını kaybettiği ve sosyolojik bir boyut kazanmış bir aşamadan sonra bu önerinin yeterli olmayacağını söyledim. Bunun üzerine sosyolojiyi benden öğrenmeyeceğini, zaten çok iyi bildiklerini, sosyolojiyi bilmeseler bu kadar oyu alamayacaklarını söyledi.
Biraz sesi yükseldi
Bunun üzerine artık olayın toplumsal bir boyut kazandığını, bir referandum ile çözülemeyeceğini, işi çözecek tek şeyin, kendisinin, “Gezi Parkı, park olarak kalacak” açıklaması yapması olduğunu söyledim. Bunun üzerine çok sinirlendi ve toplantıdan ayrıldı.
5-6 dakika sonra bakanlar geri dönerek, toplantının bittiğini söylediler.
Biz çözüme odaklandığımız için bu olayın bu tarafını hiç konu yapmadık. Ancak ertesi gün partisinin başkanlar kurulu toplantısında görüşmeyi anlattığında benim için ‘aşırı bir sendikacı’ tarifi yapması, konuyu başka noktalara taşıdı.”